“No words in the English language are more dangerous than ‘good job.”
(İngiliz dilinde aferinden daha tehlikeli bir kelime yoktur.)
Terence Fletcher, Whiplash
Kökleri acı olan bir eğitim sürecinin, bazen tatlı meyveler vermediği durumlar da olmuştur hani. Dipsiz kuyu tadındaki taleplerin, tükenmişlik sendromuna dönüştüğü an, ego savaşlarının tahribat dolu çarpışmaları da eş zamanlı olarak su yüzeyinde belirmeye başlar. Whiplash adlı yapım, çarpışmanın tam orta noktası. Konservatuar öğrencisi 19 yaşındaki Andrew (Miles Teller), yeni bir üstat kuşağını ortaya çıkarabilmek için sınır tanımaz eğitim süreçlerini uygulayan Fletcher (J. K. Simmons) için umut vaat eden bir çaylak. Hedefine giden yolda her eziyeti sineye çekme konusunda kararlı olan Andrew, Fletcher’in merhametten yoksun cümlelerine, annesinin babasını, meşhur bir yazar olamayacağı için terk ettiğine dair imalarına, halâ babası ile birlikte sinemaya gitmesinin bir utanç olduğunu sık sık yüzüne vuruşuna, kısacası tahrik dolu tüm hamlelerine bir derviş edasıyla katlanıyor. Bu baskılar arttıkça, sıradan insanların hayatlarından iyice uzaklaşıp, genel kitlenin önceliklerine sırt çevirerek, idealist bir kişiliğe dönüşmek için manevi savunma mekanizmalarını kurmayı göze alıyor Andrew. Bu uğurda, kız arkadaşını dahi (biraz küstahça da olsa) terk etmeyi göze alabiliyor. Fakat ilk büyük sınavındaki duygusal kırılma anları, Fletcher’in geçmişi ile birleştiğinde, araya kısa süreli bir ayrılık rüzgârı giriyor.
Andrew ile Fletcher’in yeniden karşılaşma hikâyesi ise filmin en çok göze batan yönlerinden. Farklı yollara savrulmuş iki insanın, sıradan ve biraz zorlama tesadüfler zinciriyle bir araya gelişi, final yolundaki tökezleten taşlardan. Yine de film boyunca ayakta tutulan psikolojik harp atmosferi, bu aksayan karelerin olumsuz yöndeki etkisini peyderpey azaltıyor. Finalde ise bu büyük hikâyeye nokta koymaya kıyamamış, genç yönetmen (ve aynı zamanda filmin senaristi olan) Damien Chazelle. Kaldı ki Fletcher’in “good job” ifadesine bakış açısı ile de tam manasıyla örtüşüyor. İrade kapasitemiz, mücadele gücümüz ve hayat pratiğimizle, hepimizin kendi penceresinden tamamlayabileceği ucu açık bir final yolu var.
Andrew için bateri tutkusu bir ideal olsa da, filmin anlam bütünlüğü bakımından sadece bir araç. Fakat hikâyenin ritmine son derece olumlu bir katkı sağlıyor. Finaldeki karşılıklı atışmaları da göz önünde bulundurursak, seçilen müzik enstrümanının tempo tutturmaktaki önemi fazlasıyla anlaşılabilir. Özellikle Whiplash adlı eserin inişli çıkışlı melodisinin üstlendiği misyonu ayrıca not etmek gerek. Görüntü yönetiminde ağırlıklı olarak koyu formların tercihi, kısmen distopik bir ortamın oluşmasını da sağlıyor. Kurgunun dengeli ve filmin yükünü kaldırabilecek kapasitedeki tasarımı ise ayrı bir başarı.
J. K. Simmons, Full Metal Jacket filminin psikopat çavuşu Hartman’ı andıran acımasızlığını, sıradan bir gaddarlıktan ziyade, Fletcher’a dair psikolojik açmazları da aksettirerek, haleti ruhiyesinin loşluğunu yansıtan kostüm tasarımı ile birlikte ustalıkla sergiliyor. Miles Teller genç Andrew rolünü, sadece azimli bir öğrenci hüviyetinden çıkartıp, fiziksel yıpranmalara dayanabilecek kapasitede dirayetli bir profile dönüştürme konusunda hayli başarılı.
Akademi Ödülleri’ne pek çok dalda aday olan Whiplash, ortalama bir aksiyon filminden daha sürükleyici ve tipik bir gerilim filminden daha rahatsız edici olay örgüsüyle, beylik laflara sığınmadan, yer yer müzikal türüne de göz kırparak, izleyicisinin dikkatini her daim ayakta tutmayı başaran ödül avcısı bir film olarak sinema tarihindeki yerini alacak gibi gözüküyor.