Orient Express yolcularının konaklama ihtiyacı için inşa edilen, 19. yüzyılın sembol yapılarından Pera Palas’ın ruh taşıyan ikliminde geçecek bir hikaye pek çok izleyicide heyecan uyandırır. Günümüzün İstanbul’u hızla estetikten uzaklaşırken büyüleyici detaylara haiz bir yapıyı merkez üssü olarak seçmek, ciddi bir beklentiyi de beraberinde getirir. Haliyle, eldeki estetik dokuyu asgarinin çok ötesinde bir biçimsel yapı ile taçlandırarak ekrana getirmek zaruret haline gelir. Günümüzün bölüm süresi olarak iyice çığrından çıkan ve artık neredeyse tümden duygu sömürüsü odaklı neo-arabesk temasına bürünen televizyon dizilerinin yanında dijital platformun yerli dizileri gerek makul süreleri, gerekse de ayakları yere çok daha sağlam basan olay örgüleri ile arayı epey açtı.
Pera Palas’ta Gece Yarısı adlı dijital platform dizisinin ilk sezonu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Hazal Kaya ve Tansu Biçer’in başrollerde yer aldığı dizi, Pera Palas’tan tarihe yapılan fantastik yolculukları anlatıyor. Gazeteci Esra’nın, Pera Palas’a dair kaleme alacağı yazı için otelin müdürü Ahmet ile tanışmasından sonra tüm hengame başlıyor. Hengame, çünkü bir anda her an her şeyin olabileceği bir yolculuğa bırakıyorsunuz kendinizi. Ambiansın ve konunun ilgi çekiyor olmasına karşın bölümlerin daha sindire sindire ilerlemesi ve böylelikle de daha gizemli bir ortamın, dizinin konseptine uygun olacak şekilde layıkıyla kurulması yerine, olayların hızla akıp gidişi izleyiciyi yoruyor. Sanat yönetiminden görüntü yönetimine kadar titiz bir bakış açısının ve incelikli detayların kendini sıklıkla hissettirdiği bir iklimde koşar adımların gerilim yüklü dokunuşlara tercih edilmesi dizi için büyük bir handikap.
Esra karakterinin bir anda 1919 senesine geçtikten sonra yaşadığı kısa süreli şokun sonrasındaki fazlaca rahatlamış hali, bugünün insanının umarsız reflekslerini simgeliyor. Bu bağlamda, o an için doğru bir tercih yapılmış denilebilir. Fakat Esra karakterindeki kayıtsızlık o anın ötesinde tüm sezona yayıldığında oyunculuk performansı da menfi manada etkileniyor. Başına sayısız iş açılan Ahmet karakterinin sinirlerden arındırılmış bir buz adam olarak tasviri ise yaşanan onca hengameyi daha da önemsizleştiriyor. Tarihte yaşanmış olaylara etki edecek potansiyele sahip bir mazi yolculuğunun oyuncuları çok daha canlı ve çok daha gerçekçi birer karaktere dönüştürmesi tercih edilmeli idi. Başrol oyuncularının (özellikle Tansu Biçer’in), kendilerine çizilen alan dahilinde ortalamanın üzerinde bir performans sergiledikleri söylenebilir.
Tarihin derinliklerinde geçen bir yapımda merak unsuru da önemli bir ilgi noktasıdır. Dijital platformlarda koca bir sezonun bir anda yayınlanması, televizyon ekranlarda yeni bölümün bir hafta boyuncu beklenmesi ile beraber gelen merak hissini başından yok ediyor olsa da, peşi sıra izlenen bölümlerin de kendi içlerinde merak uyandıracak işaret fişeklerinin olması gerekir. Filmlerimiz ve dizilerimiz için yoğun müzik kullanımına iliştirilen pek çok öğenin içinde merak konusunun da olması, ne yazık ki yapımları eksik bırakıyor. Sessizliğin ve de görüntünün gücü varken, açılıştan kapanışa kadar kesintisiz devam eden müziğin oluşturduğu dezenformasyan ile Pera Palas’ta Gece Yarısı dizisinde de karşılaşılıyor. Sezon bitişi, bir sonraki sezonda çok daha gizemli bir olay örgüsünü müjdeliyor olsa da karakterlerin daha dinamik hale getirilmesi ve merak hissini çok daha yükseklere taşıyacak bir kurgunun vücuda getirilmesi kaçınılmaz iki müdahale alanı.
Pera Palas’ta Gece Yarısı, görsel estetikle kopuk öykülerin kafa kafaya gittiği bir ilk sezona sahip. Sıradan öykülerin bambaşka bakış açıları ile kusursuz bir merak tufanına dönüştürülebildiği günümüz bazı dış yapım dizileri ile boy ölçüşebilecek bir öykünün sıradanlık sebebiyle başlangıç noktasına geri dönmesi üzücü olsa da sonraki sezonlar için umut hala var denilebilir.