Risk Almayı Sevmeyen Seyircilere İstanbul Film Festivali’nden 25 Film Önerisi

7-17 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek 35. İstanbul Film Festivali’nin programı kamuoyuyla paylaşıldı ve sinemaseverler için en az festivali takip ermek kadar eğlenceli, yer yer zorlu tercihler ve vazgeçişler yapmak durumunda bırakan ‘festival seyir listesi’ hazırlıkları da başlamış oldu. Festival klasikleşen bölümlerinin yanına bu yıl yeni bölümler de ekledi. Musikişinas, Işığın Peşinde ve Gömülü Hazineler bölümleri sinemanın çok farklı dönem ve tarzlarına ait; müzikle anlam kazanan, zorlayıcı, deneysel, gizli kalmış eserlerini seyirciyle buluşturacak.

Festivalin süresinin yaklaşık bir hafta kısaltılması, festivale yeni bölümler eklenmesi ve salon sayısının arttırılıp Sultangazi ilçesindeki Hoca Ahmet Yesevi Kültür Merkezi ve Maltepe’deki Türkan Saylan Kültür Merkezi gibi kısmen uzak yerlerde de gösterimlerin düzenlenecek olması bu yılın yenilikleri arasında sayılabilir. Festivalin süresinin kısaltılmasının doğru ve festival takipçileri için de işlevsel bir karar olduğunu düşünüyorum. Festival böylece daha yoğun ve verimli bir şekilde takip edilebilecektir. İki haftayı aşan süresiyle festivalin sürekli takibinin ve motivasyonun verimli bir şekilde sürdürülebilmesinin çok da kolay olmadığı yorumu yapılabilir. Ayrıca festivalin son iki gününde filmlerin gösterileceği Sultangazi ve Maltepe’de seyircilerin ne denli katılım gösterecekleri de merak konusu. Festivalin gelecek yıllarda kentin çok daha ücra köşelerine taşınması için iyi bir referans işlevi görebilir seyircilerin bu mekânlardaki festivale katılım yoğunluğu.

Son olarak, dile getirmeyi çok sevmediğim ama her sene aynı cümleleri kullanmama sebebiyet veren ‘seyirci ilgisizliği’ meselesine değinmek istiyorum. Umarım bu yıl festivalin hafta içi gündüz seansları -özellikle 11:00- çok daha yoğun bir seyirci ilgisiyle karşılaşır. İstanbul’da gerçekleştirilen Türkiye’nin en önemli uluslararası film festivalinde bazı seanslarda gerçekten hayal kırıklığı yaratacak denli az seyirci katılımı tek kelimeyle üzücü. Yurt dışından katılım gösteren takipçi ve basın mensupları ile İstanbul dışındaki kentlerden yoğun katılım gösteren yerli takipçilerin azımsanmayacak sayıları düşünüldüğünde, İstanbul’da yaşayan sinemaseverlerin, festivali biraz yalnız bıraktıkları söylenebilir. Umarım bu sene İstanbul seyircisi, böylesi değerli bir festivale daha çok sahip çıkar.

Ve artık klasikleşen festival önerilerimizi hummalı bir çalışma sonucunda iki parça halinde sıralama vakti. Risk almaktan çok hoşlanmayan, nokta atışı yapmak isteyen sinemaseverler için rahatlıkla tercih edebilecekleri, festivalin olmazsa olmazı 25 filmi yer aldıkları bölüm bilgileriyle beraber sıraladım. Sinemamızın en önemli beş filmi arasında saydığım ve restore edilmiş kopyası Türk Klasikleri Yeniden bölümünde gösterilecek, Zeki Ökten’in Sürü filmini beyazperdede seyredebilme fırsatı listeleri aşan bir önem arz ettiğinden bu seçkide yer vermedim.

Festivalde bu yıl NTV Belgesel Kuşağı’nda efsanevi sinema sanatçılarını odağına alan belgesellerin yolunu şimdiden gözlemeye başladım diyebilirim. Eminim birçok sinefilde, programı ve söz konusu sanatçıları gördükten sonra yakın hisler oluşmuştur. Ulusal ve Uluslararası Yarışmaların hem çok zengin bir seçkiye sahip olduklarını hem de Altın Lale için büyük bir çekişmenin yaşanacağını düşünüyorum. Festivalde Ulusal Yarışma’yla beraber favori bölümüm olan Mayınlı Bölge’nin ise bir nebze hayal kırıklığı yaşattığını söylemeliyim.

