Kısa filmcilerin sesi olmaya devam ettiğim röportaj serimden 27. defa merhaba. Bu hafta toplumsal gerçekçi bir filme imza atan yönetmen bizlerle olacak. Üzerine konuşacağımız kısa film, yoksulluğun ev teftişleriyle ölçüldüğü sistemde devletten kömür yardımı almak için son evreye gelen ve başarılı da olan Nimet ile oğlu Erkan’ın yardım olarak verilen kömürle hedefledikleri gerçek amaçlarını anlatan Kömür olacak.
Bu haftanın röportajında daha yakından tanıyacağımız isim,6. Uşak Kanatlı Denizatı Kısa Film Festivali’nin Ulusal Kısa Film Yarışması’nda En iyi Senaryo ve Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olan Kömür filminin yönetmen ve senaristi Reşat Fuat Çam.
Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.
***NOT: Film şu an için MUBI Türkiye’de yer alıyor. Dilerseniz röportajı okumadan önce filmi buradan izleyebilirsiniz.***
Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Reşat Fuat Çam?
Akademisyen ve sinemacı diyebiliriz. Şu anda doktora sonrası araştırması için Kanada’da McGill Üniversitesi’ndeyim.
Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyon süreci ne kadar sürede tamamlandı?
Filmin yazım, hazırlık ve çekim süreci aslında oldukça hızlıydı, 4-5 ay gibi bir sürede tamamlandı ama senaryoda ve çekim aşamasında ortaya çıkan bazı problemleri geriye dönük düzelttiğim için kurgusu biraz uzun sürdü.
Filmin ortaya çıkış hikayesini de öğrenebilir miyiz? Tamamen kurgusal mı yoksa gerçek hayattan etkilendiğiniz noktalar oldu mu?
Aslında bir süredir toplumsal pozisyonların belirlendiği süreçlerle ve öznelerin bunlara karşı geliştirdiği strateji ve taktiklerle ilgili bir şeyler yapmak istiyordum. Tam bu dönemde bir arkadaşımın Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nde çalışan eşinin deneyimlerini dinleyince, yoksulluk üzerine bir şey yapmaya karar verdim.
Tabii bu soru sinemaya dair daha geniş ölçekli bir tartışmanın parçası. Çünkü sinemanın gerçekliğin veya onun görsel, toplumsal düzenlenişinin, gerçeklik olarak kabul edilen doğal durumun politik ve estetik sınırlarının müzakere edilmesi olduğunu düşünüyorum. Bu film de kaçınılmaz olarak böylesi geniş çaplı müzakerenin bir anı.
Oğlu Erkan ile birlikte geçim mücadelesi veren Nimet’in yaşadıkları, birçok yönüyle ülkemizdeki milyonlarca insanın hikayesiyle benzerlik gösteriyor. Etki alanı bu derece geniş kitlelere ulaşan bir hikayenin senaryosunu yazmak ve derdinizi anlatmak büyük bir cesaret örneği. Bu noktada gerekli motivasyonu nasıl sağladınız?
Çok teşekkürler. Tabii ki burada tek motivasyonum yoksulluk üzerine yazmak değildi: politik etkimin azaldığı ve araçsız kaldığımı düşündüğüm bir dönemde, yani politik alanın hızla daraldığı bir iklimde yaratıcı ve asimetrik taktikler üzerine düşünmekti amacım. Dolayısıyla bu araçsızlığın en kristalize hali olan yoksulluk üzerinden bir kişisel tefekkür olarak ortaya çıktı diyebiliriz.
Toplumun sorunlarına eğilen ve bir şekilde anlatan toplumcu filmlere uzun metrajlarda dahi sık rastlayamıyorken siz bir kısa metrajda işlemişsiniz. Filmin senaryo yazım aşaması size ne gibi sorumluluklar yükledi?
Sorumluluk da oldukça geniş bir tartışma elbette. Benim için hiçbir zaman kolay olmadı, olmayacak da çünkü her seferinde kendi ayrıcalıklı durumumu yeniden düşünmek zorunda kaldığım alanlara el atıyorum. Hatta tüm yazım süreci bu sorumluluk üzerine düşünmekle geçiyor diyebilirim. Ama sanırım nihai sorumluluğum verili toplumsal dağılımda kriz veya skandal yaratmak veya var olan krizi derinleştirmek. Kömür de bu sorumluluğun sonucu olarak ortaya çıktı.
Gerek “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği”nin verdiği kömür gerekse seçim zamanlarında oy toplamak için dağıtılan kömürler birer siyasi malzeme de haline gelmiş durumda. Bu algının etkisini filmde azaltarak seyircinin Nimet ve Erkan’ın hikayesine odaklanmasını da başarıyla sağlamışsınız. Bunun için senaryo yazım ve çekim aşamasında hangi noktalara dikkat ettiniz?
