Shyamalan’ın her filmi gibi merakla beklenen Zamanda Tutsak / Old gösterime girdi. Altıncı His / The Sixth Sense’den beri sevdiğimiz ismin bu kez yönetmen olarak kusursuz bir iş çıkardığını söylemek güç. Özellikle plaja gelen karakterlerin birbirinden ayrı takıldığı ve grup olarak hareket etmediği ilk sahnelerde herkes aynı açıklıkta bulunduğundan olayları birbirinden ayırmakta zorlanıyor ve yakın planlarla durumu kurtarmaya çalışıyor ama beceremediğini gizleyemiyor. Bu handikapı neyse ki bir süre sonra kamerasıyla değilse de kâğıt üzerinde çözüyor ama yine de “tek mekân filmi” çekme konusunda pek bir hüner gösteremiyor. Bazı anlardaysa -bana mı öyle geliyor bilmem- kusursuz olmayı hepten umursamayıp Bollywood gevşekliğine bırakıyor kendini. Sebebi ne olursa olsun Shyamalan’ın kamera arkasında çıkardığı kötü işlerden biri diyebiliriz Zamanda Tutsak için. Neyse ki senaryo harika ve bu da filme 10 üzerinden 8 puan vermeme yetti. Nedenleri aşağıda.
Bu yazı da dahil olmak üzere, izlemeden önce hakkında hiçbir şey okumamanızı ve fragmanı dâhi izlememenizi tavsiye ediyorum. Filmi çoktan görenleriyse alt paragrafa alıp, birlikte zihin jimnastiği yapmaya başlayalım.
Shyamalan’ın Köy / The Village filmini anımsarsınız. Finaldeki sürprizi öğrenene kadar orta çağda geçen bir hikâye izlediğimizi düşünmüş, bu hikâye üzerine kafa yormuştuk ama finalle birlikte anlama yeni bir katman eklenmişti. Söz konusu sürpriz, film boyunca izlediğimiz ve üzerine düşündüğümüz hiçbir temaya zarar vermemekle birlikte, bütüne baktığımızda Köy, bambaşka bir filme dönüşmüştü. “Bir film süresinde iki film izlemek” şeklinde etiketleyebileceğim bu deneyim, Zamanda Tutsak için de geçerli.
Zamanda Tutsak öncelikle, zamanın yakıcı etkileri üzerine bir film. İzleyeni düşüncelere daldıran, ağlatan, güldüren, etkileyen bir senaryosu var. Bir ömür süresince başlarına gelmesi muhtemel hastalıkları bir günde yaşayan, sevdikleriyle ilgili vermeleri gereken riskli tıbbi karar anlarına zamansız yakalanan, tanışma, evlenme, çocuk yapma gibi süreçlerden birkaç saat içinde geçen, yaşlı annesini, pek sevdiği karısını ya da kocasını önünde yıllar var zannederken hızla kaybeden karakterlerle bağ kuran, bu üzücü anlardan kendi yaşamında da bulan izleyicinin derinden etkilenmesi olası. Prisca’nın karnında tümör var mesela, henüz küçük, bir süre sonra bu konuda bir karar vermeleri gerekiyor ancak Zamanda Tutsak’ın sahilinde yarım saat bir yıla eşit olduğu için kanserle yaşam süreci kısa sürede tamamlanıyor. Ya da güzellik algısıyla kafayı bozmuş, sevgiyi değil kariyeri seçmiş Chrystal bir gün içerisinde gençliğini ve güzelliğini kaybedip, yaşlılığını, kalbini kırıp terk ettiği adamı düşünerek geçiriyor. Öyle ya da böyle hepimiz önümüzde uzun yıllar olduğunu zannederek yaşıyoruz. Oysa hemen şu an, her saniye birinin öldüğü dünyada sıra bize gelmiş olabilir ve yaşama gözümüzü yumabiliriz. Ortalama insan ömrü kadar bu dünyada kalacak olsak bile bir gün hepimiz kırışacağız, bu ya da şu hastalığa yakalanacağız, öleceğiz, kemiklerimiz dışında tüm dokularımız çürüyecek ve nihayetinde sıra kemiklere de gelecek. Zamanda Tutsak’daki sahili içinde yaşadığımız dünya gibi düşünürsek, hangi tarafa gidersek gidelim buradan çıkış olmadığını kabullenmemiz lazım. Bu sahilde, çevremizi saran insanlarla vaktimizi geçirip, insana yazılan mutluluk ve acılardan geçip, göçüp gideceğiz.
Bana sorarsanız Zamanda Tutsak, iki çocuğun “kurtulmak için çabalamaya devam etmeli miyiz” sorusunun ardından “evet, ama…” diye kurtulamayacaklarını kabullenip, kumdan kale yapmaya başladıkları noktada bitebilirdi ve bu, harika bir final olurdu. Çünkü kumsalı hayat ya da yeryüzü olarak düşündüğümüzde bu sahne, ne kadar çabalarsak çabalayalım oradan çıkış olmadığını kabullenip eğlenmeye bakmamız gerektiğini öğütlüyor. Bir çoğumuz ya da en azından şanslı olanlarımız diyelim, ortalama insan ömrünü yaşayıp benzer süreçlerden geçeceğiz ve kaçınılmaz şekilde ölüp gideceğiz. Bari biraz eğlenelim, değil mi…
İlk paragrafta bahsettiğim “bir film süresinde iki film etkisi” yaratan finalse kumdan kalelerden sonra başlıyor. Shyamalan, Köy’de yaptığı gibi hikayesine bir katman daha ekliyor ve bu öyle zekice bir hamle ki, hem o ana kadar yeşerttiğimiz duygulara zarar vermiyor hem de bakış açımızı tamamen değiştiren film, bambaşka bir filme dönüşüyor. İlaç firmalarının herkesçe kabul gören hırsını ve etik dışı davranışlarını bilim kurguyla harmanlayan bu yeni katman hem sahilde olanlara hem de kurbanların seçilme kriterlerine mantıklı bir açıklama getiriyor. Üstüne bir de utanmadan seyircinin duygularıyla oynayıp, onları ahlaki ikileme düşürüyor. Bir grup insan deneyler sırasında öldü ama sonuç olarak epilepsi hastalığının çaresi bulundu ve bu deneyler sürdükçe kim bilir daha hangi hastalıklar yeryüzünden silinecek. Ne dersiniz, ödenebilecek bir bedel mi bu?
Sonuç olarak; Shyamalan’ın aradan geçen yıllarda bir daha Altıncı His / The Sixth Sense, Ölümsüz / Unbreakable ya da Köy / The Vilage gibi karizmatik filmler yapamayacağını görmüş, kabullenmiş ve yine de onu bırakmamış takipçilerinden biri olarak Zamanda Tutsak / Old’un her şeye rağmen küçük bir mücevher olduğunu düşünüyor ve herkese tavsiye ediyorum.