İkinci listem ise sürprize açık, festivalin keşif ruhunu daha çok benimseyen sinemaseverler için hazırladığım yine 25 filmlik bir seçki olacak. Şimdiden herkese hayırlı festivaller…

 

1-Kor – Zeki Demirkubuz – Uluslararası Yarışma

Seyirciler tarafından sadece festivalin değil yılın en merak yerli yapımlarının başında geliyor Zeki Demirkubuz’un Kor filmi. Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun filminden sonra başlayan ‘hikâyenin aidiyeti’ meselesi peşi sıra bir dolu polemik malzemesi de getirmişti. Ve beklenen büyük an geldi ve Demirkubuz’un Üç Maymun’u olan Kor seyirciyle buluşacak. Filmin oyuncu kadrosunun açıklanmasıyla beraber iki filmin oyuncuları arasında kıyaslar başlamıştı seyirci ve eleştirmenler tarafından. Demirkubuz sinema evrenine de çok yakışan bir hikâyeye sahip Kor; Bulantı sonrası yönetmenin kariyeri açısından da önemli bir durak noktası olabilir. Ayrıca yönetmenin Kor filmiyle ilgili yaptığı çok iddialı açıklamalar seyirci olarak iştahımızı fazlasıyla kabartmıyor değil.

 

2-Belgica – Felix Van Groeningen – Uluslararası Yarışma

Önceki filmleri Şeylerin Boktanlığı-Çölde Kutup Ayısı ile Altın Lale ödülünü kazanan Felix Van Groeningen’in son filmi Belgica’nın konusuna bakıldığında aynı tarzı sürdürdüğü yorumu yapılabilir. Büyüme, aile olma(ma), aile içerisinde yerini bulabilme ve hayatı keşfedebilme üzerine çılgın, hüzünlü, aşırılıklardan beslenen ve sarsıcı bir film olan Çölde Kutup Ayısı senenin en önemli filmleri arasında yerini alırken Belçikalı yönetmeni de festival takipçilerinin radarına takılmıştı. Hayat üzerine yine tokat gibi bir ders olduğunu düşündüğüm Belgica, festival takipçilerinin listelerinde kesinlikle yer almalı.

 

3-Ansızın – Aslı Özge – Uluslararası Yarışma

Köprüdekiler ve Hayatboyu gibi müthiş iki filmle uzun metraj kariyerine adım atan Aslı Özge, kanımca kendi kuşağının en başarılı yerli kadın yönetmeni. Özellikle derinlikli karakter yaratımı ve yönetmenlik becerileriyle kendine özgü bir stil tutturma yolunda ilerleyen Aslı Özge’nin Almanca çektiği son filmi Ansızın, ilk gösteriminin yapıldığı Berlin Film Festivali’nde çok büyük övgüler aldı. Hatta bazı sinema yazarları Altın Ayı için yarışan çoğu filmden daha iyi olduğuna dair yorumlar yaptılar. Film, festivalde de ulusal yarışmanın en öne çıkan yapımlarından. Aslı Özge sinemasının en öne çıkan yönleri; filmlerinin her karesine hakim yönetmenlik becerisi ve karakterlerinin muğlak bırakılmış haleti ruhiyelerinden derinlikli varoluşsal sorgulamalar yapabilmesidir. Köprüdekiler filminde üç ana karakter üzerinden sinemamızda çok az örneğiyle karşılaştığımız, sosyo ekonomik temelli bir gerçekliğe ulaşabilen; Hayatboyu’nda üst sınıfın anlam arayışıyla cebelleşen konformist ve iki yüzlü hayat pratiklerine oldukça sert darbeler indiren Özge, Ansızın filminde yine aynı muğlak ve varoluşsal arayışlar çizgisinde yürüyecek gibi gözüküyor. Hayatları bir kez daha birbiriyle çarpıştırarak ve böylece, duyguların en çıplak halleriyle ortalara savrulmasını sağlayarak tüm bilinenleri ters yüz edeceğini düşündüren filmi, Aslı Özge sineması için de bir üst katmana geçiş olabilir.

