Ali Atay’ın ilk yönetmenlik denemesi olan Limonata, ana ayrı baba bir, iki kardeşin kavuşma hikâyesini anlatıyor. Babasının vasiyeti üzerine Üsküp’ten İstanbul’a, kardeşini bulmak için gelen Sakip, kardeşi Selim’i bulmak için epey ter döküyor. Tıpkı izleyicinin, şiveli diyalogları anlamak için çaba gösterirken olduğu gibi. Peşinen söylemekte fayda var. Hikâyeden ziyade, eğlence dolu anlarıyla ön plana çıkan filmin vurucu silahı olması gereken diyalogların, ağır şiveye kurban edilmiş olması üzücü. Vizyon gösterimlerinde altyazı vb. bir çözümde bulunmadığı için, mizah barındırdığı düşünülen pek çok konuşmayı anlayamadan duymak durumunda kalmak, izleyiciler için bir hayli yorucu olmakta. Film gösterime yeni girmişken, komedi algısıyla salonlara koşan izleyiciyi rahatlatmak adına, bu durumu en azından şu andan sonra çözüme kavuşturmak faydalı olabilir.
Leyla ile Mecnun ekibinden çıkan her ürünü, diziyle ilintili olarak değerlendirmek yanlış. Absürt komedi algısını tüm yapımlara gelişi güzel serpiştirmek, öncelikle filmin kendisine yapılan önyargılı bir haksızlık olur. Limonata’yı izlerken Leyla ile Mecnun algısını bir kenara koyup bağımsız değerlendirme yapmak en sağlıklı olanı.
Öncelikle, Ertan Saban, Sakip rolü için alternatifi olmayan bir isim. Kendi topraklarını başarıyla canlandırdığını söylemek, haddimiz dahi değil. Serkan Keskin’in titrini çok zaman önce ispat ettiği oyunculuğu ile birleştiğinde, keyif veren ikili haline gelmişler. Yalnız, (kısmi de olsa) bazı sahnelerdeki yoğun argoya gerek var mıydı, tartışılması gereken bir konu.
Yol filmleri bizde pek rağbet görmez nedense. Etrafımızdaki ülkelerle yaşanılan siyasi krizleri bir kenara bırakırsak, kültürel ve tarihi miraslar barındıran coğrafyalarda geçmesini umduğumuz filmlerin, izleyicinin sınırın öte yanındaki benzer hayatlara ilgi duyacağı gerçeğini göz önünde bulundurursak, ilgiyle takip edilecek bir alt tür haline gelme ihtimali yadsınamaz.
Aç, susuz ve beş parasız halde Bulgar topraklarına girdiğini anlayan Selim’in tepki dolu anlarında gürültü fazlasıyla yüksek. Bağırış çağırış had safhada. Halbuki, gollük pas kıvamındaki o anlar, muzip diyaloglarla daha da güzelleştirilebilirdi. Yinede, yol boyunca sınırın öte yanındaki Türk varlığını görmüş olmak bile ayrı güzel. Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Ciguli’yi görmek ise bir o kadar hüzün verici.
Üsküp’te aldıkları kara haberi ve Balkanlarda 90’lı yıllarda yaşanan felaketi birde Sakip’in dilinden duymaya başladığımız anlarda, neşeli atmosfer bir anda tersine dönüyor. Üsküp sokaklarındaki “Blood is not Lemonade” duvar yazısını gördükten sonra filme verilen ismin çıkış noktasını anlayabiliyorsunuz. Fakat bu sert geçiş, çok eğreti kalıyor. Zorlama iklim değişikliği, filmin finaline kadar sıkıcı bir tat bırakıyor. Finaldeki mezarlık sahnesi ise görülmeye değer. Malum son öncesi keyifli bir veda oluyor.
Bazı sahnelerde aktüel kameranın sarsıntı tadındaki titremeleri rahatsızlık veriyor. Oyuncu kadrosunun tepe noktalarındaki isimlerin birbirleriyle olan gözle görülür uyumu, Ali Atay’ın elini rahatlatmış. Müziklerin, birbirini tanımaya başlayan iki kardeşin uzun yolda geçirdiği atraksiyonlarla uyumlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
İstanbul Film Festivali’ndeki gösteriminden sonra, vizyonda izleyicisiyle buluşan Limonata keyifli bir film. Beklentiler boşa çıkmayacak. Birde şu şive olayını çözselerdi.