Yüklü bir miktarda para bulsanız, hayatınızın akışı ne ölçüde değişirdi, kendinizi tanıyabilir miydiniz? Kaç Para Kaç, paranın insan davranışı üzerindeki etkisi konusunda türlü çıkarımlar yaptıran, parayı bir meta olarak değil adeta başrol hüviyetine soyunduran bir film. Sıradan sayılabilecek bir senaryonun içine ustalıkla yerleştirilmiş gizem faktörü ve psikolojik gelgitler, şüphesiz hikâyeyi diri tutan taraf olarak dikkat çekiyor. Üzerine Reha Erdem’in kendine has anlatısı ve başta Taner Birsel olmak üzere Bennu Yıldırımlar, Zuhal Gencer ve çocuk yaştaki Sermet Yeşil’in de oyunculukları eklendiğinde, sinemamızın en spesifik işlerinden biri ortaya çıkmış oluyor.
Para ile her daim arasındaki mesafeyi korumuş, parayı amaç olarak değil araç olarak görmüş; kendi halinde, dürüst bir esnaf olan Selim’in, (Taner Birsel) tesadüf eseri 450.000 dolar bulması; hikâyenin çıkış noktası olarak karşımıza geliyor. En başta elindeki parayla ne yapacağını bilemeyen ve tedirgin bir ruh haline bürünen Selim’in, yavaş yavaş paranın gücüne teslim olması, büyük çıkmazları da beraberinde getirecekti. Paranın onun için Tanrılaştığı dünyada, kendi kişiliğinden ödünler verecek ve paranın büyüsüne kapılacaktı. Para, tüm hayatının merkezine yerleşmişken, bir yandan ailesi ve arkadaşları ile olan ilişkisini sağlam tutmaya çalışacak bir yandan da elindeki parayı sonuna kadar korumaya çalışacaktı. Bu noktadan sonra Selim için işler iyiden iyiye bir çıkmaza doğru sürüklenecek ve film izleyenleri büyük bir gizemin ortasına bırakacaktı.
Dünyanın oluşumundan, günümüze kadar geldiğimizde insanların ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları yolların birçok aşamadan geçtiğini görürüz. En başta değiş-tokuş ile başlayan alışverişler, altın, gümüş ve günümüzde kâğıt paraya kadar evirilmiştir. Esasen bir ahlak profesörü olan Adam Smith’in 1776’da yayınladığı “Ulusların Zenginliği” kitabından beri paranın gücü, paranın insanlar üzerindeki etkisi büyük bir tartışma konusu olmuştur. İktisadın bir bilim olarak kabul edilişinden bugüne kadar birçok profesör bu konu hakkında görüş ve öneri beyan etmiştir. Ancak günümüzde herkesin ortak bir payede buluşacağı üzere para; olduğunda büyük bir mutluluğu beraberinde getireceğine inanılan, olmadığında ise insanları kedere kadar sürükleyebilecek bir kavram olarak öne çıkıyor. Paranın getireceği mutluluk ve keder kavramları ise Reha Erdem’in “Kaç Para Kaç”ında o denli ustalıkla işleniyor ki, film bizi para ile ilgili derin düşüncelere sevk ediyor. Paraya sadece hayatını idame ettirmek için ihtiyaç duyan, lüks harcamalardan kaçan Selim’in, yüklü miktarda para ile tanışması, onun hayatındaki mutluluk kavramını tepetaklak eder. En başta sadece parayı korumak için türlü tedirginlikler içine giren Selim, parayı güvence altına aldıktan sonra, kesin mutluluğa ulaşmaya çalışacak ancak bu hiç de sandığı kadar kolay olmayacaktır. Büyük paranın getirdiği sorumluluk; onun en başta ailesine, çevresine karşı yaklaşımını etkileyecek ve en önemlisi de kendisine duyduğu saygıyı irdelemesine neden olacaktı. Bu da büyük bir psikolojik gelgiti beraberinde getirecekti. Acaba o parayla gerçekten mutlu muydu, yoksa parayı saklayacak olmanın gizemiyle büyük bir buhranın içinde miydi? Aslında filmin hikâyesel bazda başarısını tam bu noktaya borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Selim’in içinde bulunduğu soyut mutluluk o denli gerçekçi işleniyor ki bu sayede filmin bizi götürmek istediği paranın yarattığı buhran olgusuna daha kolay varıyoruz. Tüm hayatı boyunca orta direk olmuş, parayı dünyada var olabilmek için kullanmış bir adamın eline geçen yüklü miktarda meblağ, en başta onu mutlu ediyor gibi görünse de şüphesiz bugüne kadar tertemiz kalmış birini kirletmeye yetebilirdi. Çünkü artık para ile olan ilişkisi amaca dönmüş, elinde tuttuğu paradan zevk almaya başlamış ve ne pahasına olursa olsun onu korumak zorundaydı. Bu da dürüst olarak nitelendirebileceğimiz bir adamı, paranın büyüsünde kaybolmuş biri haline getirecekti. En başta değindiğimiz paranın mutluluk mu yoksa keder mi getirdiği sorunsalına dönecek olursak, bir anda sahip olunan büyük paranın, karakterden ödün verilmeden korunamayacağı gerçeği ve bunun yavaş yavaş büyük bir mutsuzluğa dönüşeceği tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Hatta paranın somut bir hayattan, soyut bir gerçekliğe dönüşmesinde etkili bir araç olduğu da bu şekilde resmediliyor.
