Tony ve Emily Hughes, Fransa tatilleri sırasında otomobillerinin bozulması üzerine şirin bir kasabada mecburen konaklamak zorunda kalan bir İngiliz çifttir. Tony içecek almaya çalışırken oğulları Oliver kaybolur ve sekiz yıl sürecek zorlu arayış başlar. İlk gösterimi BBC One’da yapıldıktan sonra birçok platformu gezen The Missing, umudunu asla kaybetmeyenlerin öyküsünü anlatıyor.
Beş yaşındaki Oliver’ın kayboluşu hem kasaba sakinlerinin hem de medyanın ilgisini çeker. Kaldıkları otelin sahibi, Hughes çiftine istedikleri kadar ücretsiz konaklama hakkı tanır, gittikleri kafe ve restoranlar hesap almaz. Haberciler peşlerini bırakmaz ve Paris’ten gelen işinin ehli bir dedektif dâhil tüm polisler ellerinden geleni yapar. Ne var ki -artık dizilerde standart hale gelen- bir günümüzden bir geçmişten sahne gösterme tercihiyle bunun böyle gitmediğini öğreniriz. Sekiz yıl sonra tek başına da olsa Tony hala o kasabaya gitmekte, aynı odayı tutmakta ve oğlunu aramaktadır. Bir farkla, halk artık onu orada istememektedir.
Kasaba gözden düşmüş, turist gelmez olmuştur. Tony parası olmamasına rağmen sürekli içer ve hesap ödemeden kaçmaya başlar. Emily ise yaşamına devam etmiş görünmektedir, hatta olayda görevlendirilen İngiliz polis Mark ile evlenmek üzeredir. Onun oğlunu kendi oğlu gibi sever. Ardından Tony sekiz yıl sonra nereye varacağı belli olmayan bir ipucu bulunmasıyla kasabaya döner, artık emekli olmuş dedektif Georges da ona yardımcı olmaya çalışır.
Çekici yanları olsa da polisiye tutkunları için pek de parlak olduğunu söyleyemeyeceğim The Missing, klişelere teslim olmuş bir yapım. Banyoya girip suyu açarak ağlama sahnesi mesela. Ya da takip edilen adamın kocaman bir binadaki ışık yanan tek ve elbette perdesiz evde, pencere önünde salınırken görünme sahnesi. Bunlar gibi sayısız “kullanılmış fikir”, senaryoda ve yönetmen tercihlerinde tekrar edilmiş görünüyor. Önemseyen yaşlı dedektif, sırrı ortaya çıkmasın diye bilgi sızdıran kötü polis, sevecen ancak kariyer sıralamasında alt basamaklardaki memur, çocuğuna bir şey olduktan sonra başkasıyla beraber olan güçlü kadın, iyi bir hikâye yazmak için çirkinleşen köpekbalığı gazeteci vb. her türlü karton karakter hikâyede kendine bir yer bulmuş görünüyor.
Ana öyküye yapıştırılmaya çalışılan ancak bir türlü tutmayan pedofili öyküsü ise rahatsız edici. Vincent Bourg karakteri reşit olmayanlardan etkilenen fakat bunu hiç eyleme dökmemiş biri. Çocuklarla fiziksel temas kurmamış ama çocuk pornosu izliyor ve bu videoların dolaşımında parmağı var. İzleyen oldukça üretimin de olacağı gerçeğinden yola çıkarsak, Vincent’ın masum olduğunu söylememiz güç. Tıbbi tedaviler ve dini telkinler yardımıyla kendini frenlemeye uğraşan, sekiz bölüm boyunca hastalığıyla boğuşan karakterin neden dizide olduğu ve kayıp aranıyor öyküsü için önemi bir türlü belirginleştirilmiyor. Bu karakteri çıkarsalar hem izlemesi daha kolay hem de daha konsantre bir iş elde edilebilirmiş.
Sürprizi açık etmeden, finalin de tatmin edici olmadığını söylemek gerek. Sekiz bölüm boyunca yan yollara sapıp duran, bir türlü akmayan, oyuncuları ya da replikleriyle izleyicisini mutlu etmeyi başaramayan The Missing’in tek yapabildiği sırrını iyi saklamak. Tahmini mümkün olmayan bir açıklama getirildiğinden, final bölümü heyecan yaratmayı başarıyor. Fakat bununla yetinmeyen yazar –dizi bittiği için sanırız- cevabını asla vermeyeceği yeni sorular sormaktan kendini alamıyor.
En İyi Mini Dizi ve (karakterini yorumlayış şekli herkesçe kabul görmeyecek) Frances O’Connor sayesinde Bir Mini Dizideki En İyi Kadın Oyuncu dallarında Altın Küre’ye aday gösterilen yapıma iki sene sonra çok daha yüksek puanlar alan,farklı oyuncular ve yeni bir dava içeren devam sezonu da geldi ama o da başka bir yazının konusu olsun.
Dram yüklü bir “kayıp aranıyor” hikayesi izlemek isteyenler için iki sezon birden Türkiye’de TV+ platformu üzerinden izlenebiliyor.