Yeni bir haftadan herkese merhaba. Söz Kısa Filmcilerde röportaj serimin on üçüncü haftasında hepimizin çok yakından tanıdığı bir konuğum olacak. Kariyerine kısa filmler çekerek başlayan, ilk uzun metrajı Kaygı ile Berlin’de yarışan ve sonrasında yeniden kısa metraj işlere imza atan yönetmen Ceylan Özgün Özçelik ile bu röportajda kısa belgeseli üzerine söyleştik. Serinin bu haftasında üzerine konuşacağımız kısa belgesel, sekiz yıl boyunca şiddetine maruz kaldığı kocasını öldüren Name Öztürk’ün kabusuna ortak olan ve Name’nin sesinden mucizeyi arayan Ankebût olacak.
Bu haftanın röportajında daha yakından tanıyacağımız isim, 21. İzmir Kısa Film Festivali’nin Ulusal Deneysel Film Yarışması’nda En İyi Deneysel Film ödülünü kazanan Ankebût filminin yönetmeni Ceylan Özgün Özçelik olacak.Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.
Cadı Üçlemesi’nin ilk adımı olan “13+” ile bir kısa kurmaca çektiniz. “15+” ile deneysel belgesel ve “18+” ile de uzun kurmacayı bizlerle buluşturacaksınız. Bu noktada “Ankebût”un üçlemeyle dolaylı da olsa bir bağlantısı bulunuyor mu?
Cadı Üçlemesi; biçimleri, türleri ve karakterleri farklı olan üç filmden oluşuyor. Temaları ortak: Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddete dair iyileşme öyküleri anlatıyorlar. Üç yıl önce, üçlemenin ikinci halkası uzun belgesel 15+ için çalışmalara başladım. Danışman avukatlarımızın ve danışman psikoloğumuzun rehberliğinde mahkeme dosyaları okudum, duruşmalarda bulundum ve uğradıkları sistematik şiddete karşı evli oldukları adamları meşru müdafaayla öldürmüş kadınları cezaevlerinde ziyaret ettim. Uzun belgeselimiz 15+’nın yolculuğu cezaevindeki kadınların sesi olma hayaliyle başladı. O sırada cezaevinde tutuklu bulunan Name Öztürk’ü tanıdım. Sekiz yıl boyunca evli olduğu adamın şiddetine uğramıştı. Name’nin uzun belgeselimizde bizimle olmasını diliyorduk. Ben araştırma-geliştirme sürecindeyken Name özgürlüğüne kavuştu. Name’den çok etkileniyordum ve birlikte ne yapabileceğimizi düşünüyordum. Ankebût böyle ortaya çıktı. Ankebût, üçlemeden bağımsız bir deneysel. İçeriğinin şüphesiz üçlemeyle bağı var ama biçimsel olarak süratli ve ayrıksı. Bir video-art olmasa da üçlemenin dünyasından farklı bir yerde duruyor.
Filmin hazırlık, çekim ve post prodüksiyon süreci ne kadar sürede tamamlandı?
Ankebût’un hazırlık süreci 15+ ile iç içe ilerledi. Name, cezaevinden yeni çıkmıştı ve kendini hazır hissettiğinde bizimle cezaevindeyken gördüğü bir kâbusu paylaşacaktı. O esnada ben mekân bakıyordum. Sokakları, binaları, dükkânları…Gündelik hayatın parçası olan ve “şiddet”i çağrıştıran yapıları, yazıları ve objeleri fotoğraflayarak bir çekim rotası oluşturdum. Oyuncaklar, vitrin mankenleri, reklam giydirmeleri dâhil… Görüntü yönetmenimiz ve asistanımızla beraber yollara düştük. Çekimleri bir günde tamamladık. Kurgucumuzla önce ses olmadan bir imgeler dizini oluşturduk. Name, ses kaydını gönderdiğinde kurgu masasındaydık. Yedi dakikalık bir ses kaydıydı. Çok ağırdı. Name’nin sesi durmaksızın dönüyordu. Uzun bir süre yerimizden kalkamadık, konuşamadık. Araştırma süreci hariç Ankebût’u bir ayda tamamladık.
Filminiz hakkında ilk ilgi çeken noktalardan biri de ismi. Bilindiği üzere Kur’an’ın 29. suresi olan Ankebût’un, ismini 41. ayetinde geçen ve örümcek anlamına gelen “el-Ankebut” kelimesinden aldığını görüyoruz. Filmin isminin bununla bir bağlantısı var mı?
