Sistem eleştirisi sinemanın en cazip konularından olagelmiştir. Pek çok yönetmen yaşadığı çağa dair tezlerini çeşitli hikâyeler üzerinden anlatarak tutumlarını sergilemiş, her biri kendi perspektifinden sisteme yönelik eleştirilerini yöneltmiştir. Sanatın temelinde insani erdemlerin var olduğundan yola çıkarak mevcut düzenleri bu insani erdemler etrafından tartışan yönetmenler, kimi zaman gerçek hayatı olduğu gibi sinemaya aktararak eleştirilerini açık biçimde aktardı, kimi zaman da sembolik anlatımları tercih ederek kurdukları düşsel âlemden yaşadıkları çağa bakmayı denediler. Her halükârda önemli bir kısmı kalburüstü kabul edilebilecek bu filmler seyirci kadar, meseleye farklı taraflarından bakmak isteyen diğer disiplinlerin de yoğun ilgisini gördü.
“Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan ve zamanla şekli (nispeten) değişse de temelde insani erdemleri gerileten süreçlerde, sinemacıların konuyu farklı boyutlarıyla ele aldığına şahit oluyoruz. Kimi yönetmenler tasvir ettikleri düşsel gezegenlerde iyimser bir boyutta yol alırken kimileri de distopik zeminde çeşitli kaygı ve huzursuzlukların izini sürdü. Teknoloji ve iletişim alanında yaşanan çeşitli gelişme ve süreçler üzerinden okumalar yapan filmler de çekildi, son yıllarda ciddi boyutlara varan doğal afetlerden yola çıkarak, tabiatın çok geçmeden insanoğlundan intikam alacağını savunanlar da çıktı.
Modern çağa güçlü eleştiriler
Kapitalizmin tüm insani değerleri adeta hiçe sayan acımasız bir sisteme dönüştüğünü, petrol ve su alanında yaşanan savaşlarla insanlığın an be an korkunç bir geleceğe savrulduğunu hatta pek yakında uzaylıların dünyayı istila edip insanoğlunu esir alacağını kendilerine özgü bir dille savunanlar oldu. Yaşadığımız çağa dair çekilen (eski-yeni) filmlerin hemen tamamı insanlığın öyle ya da böyle yok olacağı savında buluşuyor. Öngörülerin farklılaştığı tek alan ise yeni dünyada bu sonun nasıl gerçekleşeceği konusu.
Zaman içerisinde klasiğe dönüşen 12 Kızgın Adam (1957), Fahrenheit 451 (1966), Otomatik Portakal (1971), Guguk Kuşu (1975), 1984 (1984), Truman Şov (1998), Geçmişin Gölgesinde (1998) ve Dövüş Kulübü (1999) gibi filmlerin yanı sıra, kısa sürede büyük beğeni toplayarak kült olmaya aday Savaş Tanrısı (2005), V For Vendetta (2005), WALL-E (2008), Tehlikeli Oyun (2008), Kar Küreyicisi (2013) ve adını sayamadığımız, her biri çok değerli yönetmen ve senaristlerin imzasını taşıyan filmler, modern çağa güçlü eleştiriler yöneltirken, sistemleri oluşturan sebepleri üzerine de sorular sordular.
Bu yazıda, yukarıda adı geçen filmler kadar güçlü bir örnek olmasa da düzen eleştirisinin yanı sıra, konuya farklı bir perspektiften bakmaya çalışan Kaptan Fantastik’e göz atalım istiyorum.
Başka bir yol mümkün mü?
Göklerin Hâkimi ve Yüz Yüze gibi önemli filmlerdeki oyunculuğu ve senarist kimliğiyle de bilinen Matt Ross’un yönetmen koltuğunda oturduğu Kaptan Fantastik, kapitalizm ve teknolojinin kuşattığı modern dünyadan kaçıp tabiatın ilkel ama huzurlu ortamına sığınmak isteyen bir ailenin trajikomik öyküsünü anlatıyor. Yönetmen filmde, çocuklarını alarak Kuzey Pasifik’teki adada sistemin dışında bir hayat sürmeye karar veren idealist baba Ben’in çabasına odaklanıyor.
İyi bir çift olan Ben ve Leslie, idealist duygularla oluşturdukları Kuzey Pasifik’teki adada hâkim anlayıştan uzakta yetiştirmeye çalıştırdıkları çocuklarıyla yaşıyordur. Edebiyat, felsefe, müzik ve daha pek çok önemli kültür ve sanat dallarından besleyerek çocuklarını popüler kültürden farklı bir ortamda büyütürler. Anneleri Leslie’nin ölümü üzerine babalarıyla iletişimde sorunlar yaşayan çocuklar, kent yaşamıyla tanışmaya başlarlar. Bu süreç onları yeni deneyimlerle karşılaştırırken, Ben’i de derin kaygılara sürükler.