Film bizi bir yandan para odaklı bir hikâyenin merkezinde yaşananlara odaklarken, bir yandan da kişilik analizi konusunda farklı bir boyuta götürüyor. En başta dürüst, içine kapanık bir adam olarak resmedilen Selim’in, hayatına paranın girmesiyle geldiği nokta izleyenleri hayretler içerisinde bırakıyor. Belki bu noktada Selim karakterine hayat veren Taner Birsel’e de apayrı bir parantez açmamız gerekir. Selim’in içinde bulunduğu psikolojik travmayı, oyuncu öylesine ustalıkla aktarıyor ki filmin gerçekçiliğine birebir etki ediyor. En başta, para kazanmanın zorluğunu bilen bir adamdan, para harcamanın zevkine doğru evirilen bir adamı Taner Birsel adeta gözleriyle oynayabilmeyi başarıyor. Selim filmin en başından, en sonuna kadar gözlerindeki o çekingenliği, dürüstlüğü kaybetmemek için uğraşsa da paranın büyüsü onu bambaşka bir insan haline çevirmişti. Bu da aslında paranın insanları etkilemedeki gücünü ortaya çıkıyordu. Üstüne birde Taner Birsel’in harikulade performansı eklenince, Selim karakteri para karşısında direnemeyen bir adam haline geliyordu.
Filmin yarattığı gerçeklik duygusu ise değinilmesi gereken bir başka konu olarak öne çıkıyor. Hikâyenin olay örgüsü, karakterin geçirdiği değişim süreci ve tabi ki de mutluluk-mutsuzluk tezatlığının hayatın bir parçasıymışçasına işlenmesi, filmin başarısını ortaya koyan yegâne unsur. Özellikle hikâyenin merkezinde gördüğümüz Selim’in, filmin tek bir anı bile karikatürize olmaması filme çok büyük bir artı katıyor. Filmin bize dönemin ve öncesinin bir gerçeği olan küçük esnaf kavramını ortaya koyması da gerçekçilik açısından öne çıkan bir başka kare. Günümüzde artık iyiden iyiye azalan, kapitalizmin pençesine kurban gitmeye başlamış küçük esnaflar, paranın gölgesinde ilerleyen bu hikâyede varlığını sürdürmesiyle de ayrı bir konumda durabilmeyi başarıyor. Filmi bu noktada hayata, insanlara ve döneminin şartlarına göre yansıttığı gerçekçilik kavramıyla fark yaratabildiğini söyleyebiliriz. Ayrıca tüm film boyunca vaat edilen “acaba şimdi ne olacak” gizemi filmin her dakikası canlılığını koruyarak, vuruculuğunu en üst düzeye çıkaracağı filmin finaline herkesi hazırlamayı başarıyor.
Sinemamızın auteur yönetmenlerinden Reha Erdem’i ise filmin parlayan bir diğer yıldızı olarak öne çıkarabiliriz. Yönetmen, durağan denilebilecek bir hikâyeyi içine serpiştirdiği psikolijik-gerilim sosuyla seyir zevki yüksek bir iş haline getiriyor. Filmin başından beri artan temposu, hayatın içinden bir kesitmiş görüntüsü ve tabi ki de sinematografisi filmi değerli kılan unsurlardan birkaçı. Filmde özellikle kullanılan dar sokaklar, vapur sesleri, boğaz manzaraları Reha Erdem’in filmlerinde sıkça görmeye alıştığımız noktalar olsa da kendi içine sıkışmış bir adamın resmedilmesi konusunda filmi daha anlaşılır kılıyor. Oyuncu seçimi konusuna geldiğimizde ise, Taner Birsel şüphesiz filmin en büyük yıldızı, ancak Bennu Yıldırımlar’ı filmin aydınlık yüzü olarak ifade edebiliriz. Para odaklı devam eden bu karanlık hikâyede, tamamen evine ve ailesine bağlı, neredeyse paradan bağımsız çizdiği görüntüsüyle, Bennu Yıldırımlar hikâyenin naif yüzü olabilmeyi başarıyor. Film ayrıca son dönemde yaptığı işlerle popülaritesini arttıran Sermet Yeşil’in de ilk oyunculuk tecrübesini yaşaması konusunda ayrı bir yere sahip. Selim’in çırağı rolünde gördüğümüz oyuncu daha o yıllarda başarılı bir oyuncu olabileceğinin sinyallerini verip, az ama etkili performansıyla akıllarda kalabilmeyi başarıyor.
Reha Erdem’in 10 yıl aradan sonra çektiği ikinci uzun metrajı olan Kaç Para Kaç, parayı araç olmaktan çıkarıp hikâyenin merkezine yerleştirmesiyle fark yaratan bir iş. Tüm film boyunca karanlık altyapının altından servis edilen gizemli hikâye; seyir zevkini en üst noktada tutabiliyor. Daha ilk dakikasından itibaren, bir diğer sekans için heyecan uyandıran film; alışılmışın dışındaki anlatısı ve etkileyiciliği ile sinemamızın en özel filmlerinden biri olmayı başarıyor.
Yazar: Polat Öziş