 

4-Harikalar Diyarı – İnsan Hakları

İsviçreli 10 genç yönetmenin beraber yazıp yönettikleri Harikalar Diyarı, refah ülkesi etiketini gururla taşıyan İsviçre’nin distopik geleceği üzerine bir projeksiyon tutuyor. Konusuna bakıldığında böylesi bir geleceği tahayyül etmek zor olsa da alttan alta kaynamaya başlayan Avrupa’nın toplumsal, ekonomik ve siyasi çözülüşünün yaratabileceği ihtimaller üzerine bir zihin egzersizi olmaya çalışıyor. Güncelliğiyle ve Avrupa’nın yıkılmaz duvarlarına yönelttiği eleştirilerle öne çıkan yapım, hâlihazırda vuku bulan gelişmeleri daha iyi okuyabilmek için değerli bir çalışma olabilir.

 

5-Yılanın Kucağında – Ciro Guerra – İnsan Hakları

Bu yıl Yabancı Dilde Film Oscar’ı için yarışan ve finale kalmasıyla dikkatleri üzerine çeken Kolombiya yapımı Yılanın Kucağında, özellikle şiirsel siyah beyaz görselliğiyle dikkatleri üzerine çekiyor. Beyaz adamın vahşi doğayla ve yerel kültürlerle olan yıkıcı ilişkisine bakış atan filmin, çarpıcı olduğu kadar ruhani atmosferiyle de seyirciyi etkisi altına aldığı yorumları yapılıyor.

 

6-Kıyıdakiler – İnsan Hakları

Kıyıdakiler sinemamız açısından önemli bir proje. Tecrübeli yönetmen Barış Pirhasan’la beraber ilk veya ikinci filmlerini çekmiş ve büyük umutlar vaat eden yönetmenler Erdem Tepegöz, Alphan Eşeli, Melisa Önel ve Ramin Matin’in İnsan Hakları temalı kısa filmlerinden oluşan projede ayrıca başarılı senarist Ceyda Aşar; görüntü yönetmeni Hayk Kirakosyan ve kurgucu Mesut Ulutaş ve Ayhan Ergüsel gibi isimler yer alıyor. Filmlerin konu tercihlerinin de ülkemizin bugününe dair toplumsal yaralara temas ettiği görülebiliyor: Birbirinden farklı bu beş kısa filmde sahile vuran mülteci eşyalarının yarattığı oyuna; şiddete maruz kalmış bir gencin tuhaf hikâyesine; Suriye sınırındaki, bomba sesleriyle yankılanan bir eve sığınan anne-kızın öyküsüne, İstanbul keşmekeşinde engelleri aşarak yol almaya çalışan bir kahramana ve sürüldüğü köye dönmeye çalışan hamile bir kadının ruhsal yolculuğuna eşlik ediyoruz.

 

7-Kalandar Soğuğu – Mustafa Kara – Ulusal Yarışma

İlk olarak gösterildiği yurtdışı festivallerde büyük övgüler alıp ödüller kazanan -Tokyo Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, Wowow En İyi Film-, ardından yarıştığı Uluslararası Antalya Film Festivali’nde erkek ve kadın oyuncu, müzik ve jüri özel ödülünü kazanan Mustafa Kara yönetmenliğindeki Kalandar Soğuğu, dingin anlatımı ve birey-doğa iletişimini güçlü biçimde kurabilmesiyle öne çıkarıldı. Sıradan insanların hayatın küçük ayrıntıları karşısında verdikleri imtihanı işlemeye çalışan Kara’nın, soğukkanlı yönetmenlik becerisi ve filmsel zamanı kullanabilme biçimiyle sinemamız içerisinde farklı bir damar yakalayabileceğini düşünenlerin sayısı hiç de az değil.

 

 

8-Toz Bezi – Ahu Öztürk – Ulusal Yarışma

Nürnberg Film Festivali’nde En İyi Film ve  En İyi Kadın Oyuncu (Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy) ödüllerini kazanan Ahu Öztürk yönetimindeki Toz Bezi, alt sınıftan gündelikçi iki kadını hikayesinin merkezine yerleştirirken kadınlık hallerinden toplumsal hiyerarşiye, yoksulluktan hayata ve hayallere tutunma çabasına değin birçok konu başlığı üzerinden ‘kadın’ı ele alıyor. Ülkemizde kadınların her geçen gün atlattıkları badireleri, maruz kaldıkları travmatik sıkıntıları düşündüğümüzde Toz Bezi’nin temas etmeye çalıştığı konular bir kat daha değerli hale geliyor. Üstüne iki muhteşem kadın oyuncunun performansları eklenince filmle ilgili beklentimiz de artıyor.