Evet sinemanın sanırım temel özelliği geniş ölçekli meselelere daha tekil durumlar üzerinden bakabilmesi. Yazarken ben de bu dengeye ulaşmaya çalıştım, gelecekte döneceğim bir tema olarak herhangi geniş ölçekli politik bir programa bağlanamayacak özgün ve tekil direniş biçimleri üzerine düşünme niyetiyle yazdım.
İhtiyacı olan vatandaşın gerçek sorununa odaklanmayan ve yardımı kömüre indirgeyen bir zihniyete karşı da aşırı politik olmayan fakat eleştirisini de yapan bir film ortaya çıkmış. Belirli dinamikleri olan bir kısa filmde bunu işlerken kendinize otosansür uyguladığınız anlar oldu mu?
Otosansür bu film özelinde herhangi bir sahnede üzerine düşündüğüm bir şey olmadı açıkçası. Ama her an bilince gelen bir şey olmadığını düşünürsek yapmış da olabilirim.
Filminizde “Şunu istediğim gibi yaptım” veya “Şunu daha iyi yapabilirdim” dediğiniz noktalar mevcut mu?
Elbette birçok şeyi farklı yapmak isterdim fakat benim için en önemlisi sinemaya dair uzun soluklu, ilk bakışta çelişkili görünen ve ince bir denge gerektiren bir yöntem veya dil geliştirmekti. Sinemanın veya daha geniş ölçekte sanatın bir araya getirdiği ve görünürde birbirine zıt olan unsurlar arası bir denge yaratmaktı. Örneğin neyin görünüp neyin görünmemesi gerektiğini, yani görünür ile görünmez arasındaki dengeyi ve ilişkiyi belirlemek üzerinden hikayeyi düzenlemek gibi ince denge gerektiren yöntemi sınamaktı. Ayrıca bir yandan filmin tüm anında kendi fikirlerimi tatbik ederken bir yandan da diğer bileşenlere (oyuncu, görüntü yönetmeni, yapımcı ve kurgucu) ifade alanı açacak bir yöntem geliştirmekti.
Filminize dair en ilgi çeken noktalardan biri de final sahnesinde tercih ettiğiniz müzik türü. Bu tercihinizin özel bir nedeni var mı?
Evet o sahne çok tartışıldı. Filmi kurgulayan Buğra Dedeoğlu’nun tüm itirazlarına rağmen kullanmış bulundum. Aslında o plan filmin ilk sahnesinin devamıydı, fakat ilk sahne olarak çektiğimiz birkaç şey çalışmadı ve senaryodaki ilk sahneyi bölerek böylesi bir plan devşirdik. Ama buna rağmen filmi noktalayamıyormuşum gibi geliyordu. Hem filmin genel üslubunun dışında kalan son plan (sabit kamera ve geniş lensle çekilmiş) hem de müzik kullanımıyla filmin sonuna işaret etmek için böylesi bir şey yaptım.
Pandemi sürecinde sinema sanatı da değişime açık bir konuma geldi diyebiliriz. Mevcut koşullarda uzun metrajlı film çekmek çok zorlu bir süreç olduğu için yönetmenler kısa film çekmeye biraz daha odaklanabilir ve önümüzdeki birkaç yıl içinde bunun sonuçlarını daha net görebiliriz. Sizin bu konuya dair bakış açınız nedir?
Aslında kısa film-uzun film karşıtlığının sinemaya özgü olanakları anlama konusunda kavramsal bir sıkıntı yarattığını düşünüyorum. Ama eğer yapım ve dağıtım açısından bir ayrım olarak düşünürsek elbette pandemi sonucu ortaya çıkan sorunlar ve yaşanan finansal belirsizlikler yönetmenleri kısa filme yönlendirmiş olabilir. Ama sıkça bahsedilen bir sorun olarak kısa film sanatçılar için hala maddi olarak sürdürülebilir değil. Bu da bu ayrımdan ziyade daha geniş kültürel politikalarla ilgili bir sorun.
Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Evet özellikle yeni VOD platformlar kısa filmler açısından dağıtım sorununu çözmüş gibi görünüyor. Bu da birçok yönetmeni bu alanda üretime yönlendiriyor gibi. Tabii ki bir yandan da sosyal medya ya da yeni medya teknolojileri kullanımı nedeniyle azalan dikkat süresi yüzünden teşvik edilen bir form haline gelmiş de olabilir. Yani kısa film hızla tüketilecek içerik olarak teşvik ediliyor olabilir ama bu tüketim kolaylığının bir yenilik getirip getirmediği konusunda emin değilim.
Şu an için üzerinde çalıştığınız yeni kısa metrajınız varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?
Kısasını ve ardından uzununu çekmeyi planladığım bir proje var. Kömür’le benzer temalara sahip aslında ama bu sefer daha ziyade yas ve hafıza arasındaki ilişkiye dair bir şey yapmayı planlıyorum.