“Senarist’i Bulun!”

Bu hafta vizyona giren Senarist filminin yönetmeni ve oyuncularıyla buluştuk, Film Arası okurları için eğlenceli bir sohbet gerçekleştirdik...

Keyifli Okumalar…

Başak Bıçak: Öncelikle Senarist’i beğendiğimi söylemeliyim. İncelikle işlenmiş bir hikâyesi ve kurgusu var. Tebrik ederim…

Asım Tuncay Aynur: Sizlerde bu düşünceyi oluşturabildiysek amacımıza ulaşabilmişizdir demektir.

BB: Konyalısınız değil mi? O yüzden Konya’da çekildi film.

Hulusi Orkun Eser: Evet Konya’lıyım. Konya bildiğim bir yer. Sözümüzün geçtiği yer. Şirketim, ekibim orada. Rahat çekilebilme açısından uygun yer.

ATA: Bir de mekânlarımız yapmak istediğimiz işi yeteri kadar yardımcı olabilecek noktada.

HOE: Plato kurduk birçok yerde. Mahzen sahnesidir, Âdem’in evidir… Onların hepsi plato, stüdyoda yaptık. Dışarıda da güzel yerleri seçtik ve bitirdik.

BB: Sırayla kendinizden bahsedebilir misiniz?                                             

ATA: 1968, Ankara doğumluyum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarını bitirdim 1993 senesinde. 2006 yılında Konya Devlet Tiyatrosu’nda göreve başladım. 2014 yılında Orkun Bey ile tanıştık. Kafasındaki projeyi anlattıktan sonra benim de hoşuma gittiği için bu filmin oluşmasında yardımcı olmaya çalıştım naçizane. Özgeçmişim kısaca böyle diyelim. Bunun dışında profesyonel anlamda bakarsak ilk sinema filmim diyebiliriz. Daha önceden kamera oyunculuğu öğrenmek adına yaptığım ufak tefek işler var.

BB: Ama bu ilk başrol sanırım.

ATA: Evet, ilk başrol. Konservatuar eğitimi alırken daha çok tiyatro sahnesine göre oyunculuğu öğreniriz. Kamera biraz daha teknik olarak farklılıklar içeren bir oyunculuk tarzıdır. Onu da öğrenebilmenin –en azından benim dönemimdeki- yolu deneyimle olur. Bunun için ufak tefek şeyler yaptım ki bunun en büyüğü TRT’de o dönemlerde Sahte Dünyalar diye yayımlandı. Bir dizide aşağı yukarı 100 bölüm oynadım ama internette bir araştırma yaptım acaba var mı diye. Evet, var ama ben yokum. Böyle karışık bir durum. Can sağ olsun. Onun dışında evet profesyonel anlamda çok keyif alarak çalıştığım, yapılması gerektiğine inandığım bir film oldu.

BB: Orkun ile yönetmen olarak çalışmak nasıl?

ATA: Tanıyabildiklerim veya çalışabildiklerim içinde keşke her yönetmen Orkun gibi olsa. Çünkü Orkun çok rahat bir insan. Bazen eleştiriyorum bile, nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun diye. Çünkü çalışırken gerginlikler, gerilmeler olur. O anda orayı yumuşatacak birileri yoksa çatışma noktasına kadar taşınabilir o gerginlik. Orkun o konularda her zaman tampon görevi gören bir yönetmen. Gerilmeye başlayamıyorsunuz bile zaten. Ve enerjisi çok yüksek. Yaptığı işi o kadar inanarak yapıyor ki, onun getirdiği şey çalıştığı insana da yansıyor otomatikman. Benim yapımda da özellikle işimi yaparken çok gerilmek yoktur. O noktada da bir anlaşmamız olunca gayet keyifli, neşeli, şakraklı bir film yaptık. Bakalım sonucu nereye varacak göreceğiz.

BB: Orkun sen biraz bahseder misin senaryo, iş sürecinden?

HOE: Aslında uzun bir süreç. Benim çocukluk hayalimdi sinema. Biraz harita mühendisliği, biraz iç mimarlık geçmişim falan var. Bitiremediğim bir Sinema-TV var. Bu yıl atmazlarsa seneye atarlar herhalde. Hukuk düşünüyorum. Senaryoyu açıkçası ben yirmi ya da yirmi bir yaşında yazmaya başladım. Psikoloji üzerine, biraz Siyonizm üzerine, biraz siyaset üstü olaylara ilgim vardı. Hikâyesi az buçuk aklımda belliydi. Harmanlama fırsatım oldu. 22 yaşında yazmaya başladım. 24 yaşında çekmeye başladık işte. Güç bela 26 yaşında bitirebildik.