Filmin bir kent hikâyesi olması, varoş ile merkezin çatışması üzerinden bir yapı kurmaya çalışması bir bakıma sinemamızın bakir bıraktığı bölgelerden birine işaret ediyor. Belki son dönemde Zerre, Nefesim Kesilene Kadar gibi filmler üretilse de hala yetersiz bir toplamdan bahsedebiliriz.

 

9-Ana Yurdu – Senem Tüzen – Ulusal Yarışma

Toz Bezi gibi bir başka kadın hikâyesi de Senem Tüzen’in yönettiği Ana Yurdu. NETPAC En İyi Asya Filmi ödülünün yanına Tiflis Film Festivali’nden En İyi Film; Adana Altın Koza Film Festivali’ndeki senaryo, kadın oyuncu, SİYAD En İyi Film ve FİLM-YÖN En İyi Yönetmen ödüllerini de koyan Ana Yurdu, yazar ana karakterinin taşraya/köklerine dönüşünü ve orada anneannesiyle yaşadığı kuşak çatışmasını konu ediniyor. Ve filmin konusunu okuduktan sonra aklımıza sorular üşümeye başlıyor. Sanat sinemamızın son dönemdeki taşra bereketi malumunuz. Varoluş sancıları çeken ve metropolün keşmekeşinden uzaklaşmak için kendi taşrasına kaçan karakterin aldığı hayat dersleriyle dönüşmesi süreci de klişenin ikinci kısmını oluşturuyor. Ve bize de merak etmek düşüyor; Ana Yurdu acaba bu çıkmaz sokağa dönüşen taşra sıkıntısı zincirini kırmak için hangi adımları atıyor? Kusursuzlar ve Silsile filmlerine damga vuran oyunculuğunun hakkının yeterince verilmediğini düşündüğüm Esra Bezen Bilgin’in filmin başrolünde yer aldığı notunu da düşeyim.

 

10-Kayıp Zamanlar – Faysal Soysal – Ulusal Belgesel Yarışması

Şair, araştırmacı ve yönetmen Faysal Soysal’ın “Bir ilk filmin barındırabileceği tüm aşırılıklara sahip” olmasına karşın başarabildikleri üzerine de konuşulması, yazılıp çizilmesi ve hakkının verilmesi gerektiğini düşündüğüm Üç Yol adlı filmi çoğunlukla yurt dışı festivallerden ödüllerle ayrılmayı başarmıştı. Üç Yol filminde canlandırdığı ve Bosna’daki savaşın yıkıcı acılarıyla boğuşan annenin gerçek hikâyesini konu edinen Kayıp Zamanlar belgeseli, yönetmenin duyarlı bakışı da düşünüldüğünde çok çarpıcı olabilecek ve savaşı bir kez daha lanetlememiz için fırsat verebilecek bir belgesel olarak ulusal belgesel yarışması seçkisinde yer alıyor. Srebrenitsa katliamından sağ kurtulanların ve yakınlarını kaybeden insanların tanıklıklarıyla ilerleyen film, arşiv görüntüleriyle de katliamı belgeliyor. Film aynı zamanda 2013´te bulunan ve 960 cesedin çıkarıldığı en büyük toplu mezar olan Tomaşitsa toplu mezarının hikâyesini de anlatıyor.

 

11-Yüce Sezar – Joel-Ethan Coen – Akbank Galaları

Sinema tarihinin en özel yönetmenlerinden Coen Kardeşler’in son filmi Yüce Sezar!, aynı zamanda bu yıl Berlin Film Festivali´nin de açılış filmiydi. Eleştirmenlerin ‘tam bir Coen mizahı’ diyerek övgüler sundukları film, Coenler’in Barton Fink ile örneğini verdiği bir Hollywood taşlaması. Barton Fink için sinema tarihinin en özgün sistem hicivlerinden biri olduğu yorumunu yapsak abartmış olmayız. Yüce Sezar! ise yıldız oyuncu kadrosuyla ve ‘bir karakterin kaçırılması’ gibi değişmez bir Coenesk unsurla olayların akıl almaz boyutlara vardığı, absürtle en doğal olanın birbirine karıştığı ve tüm bu hengame içerisinde hınzır bir taşlama olma potansiyeliyle festivalin bankolarından.