Örümcek; mitlerde, inanışlarda, farklı kültürlerde yaratıcı ve yok edici. Film de adını buradan alıyor: Yıkmak, kurmak, ağlarını örmek… Yeni bir evi, yeni hayatı inşa eden… Name kâbusları yıktı, düşlerini örüyor artık. Adını Kur’an’daki sure kadar bu güçten de alıyor Ankebût. Name’nin zihninde tekrar eden şiddet dolu imgelerle ve seslerle vedalaşıyor ve onun sesiyle beraber mucizeyi arıyor.
Kariyerinizin başlarında çektiğiniz kısa filmlerin ardından isminizi geniş kitlelere duyurduğunuz “Kaygı” filmini çektiniz. Yönetmenler genellikle ilk uzun metrajlarına imza attıktan sonra kısa metraja tekrardan dönüş yapmazlar ama siz ardından “13+” ile yeniden kısa metraja dönüş yaptınız. “Ankebût” ile de devam ettirdiniz. Sizi bu kararı almaya sevk eden neden ya da nedenler nelerdi?
İlk uzun metrajım Kaygı’yı tamamlamıştım ve 18+ adlı yeni uzun metraj senaryoma çalışıyordum. Bu senaryo için şiddet okumaları yaparken, “kız çocuklarına cinsel istismar” konusuna özellikle yoğunlaştığım bir dönemde sıkça kâbus görmeye başladım. Gördüğüm kâbuslardan biri beni geçmişime götürdü. Bu kâbus bir kısa filme dönüşmeliydi. İhtiyacı olan form buydu. Nihayetinde öykünün kendisi size şöyle diyor: “Benim için en doğru anlatı biçimi bu!”. Filmin ihtiyacı olan sürenin ötesine geçmemek, film için en sağlıklısı. 13+ ve Ankebût mevcut sürelerinden uzun olsaydı ikisinin de kökleri zedelenirdi.
Şu ana dek çektiğiniz filmlere baktığımızda gerilim, psikolojik gerilim ve korku gibi sinemamızda sık denenen ama çok az kişinin başarılı olduğu işlere imza attığınızı görüyoruz. Siz de bu türleri hakkıyla çeken az sayıda yönetmenlerden birisiniz. Sizi bu benzer türlerde yolculuğa devam etmenizi sağlayan motivasyon nedir?
Öncelikle bir sinemasever olarak kendim de güvenli sularda yüzmeyen, duygu sömürüsüne geçit vermeyen, hareket eden kameranın ve etkin sesin varlığından korkmayan tür filmlerini seviyorum. Korku sinemasına ve tüm alt türlerine özel ilgim var. Gerçeğe ulaşmak için bir mekânı eşeleyen ve onu dönüştüren gerilimlerin hayranıyım. Benim için sinema atmosfer demek, tasarım demek. Meselemizi hangi araçları kullanarak anlatıyoruz? Bir esere kimliğini veren ne kadar risk aldığı ve tekniği oluyor. Hepsinin kaynağı ve en büyük motivasyon ise hayal gücü… Umarım hayal kurmaya devam edebiliriz hepimiz.
“Ankebût”un hikayesi kendini ve çocuklarını korumak için sekiz yıl boyunca şiddetine maruz kaldığı kocasını öldüren “Name Öztürk”e ait. Filmi ortaya çıkarmadan önce Name Öztürk ile yollarınız nasıl kesişti, diyaloğunuz nasıl gerçekleşti ve kendisi bu filme nasıl baktı?
Name Öztürk’ü uzun belgeselimizin danışman avukatlarından biri aracılığıyla tanıdım. Name’nin öyküsünden özellikle etkilenmiştim. Onu ilk kez istinaf duruşmasında gördüm. Bakışı hafızama kazındı. O gün tahliye kararı çıktı. Etkileyici sesi, duruşu, yazarlıktan el sanatlarına sayısız yeteneği… Hayranlık uyandıran biri… Name’ye özel bir film yapmak istiyordum. Cezaevindeyken gördüğü ve artık peşini bırakan bir kâbusu anlatmasını rica ettim. Heyecanlandı bu fikre. Üç yıldır cezaevindeydi ve dışarı yeni çıkmıştı. Ondan tekrar bir ses kayıt stüdyosuna kapanmasını asla isteyemezdim. Evinde, kendi cep telefonuna kaydetti kâbusunu. O gün bugündür arkadaşız.