BB: Bir sene mi sürdü çekimler?

HOE: İlk kayıt dememizden 1 yıl 8 ay civarı sürdü. Bizimki gizem filmi. Merakı istediğimiz tatta tutmamız gerektiğini düşündük. Hiç ipucu vermememiz gerekiyordu ama izleyicinin de sonunda anlamadım ne oldu dememesi lazımdı. Biz çektik, bitirdik, kurguladık, izledik. Hiç anlamadık dediler. (Gülüyor)

BB: Filmde bazı noktalar havada kalıyor. Seyirciye bırakıyorsunuz onu…

HOE: Hiç anlamadık ne oldu burada muhabbeti olunca biz de ilk sahneden tekrar çektik. Böyle biraz daha iyi oldu ama. Çünkü film eninde sonunda anlaşılmalı. Mesela ben bazı filmleri izliyorum, anlamıyorum yani. Arkadaşlar toz kondurmamak için anlamış gibi gözüküyorlar. Bizim film öyle olmasın dedim. Seyirci en azından ne anlatmaya çalıştığımızı anlasın ama muallakta olan yerler de kalsın dedik. Ortada tutturabilmek için çekimler yaptık ki bu vaktimizi aldı. Film senaryodan boş kâğıt olarak gelip şirketten film olarak çıktı. Tüm hepsi bünyemizde yapıldı ve biz çok kalabalık değiliz yani. O yüzden uzun sürdü.

ATA: Evet, 10 ile 15 kişi arasında değişen teknik kadromuz var.

HOE: Son 15 günden beri aldığımız tepkiler bizi baya umutlandırdı. Belli büyük markalardan tepkiler geldi. Mesela filmde Dolby Atmos çıkıyor. Türkiye’de Dolby Atmos çıkan 5. film. Londra’dan bir teklif geldi. Bunun gibi birkaç olay daha var. Doğal olarak bizim elimizi güçlendirdi. Kopya sayımızı da arttırdı. Şuan 80-100 kopya arası girecek ve Osman Pazarlama dışında başka bir film yok bu süreçte. Bu aralar rahat. Çok fazla yerli film yok, olan filmler de altıncı yedinci haftasında. Ama gişede pek umudumuz yok yine de.

ATA: Başından beri yoktu. Çünkü Orkun’un derdi film yapmak olduğu için, aynı dertte buluştuğumuz için bu kadar insan bir araya gelebildik. Aynı kafadayız pek çoğunlukla. Dönüş olursa daha iyi olur, beğenilmişse seyircinin karşısında başka bir film ile çıkabiliriz. Çünkü bu iş maddiyatla yürütülen bir iş, paranız varsa film yapabilirsiniz ya da sanat yapabilirsiniz.

HOE: Aslında film üçleme olarak tasarlandı. Ama herşey sürpriz. Beklentimize yakın bir şey olmazsa sonraki proje direkt komedi. Ama bu filmde para kazanırsak Matrix gibi bir şey çekeriz.

ATA: En azından tarzı itibarıyla Türkiye’de ile ilk defa yapılan bir şey.

BB: Dilara, senin projeye dâhil olman nasıl oldu? Senaryoyu ilk okuduğunda ne düşündün? Daha önceden tanışıyor muydunuz? Süreci bize anlatabilir misin?

Dilara Büyükbayraktar: Orkun’la tanışıklığımız yoktu öncesinde.

HOE: Ben onların dizisinin görsel efektini yapıyordum Dilara başrol oyuncusu olunca takmadı beni (Gülüyor)

ATA: Ben 10 senedir Devlet Tiyatrolarında görev alıyordum ama beni bildiği yoktu yönetmenin, işi bana düştü de ondan tanıdı (Gülüyor) Ekibin oyuncu kadrosu daha önceden birbirini bilen insanlar değillerdi.