 

12-Midnight Special – Jeff Nichols – Akbank Galaları

Jeff Nichols için genç usta yakıştırması çoğu eleştirmenin birleştiği bir husus. Shotgun Stories, Take Shelter ve Mud ile rüya gibi bir kariyer başlangıcı yapan ve her adımını sağlam şekilde attığını belli eden Nichols, son filmi Midnight Special ile kariyerinin de en zorlu işine girişiyor. Nichols’un seyirciye biraz mesafeli ama bolca anlam üretmesine olanak sağlayan hikâye anlatıcılığında yeni bir eşik olabilir Midnight Special. Take Shelter ile sularına girdiği fantastik evrenin filmin ana atmosferini oluşturduğu yapım, 80´li yılların fantastik filmleriyle aynı kulvarda bir yol inşa etmeye çalışıyor kendisine. Yönetmenin değişmez oyuncusu Michael Shannon’un yanı sıra Kirsten Dunst, Joel Edgerton ve son dönemin yükselen yıldızlarından Adam Driver’ın yer aldığı yapım, Akbank Galaları bölümünün ağır toplarından. Midnight Special ile buram bıram sinemaya ve nostaljiye doymayı umut ederken ikinci bir heyecanı Nichols’un sonraki filmini beklerken yaşayabiliriz. Çünkü sırada Amerikan tarihinde çok önemli bir yere sahip Richard ve Mildred Loving çiftinin hikâyesini ele aldığı Loving adlı filmi var.

 

13-Gökdelen – Ben Wheatley – Akbank Galaları

Ben Wheatley festivalin sıkı takipçileri için özel bir yönetmen. Wheatley’in peliküle aktardığı absürt karakterli, birçok türden beslenen ve onları kendine has bir biçimde melezleştiren İngiliz kara mizahı kesinlikle her zevke hitap etmiyor. Kill List, Sightseers, A Field in England filmleriyle gitgide bütçesi artan, kapsam alanı genişleyen ve biçimci yapısıyla öne çıkan, özellikle A Field in England’ın psikedelik ve tekinsiz dünyasıyla zirve yapan filmografisinin son halkası High-Rise (Gökdelen) ise tam bir gövde gösterisi olma potansiyeliyle seyircinin gözünü yollarda bırakıyor. Sinema tarihi boyunca distopik evrenler, ultra lüks yaşam görünümleri altında yaşanan sınıf çatışmaları, diktatör yönetimler, hayatta kalma mücadelesi gibi unsurlar sıkça işlendi fakat Ben Wheatley’in hem de G. Ballard’dan uyarladığı Gökdelen tüm klişeleri ters yüz edebilir, bizden söylemesi. En azından görüp görebileceğimiz en tuhaf, içine girilmesi zor ama özgün distopyalardan birisi olacağı kesin.

 

14-Francofonia – Alexander Sokurov – Yıllara Meydan Okuyanlar

Ben Wheatley gibi her seyircinin bünyesine göre olmayan bir isim Alexander Sokurov. Çoğu sinema tarihçisi ve yazarına göre Tarkovski’nin günümüzdeki temsilcisi. 90’lı yılların ortalarından itibaren Türk seyircisinin tanımaya başladığı bu büyük ustanın son yıllardaki filmleri vizyon şansına da sahip oluyor. St. Petersburg´un ünlü müzesi Hermitage´i anlattığı Russkiy kovcheg / Rus Hazine Sandığı´ndan sonra bu kez sıra dünyanın en önemli müzelerinden Louvre var. Rus Hazine Sandığı´nın seyirciyi Rusya tarihinde gezintiye çıkaran, mucizevi tek plan sekanslı anlatımı birçok yönetmene de ilham verdi. Anlatım modelleri ve zaman-uzam ilişkisi üzerine her filmiyle yeni şeyler deneyen Sokurov’un, dehasından perdeye yansıyan son armağanının biletleri ilk tükenecek filmler listesinde yer alacaktır.