Ankebût kısa süresine rağmen görüntüleri ve sesleri ile izleyenleri rahatsız etmeyi başaran bir iş olmuş. Seyirci üzerinde hakimiyet kurmak adına uyguladığınız bu teknik ayrıntıları kullanmayı hangi faktörlere göre belirliyorsunuz?
Görüntüde, kurguda ve ses tasarımında Name’nin cezaevinden önceki hayatının onu nasıl tükettiğini yansıttığımız hızlı bir dünya var. Yıllarca onu kimse duymamış. Duyan da yanında olmamış. Hep yalnız… Bu sebeple filmde de yer yer Name’nin sesini kaybedip buluyoruz. Name’nin dediği gibi bir “işgal”in içindeyiz. Ankebût’un görsel ve işitsel yapısını tamamen bu “işgal” üzerine kurdum. Her şey kaotik! Kapalı mekândan çıkıyor ve şiddetin şehirdeki, reklam panolarındaki, binalardaki, vitrin camlarındaki izlerini takip ediyoruz. Bunları, Name’nin mahkeme dosyasından, sağlık raporlarından parçalarla birleştiriyoruz. Hepsi şiddetin döngüsüne dair… Name kâbusunu paylaşırken film de onun kendini nasıl iyileştirdiğini arıyor. Karabasanlarını nasıl yıktığını ve şimdi ne inşa ettiğini…
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri özellikle son on yıllık süreçte inanılmaz bir boyuta ulaşmış durumda. Hukuk sistemi de çoğu zaman oldukça tepki çeken kararlar vererek kamuoyunda büyük tartışmalara neden oluyor. Siz bir sinemacı gözüyle bu konulara filmlerinizde yer vermeye ilk ne zaman karar verdiniz? Tetikleyici olay sizin için ne oldu?
2016’da ailemdeki kadınların yaşadıkları ve kendi geçmişim karabasan gibi üstüme çöktü. “Yakamadığınız cadılar”ın öykülerini anlatmak istiyordum. Sonrasında yıllar süren araştırmalar, okumalar ve cezaevi buluşmaları başladı. Dileğim, bu filmlerle hafızamıza hapsettiklerimizi, geçmişi kusmak! Temas ederek ve paylaşarak… Aksi halde nefes almak mümkün değil.
Filminiz prömiyerini Ann Arbor Film Festivali’nde fiziki olarak salonda yapacakken salgın nedeniyle online olarak yaptı. Bazı yönetmenler bu online gösterim işine daha gelenekçi bakarak filmlerini sadece salonlarda göstermek istiyorlar. Sizin bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Sinema salonlarının “normal” günlerine ne zaman döneceği bilinmediği için şu anki koşullar biz sinemacıları neye yönlendiriyorsa onu yapıyoruz. Şüphesiz filmleri yaparken hepimizin hayali sinema salonlarında izlenmesi… Böyle bir dönemde -nasıl olursa olsun- filmlerin seyirciyle buluşabilmesi en kıymetlisi. Ankebût, Ann Arbor, Dokufest ve RIDM gibi festivallerde çevrimiçi gösterildi. Film yapımının ve seyrinin geleceği nedir? Hiçbir soruya verebileceğimiz net yanıtlarımız yok ve bu çok ürkütücü. Bilinmezliğin getirdiklerine ve getireceklerine göre film yapma pratiklerimiz ve festival algımız değişiyor.
Son olarak da ilerleyen süreçte izleyeceğimiz yeni projeleriniz 15+ ve 18+ hakkında bilgi verebilir misiniz?
Cadı Üçlemesi’nin ikinci halkası uzun belgesel 15+’da evli oldukları adamların sistematik şiddetine uğrayan iki kadın cezaevinden sesleniyor bize. Salgın şartlarının da etkisiyle post-prodüksiyon sürecimiz on dört aydır devam ediyor. Yakında tamamlayacağız ve yıl içinde seyirciyle buluşacağız. Üçlemenin son filmi, uzun kurmaca 18+ fantastik bir kara komedi. Bir ailenin üç kuşak kadınlarının sırlarını konu alıyor. Gereken maddi kaynaklar oluşursa 2021 sonuna kadar çekmeyi umuyoruz.