İyi film izlemek ile heyecan duyarak film izlemek arasında ince bir çizgi vardır. Anlık dürtülere oynayan iyi filmler hayatımızda kısmen yer edebilir veya edemeyebilir. Lakin heyecan verici filmler hafızada her daim var olur. Geçmişten bugüne, sinemaya dair heyecanımızı diri tutan usta isimlerden Martin Scorsese’nin son filmi TheIrishman, yarım yüzyılı aşan sinema tecrübesinin yanına Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci gibi unutulmaz isimleri de alarak üç buçuk saatlik bir heyecan vadediyor. Bir final düellosu da denilebilir aynı zamanda. Film Türkiye galasını Netflix organizasyonu ile gerçekleştirdi. Dijital mecraların, alışılageldik davranışları neredeyse tümden değiştirdiği bir ortamda beyazcam, beyazperdenin hükümranlığına doğrudan ve nihai olarak nokta koyma girişimlerinde bulunurken, geleneksel tutumları ile bilinen sinema insanlarının yeni düzene uyum gösterme yolculukları da farklı bir deneyim izleyiciler için.
Charles Brandt’ın I HeardYou Paint Houses adlı kitabından uyarlanan film, Amerika’nın bir zamanlar en tanınan isimlerinden olan ve akıbeti hala belli olmayan Jimmy Hoffa (Al Pacino)’nın son günleri ile en yakınındaki isimlerden Frank Sheeran (Robert De Niro)’ın hayatına odaklanıyor. Geçmişinin karanlık anılarından beslenen hayatını bir suç yapılanması içinde sürdüren Frank’ın mutlak itaate dayalı yaşam şekli, benzer örgütlerin iç işleyişine ışık tutuyor. Sendika başkanı olan Jimmy ise kameraların önündeki idealist duruşunun aksine perde arkasında türlü dolapların içinde resmediliyor. İç içe giren yaşamların iyiyi ve kötüyü temsil noktasındaki belirsiz tutumları, bir dönemin puslu dünyasını oldukça akıcı ve bir o kadar da acımasız bir dille anlatılıyor. Biçimsel olarak Goodfellas ve Casino filmlerini şekillendiren ana omurga esas alınarak kurgulanmış her şey. Filmin, dilini sakındığı hiçbir kişi ve kurum yok.
Robert De Niro, filmin başından sonuna her an hikayenin içinde. Bununla birlikte Al Pacino’nun filmin ikinci yarısında oyuna dahil olmasıyla birlikte kumandayı eline alması uzun sürmüyor. Seksen yaşına merdiven dayayan iki ismin CGI teknolojisi ile gençleştirildiği anlarda gerçeklik duygusu yara alıyor olsa da, ilerleyen zaman içerisinde kendi doğal yaşlarına yaklaştıkları dönemlerde oyunculuk zirveye erişiyor. Joe Pesci, o soğuk rüzgarlar estiren performansını izleyicinin iliklerine kadar hissettirirken HarveyKeitel’in otoriter mevcudiyeti öykü tasvirine incelik katıyor. Sanat yönetiminin zenginliği, izleyicinin döneme yönelik adaptasyonunu hızlıca temin ediyor. Sayısız lokasyonun filme sunduğu mekan derinliği de ayrıca üzerinde durulması gereken bir husus. Sinema tarihinin pek çok yaşayan efsanesinin aynı filmde bir araya gelişinden mütevellit, geçmişe hürmeten aralara serpiştirilen nostaljik göndermeler hatrı sayılır ölçekte göze çarpıyor. Sinema ve müzik arasındaki doz ayarını tutturamayan sinemacıların örnek alması gereken mekan-müzik uyumuna dair bir ders niteliği de taşıyor film.
Cezbedici yaşamların görünmeyen yüzünde yatan kirli ilişkilere ışık tutan TheIrishman, günümüzde geçmişe göz kırparak nemalanmaya çalışan sayısız ve başarısız denemenin aksine, dün ne ise bugün de aynı keyfi sunan bir yönetmenin ustalık dönemi ürünü. Böylesi bir performansı beyazperdenin o büyülü ikliminde yaşamak tarifsiz bir deneyim olurdu izleyici için. Fakat hayat değişiyor. Değişen hayatın, dünün ustalarının yokluğu ile boşalacak koltuklara yeni ustalar kazandırıp kazandırmayacağını ise zaman gösterecek.