 

15-Binbir Gece 1,2,3 – Miguel Gomes – Dünya Festivallerinden

2012 yapımı Tabu filmiyle seyirciyi neye uğradığını şaşırtan Portekizli Miguel Gomes, son yılların en heyecan verici ve özgün anlatım yöntemlerinden birisine imza atmıştı. Murnau’nun aynı adı taşıyan efsane filminden esinlenen ve aynı hikâyeyi kendine has biçimde yorumlayan Gomes, siyah beyaz sinematografisi, iki farklı dönem arasında gidip gelen ve paralellikler kuran kurgusu, sinema tarihine yaptığı birçok referans ve ses tasarımının işlevselliğiyle adını yılın en iyi filmleri arasına yazdırmıştı. Gomes sonraki projesinde ise daha büyük bir efsaneyi yani Binbir Gece Masallarını model olarak seçip onun üzerinden farklı dönem ve meselelerle bağlantılar kuruyor. Üçleme olarak çekilen ve Huzursuz Adam, Kasvetli Adam ve Büyülenmiş Adam adlı birbirinden bağımsız bölümlerden oluşan Binbir Gece, hem Sight&Sound hem de Cahiers du Cinéma, geçtiğimiz yılın en iyi 10 filmi arasında gösterilmişti. Gomes’in yine farklı anlatım modelleri denediği, çeşitli festivallerden ses tasarımı ödülleri kazandığı, günümüz Portekiz’inde yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmelere alegorik olarak ayna tutmaya çalıştığı Binbir Gece üçlemesi genç bir ustanın ayak izlerini takip etmek için önemli bir hazine kanımca.

 

16-Denizdeki Ateş – Gianfranco Rosi – Dünya Festivallerinden

İtalyan yönetmen Gianfrano Rosi majör festivallerin alışkanlıklarını bozan bir isim. Önceki belgesel filmi olan Çevreyolu ile Altın Aslan, son belgeseli Denizdeki Ateş ile bu yılki Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödüllerini kazanan Rosi’nin iki belgeselinin ortak noktası gündelik meselelerden beslenmeleri ve çarpıcı anlatımları. Çevreyolu ile modern kent yaşamının gözden kaçan ayrıntılarını görünür kılan, kent-mekân-birey ilişkisini gözlemci bir yaklaşımla ele alan Rosi, Denizde Ateş’te ise günümüz dünyasının kanayan yaralarından mültecilik sorununa değiniyor. Kuzey Afrikalı mültecilerin Avrupa´ya giriş noktası olan, İtalyan adası Lampedusa’yı mekan edinen Rosi, seçtiği karakterler ve metaforik anlatımıyla Avrupa’nın göçmen sorunuyla ilgili ikiyüzlü tavrına dikkat çekiyor.

 

17-Hitchcock/Truffaut – Kent Jones – NTV Belgesel Kuşağı

Yeni Dalga Akımı’nın en önemli yönetmenlerinden François Truffaut’nun sinema efsanesi Alfred Hitchcock´la 3 gün boyunca yaptığı söyleşiden derlediği Hitchcock´a Göre Sinema kitabı sonraki nesiller için tam bir başucu kaynağa dönüşmüştür. Yönetmen Kent Jones ise günümüzün en önemli yönetmenlerine “Bu kitap sinemaya bakışınızı nasıl etkiledi?” sorusunu yöneltiyor ve cevapları bu belgeselde. Sinemaya olduğu kadar sinema tarihine de meraklı seyircilerin iki elleri kanda olsa seyretmeleri gereken bir belgesel Hitchcock/Truffaut. Yönetmen Jones’un görüş aldığı isimlerden birkaçını sıralamak eminim yeterli motivasyonu sağlayacaktır: Martin Scorsese, Paul Schrader, David Fincher, Wes Anderson, Olivier Assayas, Peter Bogdanovich, Richard Linklater …

 

18-Şimdi Nereyi İşgal Edelim? – Michael MooreNTV Belgesel Kuşağı

Michael Moore´un yeni belgeseli Şimdi Nereyi İşgal Edelim?, adının da işaret ettiği üzere Amerika’nın işgal alışkanlığına gönderme yapıyor. Moore bu sefer rotasını Amerika veya Üçüncü Dünya’ya değil Avrupa’ya çeviriyor. Hasta adlı belgeselinde Küba sağlık sistemindeki işleyiş üzerinden Amerikan sağlık sistemine yönelttiği okların bir benzerini bu sefer Avrupa’nın farklı ülkelerindeki demokratik ve insan haklarına önem veren uygulamalar aracılığıyla gönderiyor. Moore’un heybesinden çıkardığı ok sayısı artmışsa orada şenlik var demektir. Amerika’nın incilerini dökmek isteyenler önden buyursun.

