90’ların çocukları gerçekten şanslıydı. Şimdi özlemle andığımız onca şeyin yanında, filmler de bambaşkaydı. Politik iklimlerin kölesi olmayan, karanlık temalar tutuyor diye zifte batırılmamış, saf yaratıcı örneklerle karşılaşıyorduk. Disney filmleri de her ne kadar bembeyaz ve “istikamet mecburi mutlu son” kısıtında olsa da tadından yenmiyorlardı. Mesela 101 Dalmaçyalı (1996). Sonrasında kariyerine TV işleriyle devam eden Stephen Herek’in yönettiği, Glenn Close’un, sevimli dalmaçyalı köpeklerden kendine kürk yapmaya çalışan korkunç bir modacıyı canlandırdığı film; öyle ya da böyle herkesin radarına girmiş, oyuncakları, video oyunları, TV dizisi, yan ürünleri vs. derken dünya çapında bir fenomene dönüşmüştü. Dört yıl sonra gelen 102 Dalmaçyalı kostüm tasarımı dalında Oscar’a aday olmasına rağmen gişede aynı başarıyı yakalayamayınca ise desenli kuçular bir köşeye atılmıştı. Ta ki Disney, şirket tarihinin en büyük başarılarından Disney+ platformunu köpürtmek için sandığını açıp reboot’lar üretmeye başlayana kadar.
Yazının bundan sonrası filmi izlemeyenler için sürpriz bozan detaylar içermektedir.
Cruella de Ville’in hikayesini doğduğu andan itibaren anlatan filmin süresi 134 dakika. Annesiyle yaşayan, sert mizaçlı, haylaz, okulda uyumsuz fakat moda konusunda doğuştan yetenekli Estella Londra yolunda annesini kaybedince, tanıştığı iki sokak çocuğuyla birlikte hırsızlığa başlıyor. Bu Disney filmi hırsızlığı sevimli, gayet de yapılabilir bir şey olarak gösteriyor, inanmazsınız. Sonra, Estella’nın hırsızdan fazlası olabileceğini düşünen arkadaşı, muhtemelen başkasının ekmeğiyle oynayarak onu bir modaevinde temizlikçi olarak işe sokuyor. Patronunun içki dolabıyla sarhoş olduğu bir gece vitrini kendince yeniden düzenleyen Estella’nın yeteneğinden etkilenen moda tanrıçası Barones de onu “Devil Wears Prada” hikayesindeki gibi yanına alıp asistanı olarak eziyet etmeye başlıyor ve olaylar gelişiyor.
Amerika’da 13 yaşından küçüklerin ancak ailelerinin gözetiminde izleyebileceği sınır olan PG-13 ile gösterilen Cruella ilk yarım saatini bir süperkahraman filmiymiş gibi kahramanın doğuş hikayesine ayırdıktan sonra yukarıda bahsettiğimiz Şeytan Marka Giyer / The Devil Wears Prada (2016) filmine dönüşüyor. Bir taraftan şeytanın asistanlığını yaparken bir taraftan kılık değiştirip onu yok etmeye çalışan Estella’nın çifte kişiliği Dr. Jekyll ile Bay Hyde romanını anımsatırken, kendisine yardım eden gazeteci sayesinde ortaya karışık filmimiz bir taraftan da Superman&Lois’e öykünüyor. Sevimli hırsızlar, aptal güvenlik görevlileri, kötü göstermeleri gerektiği için dişlerini sivrilttikleri dalmaçyalılar, başka akıllı ve sevimli köpekler, şatolar, abiyeler, figüran ordusu, şaşaa, aksiyon, büyük büyük laflar falan derken prodüksiyon şiştikçe şişiyor ama elde senaryo olmayınca yaldız tutmuyor, pas görünüyor.
Neyse lafı daha fazla uzatmayalım. Finaldeki intikam planı da 13 yaş altı bir çocuğun elinden çıkmış gibi zaten. Barones hapse düştü diye serveti neden kızına kalıyor, kadın ölmedi ki. Ayrıca kızı resmi olarak öldüğünde hayattaki annesinin her şeyini nasıl bir kâğıt parçasıyla arkadaşına bırakabiliyor? Üstelik bu arkadaş gerçek bir insan bile değil, kimliği yok, doğum belgesi yok… Bunlara mı takıldın derseniz evet, bunlara takıldım. Çünkü Emma Stone gibi harikulade bir oyuncu yanlış cast kurbanı olmuş, Emma Thompson berbat repliklerle harcanmış, Craig Gillespie gibi yaratıcı ve yetenekli bir yönetem memur gibi kullanılmış ve en önemlisi de 101 Dalmaçyalı filmindeki birkaç köpeği kaçırmayı beceremeyen Cruella de Ville, istediği her eylemi hayata geçirebilen Joker gibi bir suç dehası olarak gösterilerek yanlış tanımlanmış. Şaka gibi.
Bu arada film pandemi koşullarına rağmen harika gişe yaptı, daha da fazlasını Disney+’ta kazandı yani Disney için her şey yolunda. 20 yıldır yeni Dalmaçyalı filmi bekleyenlerse köşesinde ağlayabilir, hayaller başka bahara.