Sinema evreninde farklı ülkelere turistik ziyaret amacıyla gidip ürkütücü akıbetlerle karşılaşan gençlerin hikâyelerini sıklıkla izledik. Bu ülkeler genel olarak Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini, yani kısmen eski Demirperde ülkelerini ihtiva eder. Fakat alışılageldik ambians, izleyicinin tatmin eşiğine takıldığı için benzer öyküler bu kez bambaşka kültürlerle soslanmaya başlandı. Hereditary ile 2018 yılında izleyicisine ilk uzun metraj filmini sunan Ari Aster, Midsommar adlı yapımı ile yeniden karşımızda. Nordik ülkelerinin pagan ritüellerini gözlemlemek için İsveç’e gelen Amerikalı gençlerin felakete doğru evrilen yaşantısını anlatan filmin süresi oldukça uzun. Bununla birlikte tamamıyla bir hikâye anlatısından söz etmek de pek mümkün değil. Korku-gerilim türü yapımlarda alttan alta izleyiciyi geren sürekli tınılar eşliğinde zaman zaman belgesel türüne doğru kaymalar yaşanıyor.
Ruhsal sıkıntılar içerisine düşen Dani’nin iyiden iyiye arabesk hale gelen yaşantısı usandırıcı bir başlangıç sunuyor izleyiciye. Erkek arkadaşı Christian’ın ilgi konusundaki isteksiz tavırlarına karşın ilgi ihtiyacı içerisindeki Dani’nin tüm bu isteksiz durumları görmezden gelişi, psikolojik olarak da çekinik bir ortamın kapılarını açıyor. İlerleyen zaman diliminde filmin sempatik başlangıçlarının kabus dolu bir ortama dönüşmesi ile birlikte Dani, bastırılmış tüm duyguları ile yüzleşmeye başlıyor. Kendi konforlu hayatı içerisinde aradığı mutluluğu bulamamasına karşın, bu ilkel komünün insan yaşantısından uzak iklimi içerisinde her ne pahasına olursa olsun bir aile üyesi olma yolunda attığı her adım, eski çevresine karşı ciddi bir soğukluğu da beraberinde getiriyor. Haliyle, gururunu okşayan bir sevgi çemberi, etik değerler ile burun buruna geliyor. Film bu yönü ile, günümüz dünyasında hangi amaçla olursa olsun bir topluluk haline gelen insanların zamanla kendi iç dünyasında dışa kapalı bir yaşantı sergileyerek, kendileri haricinde kalan kişi ve kuruluşlara karşı takındıkları potansiyel düşman tavırlarına da gönderme yapıyor.
Aslında orjinal bir öyküye sahip olmayan filmin en büyük avantajı sinematografik ciddiyeti. Özenle hazırlanan kadrajlar ve akışın kendisinden bağımsız olarak izleyici konsantrasyonunu ayakta tutan çekim teknikleri, uzun süresine karşın bunaltıcı bir hava doğmasını engelliyor. Gerilim dozajının filmin geneline homojen bir şekilde dağıtılmış olmasından ötürü, bazen sabır sınırları zorlansa da, ilgi her daim ayakta kalıyor. Sert geçişlerin ara ara izleyiciyi şoke etmesi de hesaba katılacak olursa, bilindik bir temanın farklı baharatlarla, tekrar hissi yaşatmadan tatminkar bir şekilde sunuluşuna tanıklık ediyoruz.
Korku filmlerinde, bilinmezliğe giden yolda genel olarak karanlık atmosferler tercih edilmiş olsa da, hikâyenin geçtiği İsveç’te havanın sadece birkaç saat kararıyor olması, tüm akışın gündüz gözü ile sergilenmesine yol açıyor. Dolayısıyla, karanlığa sığınan bir korku anlayışı reddedilirken, aleni olarak yaşanan tüm acımasız ritüeller, korku sinemasının algılarda yer etmiş kalıplarına yeni bir yol tarif ediyor.
Korku meraklıları için uzun süreli bir gerilim ortamı kurgulayan Midsommar, aynı zamanda estetik düşkünü izleyici için de ortalamanın üzerinde bir seyir ortamı sunuyor. Yüksek beklentilerle girilmemesi gereken filmin sinema adına yeni bir çıkış olduğunu söylemek güç. Bununla birlikte, türler arası geçişkenliği de hesaba katarsak, öngörülebilir bir dile sahip olmaması, ters köşe yapılmaya meyilli izleyici için finale giden yolu merak dolu taşlarla örüyor. Sıradan bir ayrılıktan öte, zaten kopmuş bir ilişkinin vurucu hamlelerle nihayete erdirilişi, yeni dünyaları kucaklatan kapıları ardına kadar açıyor. Bedeli ne olursa olsun.