 

19-De Palma – Noah Baumbach, Jake Paltrow  – NTV Belgesel Kuşağı

NTV Belgesel Kuşağı bu yıl sinema efsanelerine özel bir saygı duruşu niteliğinde bir seçkiye sahip ve bu tabii ki en çok biz sinema aşıklarını mutlu ediyor. Sıradaki büyük usta Brian De Palma, Noah Baumbach ile Jake Paltrow´un karşısına geçiyor ve 29 uzun metrajlı filmini, kısalarını ve gerçekleşemeyen projelerini, hayranlık uyandıran ve gizemi çözülemeyen mizansenlerini, set anılarını ve sinemasına dair daha birçok şeyi konuştukları De Palma belgeseli, yaşayan ve üretimlerini sürdüren bir efsanenin sinemasının şifrelerine ulaşabilmek için büyük bir fırsat. Sinema tarihine en hâkim yönetmenlerin başında gelen De Palma’nın anlattıkları sadece kendi kariyeri değil sinema tarihi üzerine de bir külliyat değerinde.

 

20-Ben, Ingrid – Stig Björkman  – NTV Belgesel Kuşağı

Sinemanın gelmiş geçmiş en önemli ve gizemli yıldızlarından Ingrid Bergman´ın özel hayatına odaklanan Ben, Ingrid, eleştirmen ve yönetmen Stig Björkman´ın imzasını taşıyor. Bergman´ın kızı Isabella Rossellini´nin isteğiyle hayata geçirilen proje, günlükleri, mektupları, aile fotoğrafları ve evde çekilmiş videolardan yararlanarak yıldız oyuncuyla izleyici arasında yakın bir ilişki kuruyor. Yaratıcının mucizelerinden biri olduğunu düşündüren güzelliği, soğuk duruşu, çalkantılı hayatı ve yıllara meydan okuyan oyunculuğuyla efsaneye dönüşen Ingrid Bergman’ın iç dünyasını keşfedebilmek eşsiz bir deneyim olacaktır.

 

21-Evrim – Lucile Hadzihalilovic – Mayınlı Bölge

10 yıl önce festivalin Uluslararası Yarışma bölümünde FIPRESCI Ödülü ´nü kazanan filmi Innocence / Masumiyet’ten sonra sessizliğe gömülen, aslında Masumiyet’in büyüleyici evreninin hayranı olarak yeni filmini gözleyen sinemaseverleri meraktan çatlatan Lucile Hadzihalilovic, nihayet son filmiyle festivalde. Yönetmen, Masumiyet’te olduğu gibi yine çocukların gizli dünyasına bir yolculuk yapıyor ve fantastik sularda gezinmekten kaçınmıyor. Aynı zamanda kült yönetmen Gaspar Noe ile evli olan Hadzihalilovic’in sinemasına baktığımızda Noe etkisi rahatlıkla göze çarpabilir. Yönetmenin filminin gösteriminin ardından seyirciyle söyleşi yapmak için festivale katılım göstereceği notunu düşelim. Gaspar Noe hakkında, pardon Lucile Hadzihalilovic sineması üzerine soruların cevaplarını merak edenlere duyurulur.

 

22-Michael Jackson’ın Yolculuğu – Spike Lee – Musikişinas

Bu yıl Oscar törenine damga vuran ‘Kötü beyazlar siyahilere neden ayrımcılık yapıyorsunuz’ temalı doz aşımından baygınlık geçirten kamu spotunun ilham kaynağıydı Spike Lee. Biz yönetmenin son filmi Chi-raq’ın sinemalara teşrifini beklerken festival, Spike Lee’nin belgesel çalışması Michael Jackson’ın Yolculuğu’nu yeni bölümü Musikişinas aracılığıyla seyirciyle buluşturuyor. Sadece bu satırları yazan kişi için değil, dünya müzik tarihi için de büyük bir fenomen olan Michael Jackson’ın müzik kariyerinin ilk yıllarında yaşadıklarını birçok ünlü ismin yorumlarıyla anlatan belgesel, siyahların şiddetli biçimde ayrımcılığa uğradığı kara bir döneme de ışık tutuyor.

 

23-Miles Ahead – Don Cheadle – Musikişinas

Caz tarihinin en önemli anıt isimlerinden ve müzikteki güncel gelişmelere göre müziğini yenilemesiyle bilinen Miles Davis’in 1970´lerin ikinci yarısındaki yaşamına odaklanan kurmaca filmin yönetmen koltuğundan ünlü aktör Don Cheadle oturuyor. Cheadle’nin can verdiği Miles ile onunla söyleşi için ısrar eden bir gazetecinin yollarının kesiştiği bir hikâye anlatan film, büyük bir müzik devinin müzik kariyerinin önemli bir dönemecini anlatması hasebiyle ilgiye değer.