Ünlü oyuncu Viggo Mortensen’in baba rolünde seyirci karşısına çıktığı filmde George MacKay, Annalise Basso, Nicholas Hamilton, Shree Crooks, Charlie Shotwell, Frank Langella ve Samantha Isler, başrolleri paylaşıyor.
Film, idealist bir karı kocanın sisteme başkaldırışına dikkat çekerken, yaşanan kırılmayla birlikte ailenin kapitalist dünya düzeninin değişmeyen döngüsü içinde savruluşunu da kendine has bir tarzda anlatmaya çalışıyor. Teknoloji ve tüketim kültürünün olanca gücüyle insanı kuşattığı bir düzende, doğaya sığınmanın çözüm olup olmadığını sorgulayan film, bu kaçışa giden yolların yine kapitalizmin taşlarıyla örülü olduğunun altını çiziyor.
Doğa düzenden kaçmak isteyenler için gerçek bir sığınak olabilir mi? İnsanoğlu yaşadığı bu yozlaşma ortamından kurtulabilmek amacıyla doğada alternatif bir yaşam oluşturabilir mi? Alışılagelen yaşam biçimini terk etmek ne kadar mümkün? İnsanoğlu aradığı huzur ve dinginliği bulabilmek için konfordan vazgeçebilir mi? Bu ve benzeri sorularla seyircisini muhasebeye davet eden Kaptan Fantastik, her ne kadar kaçışın bir yol olabileceğini hatırlatsa da nihayetinde bunun sürdürülebilir bir yol olmadığını da açık biçimde gözler önüne seriyor.
Düzen değişir kapitalizm değişmez
Yönetmen Matt Ross, filmde temel mesele olarak eğitime odaklanıyor ancak eğitimle birlikte bir ailenin sosyal yaşamı ve ilişkilerini de ayrıntılı biçimde gözden geçiriyor. Kapitalizmin hemen her yönüyle toplumu kuşattığını çarpıcı sahnelerle beyazperdeye taşıyan yönetmen, teknoloji başta olmak üzere sistemin çeşitli argümanlarla insanoğlunu kendi benliği ve erdemlerinden uzaklaştırma üzerine inşa edildiğine dikkat çekmeye çalışıyor. İnsan ilişkilerinin mevcut sistemde çıkara dayalı olduğunun altını çizen film, gençliğin gelenek, inanç vb. kadim olgularla imtihanını da ele alıyor. Genel olarak “öze dönüş'”ün kapitalist düzende mümkün olup olmadığını sorgulayan Kaptan Fantastik, yer yer mizahtan da yararlanarak bunun beyhude bir çaba olduğu çıkarımında bulunuyor.
Peki, film meramını anlatmada ne kadar başarılı olabilmiş? Her ne kadar hikâye ve meseleyi ele alış noktasındaki tavrıyla özgün olmayı başarsa da Kaptan Fantastik’in kapsamlı bir sistem eleştirisine dönüştüğünü söylemek mümkün değil. Eleştiri odağına koyduğu kapitalist düzeni yer yer yine kapitalist söyleme yakın tezlerle eleştirmesi, bazı sahnelerdeki sorgulamaları popülist söylemlere dayandırması ve kimi vurgularını bütünüyle (eleştirdiği) materyalist anlayış etrafında şekillendirmesi, filmin önemli çelişkileri olarak anılabilir. Yine Hollywood’un bazı klişelerini sürdürmesi ve kadim bazı inanışları eleştirmedeki üslubu da öne çıkan zaafları olarak değerlendirilebilir.
Her ne kadar önemli zaaflar barındırsa da Kaptan Fantastik, ele aldığı meselesi ve benzer filmlerden farklı olarak alternatif bir çözüm üzerine kafa yorması bakımından yine de kayda değer bir yapım olarak kabul edilebilir. Sisteme yönelik esaslı eleştiriler barındıran başyapıtlar da, zaaflarıyla birlikte meseleyi gündeme taşıyan Kaptan Fantastik gibi ara yapımlar da mevcut dünya düzeninin insandan yana olmadığı konusunda hemfikir. “Yeni” ifadesi her seferinde güncelliğini korusa da aslında “düzende” değişen pek de bir şey yok.
Eskisi ve yenisiyle düzen aynı düzen… Kapitalizm başta olmak üzere düzenin tüm aşamalarıyla zamanla insanı daha acımasız bir döngüye sürüklediği bir gerçek. Filmlerin de bize söylediği gibi; dünyanın bu acımasız döngüden kurtulması şart. Peki, ama nasıl?