İnsan yaşamını bir kesitten ya da tek bir pencereden değerlendirme çabası olsa olsa önyargı inşasına veya var olan önyargı ateşini beslemeye yarar. Yüzeysel değerlendirmelerin derinlikli bir bakış açısına evrilmesi, hızlı yaşamak ve hızlı düşünmek zorunda olan (veya hisseden) insanlar için mümkün olmuyor çoğu kez. Noel tatilini okulda beraber geçirmek zorunda kalan tarih öğretmeni Paul, öğrencisi Angus ve okulun aşçısı Mary’nin birlikte geçen yaklaşık on günlük zaman dilimini beyazperdeye yansıtan The Holdovers filmi, alışılageldik insan modellerini öncesi ve sonrası ile anlatıyor. Paul, öğrencilerine karşı oldukça küçümser bir tavır sergiliyor. Angus da sürekli okul değiştiren problemli bir öğrencidir. Her ne kadar diğer ikisi kadar ön plana çıkartılmasa da aşçı Mary ise Vietnam savaşında oğlunu kaybeden bir annedir.
Filmin açılışı ile beraber öğrencilerine ve kısıtlı sosyal çevresine karşı kibirli tavrıyla tanıtılan Paul’un okuldaki Noel nöbetini kitaplarına gömülü halde sıradan bir şekilde geçirme arzusunun zamanla zayıflıyor olması, geçmişte kalan ama geleceğini şekillendiren hatıralara doğru yelken açmasını sağlıyor. Ailesi tarafından Noel tatilinde okulda bırakılan Angus’un kışkırtıcı sorumsuzluklarına karşı durdukça Paul, küllenen gerçek kişiliğinin ayaklanışına da şahitlik ediyor. Bu gerçek kişiliğini olumlu ya da olumsuz tüm yansımaları ile beraber kabullenen Paul tüm maskelerden bir bir arınmaya başlıyor. Yoksul bir ailenin çocuğu olmasına karşın üniversite yaşamında varlıklı ailelerin çocuklarına yapılan pozitif ayrımcılığa yönelik isyankar tavrının bedeli bir ömür yalnızlık olsa da kendi gururlu mücadelesinin kirini pasını atıyor Paul. İçindeki babalık hissi Angus’a sahip çıkma gayreti ile eylem alanı buluyor, günün sonunda herkesin kendi hikayesine döneceğinin bilincinde olsa da.
Angus da okuldaki diğer varlıklı çocukların ukala tavırlarına direnen ama gerçek hesaplaşmasını ailevi sorunları ile yapmaya çalışan genç bir karakter. Bu bağlamda Paul ile ortak bir zeminde buluşan Angus, ailesi ile yaşadığı sorunlara çözüm olmasa da sunduğu bakış açısı ile Paul’a derin bir saygı beslemeye başlıyor. Paul için zoraki olsa da, beraber atıldıkları maceralar Angus için annesi ve babası ile yaşadığı sorunların gelecekte başka insanlara karşı yaklaşımında olumsuz bir ön kabul olmaması için birer örnek olay tadında gerçekleşiyor. Mary ise oğlunu kaybettikten sonra içine kapanan ve kendisi sadece işine veren bir yaşamın içinde akıntıya kapılmış giderken Paul’un ve Angus’un yanında aile olma hissini fazlasıyla yaşıyor.
Filmin geneline sirayet eden aile olma çabası, kendi biyolojik ailelerimizle yaşadığımız sorunların aile olma ya da ailede olma hakkımızı kaybetmediğimizi her daim vurguluyor. Noel zamanına mahsus gibi gözükse de aile olabilmenin değerini, yapayalnız kalmış insanların birliktelik halinde iken geçirdikleri pozitif değişimler ile gözler önüne seriyor film. Kuşatıcı bir üslubun mücadeleci bir ruhla çerçevelendiği olaylar içerisinde başkasının kusurları, hayatla olan bağları zayıflatmak için öne sürülen bir bahane olmaktan çıkartılıyor. Açılış ve kapanışta kullanılan 70’lere has yazı tipleri, aslında sevebilmenin ve de beraber olabilmenin çağdışı sayılabildiği bir dönem içinde hala taptaze bir mesajın simgeleri haline geliyor. Bu olumlu mesajların yer yer zengin-fakir ayrımından destek aldığı da gözlerden kaçmıyor elbette. Ayrıca, karakterlerin film içerisinde net sonuca ulaşamadığı bir ortamda katarsise erişmek isteyen izleyicinin hevesini kursağında bırakabilecek bir eksiklik de mevcut.
Yönetmen Alexander Payne’in hayatın bazen yalnızlığa mahkum eden bir yüzü olsa da elbet bir dost eli uzanabileceğini müjdeleyen filmi The Holdovers, yer yer Ölü Ozanlar Derneği ve Whiplash gibi yapımları akla getiriyor. Fakat başlı başına kendi meramına odaklanan, müstakil bir film The Holdovers.