 

24-Şövalye – Athina Rachel Tsangari  – Antidepresan

Bir Yunan Yeni Dalgası hayranı olmanın ötesinde bu akımı Avrupa sineması için çok önemseyen birisi olarak, Yunanistan coğrafyasından çıkan her filmin bir keşif değeri taşıdığını düşünüyorum. Yorgos Lanthimos’un açtığı yolu takip ederken tekrara düşen, belli bir şablona hapsolan ve bu yönleriyle ülke sanat sinemamızda boy gösteren yönetmenlerin güvenlikli (!) bölgelerde debelenip durmalarıyla benzeştirdiğim kimi isimler yok değil, zaten olmaması da düşündürücü olurdu. Ama yeni filmi Şövalye ile bizi yine mest edeceğini düşündüğüm Athina Rachel Tsangari’nin ilk filmi Attenberg’in fazlasıyla güçlü bir referans olduğu da aşikâr. Katıldığı festivallerde seyirciyi ve eleştirmenleri kendisine hayran bırakan Şövalye, bu kez erkeklerin dünyasına kamerasını doğrultuyor ve 6 üst sınıf erkeğin birbirleriyle giriştikleri amansız ve büyük ölçüde trajikomik rekabeti perdeye yansıtıyor. Erkeklik temsillerinin günümüz dünyasında özellikle üst sınıfta geçirdiği hızlı ve köklü dönüşümler göz önüne alındığında Tsangari’nin elindeki bu zengin malzemeyi nasıl işlediği de ayrı bir merak unsuru oluyor. İkinci derecedeki merak ise; kendisine, bahsetmeye çalıştığım Yunan Yeni Dalga şablonundan ne kadar ayrı(ksı) bir yol çizebileceği oluyor. Zira Attenberg’in Köpekdişi’nden fazlaca etkilendiği ama yine de kendine has bir yapı inşa ettiği düşünüldüğünde, yönetmene duyulan güvenin yanına bir parça merak unsuru da katmak elzem, hatta keyifli bir iş olabiliyor.

 

25- Yılbaşı Eğlencesi – Álex de la Iglesia  – Antidepresan

İspanyol sinemasında renkli film dünyaları ve karakterleriyle ayrı bir yeri ve hayran kitlesi olan Alex de la Iglesia’nın filmografisinden birkaç filmi saymak bile fazlasıyla iştah kabartıcı: Şeytanın Günü, Halkımız Avanta Peşinde, 800 Damla Yaş, Son Sirk ve Messi. Yönetmenin büyülü gerçekçi dünyası bu kez yılbaşına hazırlanan bir TV kanalını mesken tutuyor. Iglesia’nın olduğu yerde izlemelere doyulmaz bir cümbüşün garantisi de vardır.

 

Bonus-Le Bal – Ettore Scola – Anılarına

Festivalin ‘Anılarına’ bölümünde yer alan ve sinema tarihine adını kazımış dev isimlerin arasından bir tercih yapmak çok zor. Bu seçkinin her eseri birbirinden değerli ve beyazperdede seyir fırsatı bir daha karşınıza çıkmayabilir. Ocak ayında hayata veda eden, daha önce festivalde adına iki kez toplu gösteri düzenlenmiş ve festivale konuk da olmuş büyük İtalyan yönetmen Ettore Scola´nın görkemli, Berlin ve Cesar ödüllü başyapıtı Balo, perdede seyir tecrübesinin hakkını verebilecek, özellikle görüntü ve sanat yönetimiyle öne çıkan, Fransa tarihine yönelttiği belgeselvari detaycı bakışı ve büyük bir cesaret örneği gösterip diyalogsuz anlatım tercihiyle şiirsel bir başyapıt.

Yazar: Murat Ata

Sinema her şeyim. Hayallerim, bir şekilde hangi alanı olursa olsun temas halinde olmak istediğim, hayatımın vazgeçilmezi..Woody Allen, Dardenne Kardeşler ve Reha Erdem'in sinema dünyalarından tarifsiz bir şekilde etkilenirken; sinema tarihinin en iyi filminin Yurttaş Kane olduğu üzerine düşüncem, seyrettiğim her filmle biraz daha pekişiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir