25. Uçan Süpürge Film Festivali seçkisinden üç filmi değerlendirdim.
Ada / The Island (2021)
Romanya asıllı, İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ve seyirci ödülü kazanan Sihirli Dağ / La Montagne Magique (2015) ile tanıdığımız Anca Damian’ın beşinci uzun metrajlı filmi Ada’nın görsel dünyası ne kadar yaratıcıysa, replikleri ve şarkı sözleri o kadar deli saçması. Sanki çok yetenekli bir sanatçı harika bir animasyon yapmış ve bir akıl hastası da üzerine diyaloglar yazmış gibi. “Sinemada görsel mi, senaryo mu” tartışmasını sürdürmek için yapılmış bir deney olabilir bu film. Sinema öğrencilerine izletilip, filmlerin görsel elementleri ve senaryo yazımı üzerine tartışılabilir. Bana sorarsanız, “görüntü iyiyse, senaryo önemsenmeyebilir” fikri kazanıyor. Çünkü filme kötü diyemiyorum. Salonu her terk etmek istediğimde, bir imaj yakamdan tutup yerime çiviledi. Çünkü bu serbest Robinson Crusoe ve Cuma uyarlamasının çizimleri müthiş yaratıcı. Ama karakterlerin birbirlerine ettikleri cümleler, söyledikleri şarkılar, facia. Keşke sussalar, keşke salondaki diyalog kanalları bozulsa ve animasyonu sadece o güzel müzik eşliğinde izleyip kendi repliklerimizi kendi zihinlerimizde yazsak diye düşledim izlerken. Nasıl ki iyi bir senaryo kötü çekildiğinde güme gidiyorsa, Ada’nın görsel zenginliği de başarısız yazım süreci nedeniyle büyük yara almış.
Cennet Gibi / Du Som Er I Himlen / As In Heaven (2021)
Cennet Gibi, anne kaybı üzerine bir film. 1800’lü yılların Danimarka’sında geçiyor. Kocaman bir çiftlikteyiz. Çalışkan kadınlar, neşeli çocuklar ve bazı mutsuz erkekler var. Hikâyenin odağına, kaçıncı çocuğunu doğurmak üzere olduğunu sayamadığımız bir kadın ve en büyük kızı oturtulmuş. Erkek doğarsa ve bu zorlu doğuma bir doktor eşlik ederse kadının öleceği şeklinde bir rüya görülmüş. Bu nedenle doğum zamanı geldiğinde işlerin zorlaşmasına ve kan gölleri oluşmasına rağmen düş gerçekleşmesin diye doktor bir türlü çağırılmıyor. Bu sırada en büyük kız, annesinin saç tokasını izinsiz ödünç aldığı için cezalandırıldığını düşünüyor, inandığı Tanrı’nın rasyonel davranışlar sergilemesini bekliyor ve bir noktada inanmayı bırakıyor, sonra da annesizliği tahayyül etmeye çalışıyor…
Film, silik göstergelerle yürüttüğü yavaş seyri boyunca seyircisiyle mesafesini hep koruyor. Anne kaybı üzerine dolaylı bir büyüme hikayesi nasıl bu kadar soğuk, duygusuz anlatılabilmiş, inanılır gibi değil. Birçok sinemacı uğraşsa, “biz yığınla çocuğu olan bir anneyi hepsinin gözü önünde öldüreceğiz ve bunu izleyiciye mimik oynattırmadan sunmayı deneyeceğiz” deseler, muhtemelen başaramazlar. Ama Danimarkalılar başarmış. Bu nedenle filmi folklorik korku ya da gerilim alt türüne yerleştirip, bir de o gözle bakarsak daha sevimli gelebilir.
Mavi Zindan / The Blue Inmates (2021)
Lübnan’dan gelen bu etkileyici film, hapishanede tiyatro oyunları sahneleyen ve bu sayede sağaltım sağlayan bir sinemacının üçüncü projesinin dokümantasyonu. Ülkesinde oldukça başarılı, ünlü ve iyi kazanan bir komedi dizisi oyuncusuyken bu kariyeri elinin tersiyle iterek kendisini infaz sistemini düzeltmeye adayan Zeina Daccache, 75 dakikaya kurguladığı ancak çok uzun bir sürecin ve emeğin ürünü olduğunu belli eden filminde zihinsel hastalıkları tedavi edilene kadar hapiste tutulan, diğer mahkumlarla bir araya gelmelerine izin verilmeyen bir grubun hikayesini, daha serbest şartlarda cezalarının dolmasını bekleyen yan binadaki mahkumları kullanarak, tiyatro formatında anlatıyor. Mavi binaya gidip tecrit altındaki mahkumları inceliyor, gelip diğerlerine anlatıyor ve birlikte bir oyun çıkarıyorlar. Bize de bu çabayı ayakta alkışlamak düşüyor.
Sanatçının çalışmalarını Vimeo sayfasından inceleyebilirsiniz.