DB: Biz Orkun’la öncesinde tanışmıyorduk, ben Konya’da bir dizide oynuyordum aslında. Bizim dizide çalışan bir arkadaşımız vardı o zamanlar. O önermiş Orkun’a. Bir gün Orkun geldi elinde senaryoyla, çok hoşuma gitti benim de. Şöyle bir şey de var benim ilk sinema tecrübem olacaktı bu. Zaten Konya’dayım, başka bir yere de gitmem gerekmeyecekti. Çok heyecan duydum sinema filminin içinde yer almaktan. Tabii ben de o zamanlar 24 yaşındaydım 24 yaşında bir film çekmek bence çok büyük bir olay. Dolayısıyla çok heyecanlandım. Böylece başladı maceramız.

BB: Âdem’in karakterinden bahsedelim biraz. Âdem dışında diğer karakterlerin geçmişi pek verilmiyor. Bu bilinçli bir tercih mi?

HOE: Her şey bilinçli. Hürel özgür ülke demek zaten. Erdemliler antlaşması geçmişe dayanıyor. Âdem insanoğlu, insanlık demek. Adem hiç demek. Bunun gibi hepsinin altı dolu aslında. Bir de konuya girmek istedim pat diye. Ama o bile 25. dakikayı buldu. Yazıldığı gibi olmuyor.

ATA: Adem veya Âdem iki taraftan da bakılabilir. Ama ben kendi tarafımdan baktığım zaman Âdem olarak aldım karakteri ve biraz evvelki ismini hatırlayamadım kusura bakmasın karakteri yaratırken Türkiye’deki herhalde iyi kötü herkesin tanıdığı iki farklı yazardan esinlendim diyelim. Bir tanesi Can Yücel. Bir tanesi Orhan Pamuk. Yani karakter biraz elit falan bir yazar belki ama sokak tarafı da var. Sokak ağzı da var ve zaten o sokak tarafı olduğu için bazı şeylerin farkına varıp dile getirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de zaten kökünde olan o siyasi yazarlığının etkisi var. Belki de hiç bilmediği, hiç düşünmediği noktaya gidiyor yaptığı araştırmalar ve bu yaptığı araştırmalar sonucu başına bir takım işler geliyor doğal olarak. Bir yerden sonra dünyada her şeyin başka türlü yürüdüğünün farkına varıyor. Belki de o güne kadar fark ettiği ama adını koymadığı şeylerdi bunlar ama sonra adını koymaya başlıyor. Bu girişimizdi Senarist’te. İkinci ve üçüncü film, bu hikâyenin gelişme ve sonucu olarak tasarlandı. O zaman bu karakteri o noktada daha net bir şekilde görme şansımız olacak. Bu biraz dediğimiz gibi bir eserin giriş kısmıydı ya da ben biraz öyle aldım. Karakterin kendini tam olarak göstermesini istemedim açıkçası. O yüzden Âdem böyle bir tip. Bakalım sonuçları nereye varacak ileride göreceğiz.

BB: Senin karakterin nasıl? Referansın var mı karakterini yaratırken?

DB: Herhangi bir referansım yok açıkçası. Arada Orkun’la bazı muhabbetlerimiz oldu, bir de yılların oyuncularıyla çalıştım yani onlarla olan diyaloglarım, konuşmalarım neticesinde aldığım bilgiler çerçevesinde bir karakter oluşturmaya çalıştım. Benim karakterim, filmde bir aydınlık taraf var bir karanlık taraf var, benim karakterim aydınlık tarafta. Âdem’i biraz aydınlığa çekmeye çalışan, onu o tarafa çekmeye çalışan.

BB: Senin geçmişini hiç bilmiyoruz ama…

DB: Evet, çok bulmaca film. Tek seferde anlaşılabilecek bir film değil, o yüzden belki çekiciliği de orada. Merak uyandıran kısmı da orada. Türk sinemasında bir film izlerken ikinci sahneden sonra altıncı, yedinci sahnesinde ne olacağını bilirsiniz… Ama bu filmde böyle bir şey yok. İlk sahneyi izlerken üçüncü sahnede ne olacak bilinmiyor. O yüzden sonuna kadar izlenmesi gerekiyor ve lütfen sinemada izlensin. Ben mesela böyle filmleri bir seyirci olarak daha çekici buluyorum.

ATA: Zaten sanat ürünün yapması gereken şey odur. Tiyatronun, sinemanın, resmin de yapması gereken şey odur.

BB: Sanatın misyonu, düşünmeye sevk etmesidir…

ATA: Aynen öyle. Türk sinemasından dışarı çıktığımızda Avrupa-Amerika sinemasında beğeniyle izlediğimiz filmlerde esas o tür filmler. Biz tiyatroda eğitim alırken hocalarımız şöyle demişti: “Kullanmadığınız şeyi, anlamı olmayan şeyin sahnede işi yoktur arkadaşlar.” Bu sahne bir tiyatro sahnesiyse, tiyatro sahnesidir. Bir sinema sahnesiyse o sinemanın o karesidir, o mekânın içindedir. Oraya koyduğunuz şeyler bir şey için konmuştur.  Ya bir şeyi anlatmaktadır ya bir şeyi göstermektedir ya bir şey için kullanılmaktadır. Olmadığı zaman sadece hoş resim. Benim fikrim naçizane böyle.

BB: Filmde her şeyin bir sebebi vardı aslında ve bu çok tatmin edici seyirci açısından da…

HOE: Masalarda falan duran kitaplar hepsi özellikle konulmuştu.

BB: Final sahnesindeki kitap da mı?

HOE: Bir tek o tesadüftü.

ATA: Ama amacımıza hizmet eden bir tesadüftü.

HOE: Kesinlikle öyle. O orada duruyordu çekim sırasında. Kaldıralım dedik. Sonra ucu bize dokunan bir anlamı varmış kitabın. Dursun dedik. Mesela ilk başta Âdem saatine bakıyor, saat 09.12 yazıyor, kolunu indiriyor, darbe gibi… Yani her yere işledik. Fark eden olabilir ancak çok dikkatli izlemesi gerekiyor. Biz doldurduk.

ATA: Ama şöyle bir şey var. Siz fark ettiyseniz biz fark etmediysek arkadaşsak çıktığımızda sen bunları bunları fark ettin mi dendiğinde, illaki kritiği yapılır seyirci arasında. Ben bunu nasıl kaçırdım diyerek belki seyirci bir kere daha seyretmeye gidecek bir durum bu.

HOE: Kitapları bile düşündük, tasarladık görülecek gibi.

BB: Sanat yönetiminde kim yardımcı oldu?

HOE: Filmi 9 kişi çektik. Benim hiç sinema tecrübem yoktu. Bir ışık asistanlığı yapmış arkadaşım vardı. Gerisi de okuldan stajyer arkadaşlardı.  Doğal olarak filmin herhalde yüzde seksen beşi, doksanı benim elimden çıktı mecburen. Bir tek ses Pana filmde yapıldı. İşte sesi bitirdim kurguya geçtim, kurguyu bitirdim renge geçtim, rengi bitirdim efekte geçtim, senkronlarını yaptım hala koşturmaca devam ediyor. Kişi sayısı az olunca herkes beş altı işi birden yapıyor. Ben hem kamerayı kullanıyorum hem monitöre bakıyorum. Malzemelerde çok profesyonel değildi. Kalkıyorum ışığa yardım ediyorum, Tuncay abi oyunculara yardım ediyor.

BB: Sette zorlandığınız sahne var mı diye soracaktım ama her şey zaten zormuş!

HOE: Ama çok keyifliydi.

ATA: Amatör ruhlu işler dediğim hikâye bu. Bu tür işler görsel sanatlarda; sinemada, tiyatroda ortak işlerdir. Yani ben oyuncuyum ben bunu yapamam demek böyle değil.  Eğer bir şeyi ürettiğinizde iyi ve güzel üretiyorsanız o ekibin tamamı aynı katkıyı vermişse o güzellik çıkıyor.  O yönden amatör ruh diyorum ben. Profesyonelleşmeye başladığınızda maalesef bizdeki algısı farklı olduğu için o kelimenin, her yönden profesyonelleşiyoruz. O yüzden inşallah bu ruhu kaybetmeden daha nice işlere imza atacağız diye umut ediyorum ben bir abileri olarak.

BB: Teşekkür ediyorum keyifli sohbetiniz için. Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

DB: Biz de teşekkür ederiz. Açıkçası çok keyifli bir film oldu. Bence sinemada izlenmeli. Enerjisi çok yüksek olması bile izlemek için bir neden.

ATA: Farklı bir şey görmek isteyenler buyursunlar.

 

Röportaj: Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com

Deşifre: Abdullah Oğuz

Ağustos 2010’da yayın hayatına başlayan aylık sinema dergisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir