Tüketimin sonsuzluğa uzanan bir yarış haline gelişi ile beraber hayatımıza giren ve ansızın çıkıveren kavramlar ve tarzlar ucu bucağı olmayan bir film şeridi haline geldi. İzlediğimiz bu film şeridinin baş döndürücü etkisi bireysel karmaşamıza hizmet ederken, toplu histeri nöbetlerine de kapı aralıyor. Milyonlarca takipçiye eş zamanlı olarak hükmedebilen fenomenlerin anlık tökezleme ile ya da herhangi bir nedenle hızla yok olma potansiyeli her daim mevcut. Hiç fenomen olmamış sıradan insanların dahi böylesi bir serüven yaşaması olası. İlgi Manyağı filmi ile oldukça başarılı bir iş çıkaran yönetmen Kristoffer Borgli’nin son filmi Rüya Senaryo, Nicolas Cage’in canlandırdığı Paul karakterinin sıradanlıktan fenomenliğe uzanması ve hemen ardından kitle için bir nefret objesi haline geliş sürecini yer yer mizah dili ve bazen de ürkütücü tasvirlerle anlatan dikkat çekici bir yapım.
Paul, mesleğine tutku ile bağlı ve dış çevre ile pek de alakadar olmayan bir öğretim üyesidir. Giyim kuşamı, teknoloji ile olan ilişkisi öylesine kayıtsızdır ki, bir önceki yüzyıla gönderilse sakil kaçmayacak bir varlık teşkil eder. Paul bir gün çok sayıda insanın rüyalarında görünür ve bu rüyalarda hiçbir şey yapmamakta, sadece rüyada yaşanan olaylar esnasında öylesine belirmektedir. Bir anda ummadığı bir popülariteye sahip olan Paul bu ilgiyi önemsemez ve aklında hala biyoloji ile ilgili kitabını basma fikri vardır. Daha önceki düşünsel süreçlerinin meyvelerinin, başka meslektaşlarınca kullanıldığını acı şekilde gören Paul, bu durumu bir onur meselesi haline getirir ve içine yeni yeni girdiği bu popülerliğe rağmen kitap çıkarma hayaline sadık kalır. Fakat kitlede uyandırdığı bu ilgi çekicilik, aynı kitlenin Paul’u rüyalarında bu kez bir korku unsuru olarak görmeye başlaması ile beraber içinden çıkılmaz bir sürece evrilir ve Paul için önceki yaşamı artık sona erer.
Paul’un gerçekte hiç ilgi çekmeyen ve oldukça sıkıcı olan yaşamının rüyalar sayesinde kendisi ile aynı karede yer alma tasasına düşen insanlarla dolması, günümüzde kısa süreli bir göz aşinalığı ile dahi itibar gören, ünlü addedilen kişilikleri yansıtmakta. İnternet bağlantısı olan herkes bir ünlü adayı ve bu ünün içinin dolmasına gerek de yok. İlgi ve dışlanmanın kol kola girdiği bir ortamda Paul rüyaların yönünün değişmesi sonrasında artık sempatik bir fenomen değil, Freddy Krueger ile özdeşleştirilen bir objedir. Gündemlerimizin baş döndürücü bir şekilde değiştiği bir çağda Paul’un artık sıradan kalma hakkı yoktur ve hiç arzulamadığı, hayalini dahi kurmadığı bir dünyada, dehşet verici bir sembol haline geldiği yepyeni kişiliğinin içine itilir.
Bir Black Mirror distopyası tadında menzile varan filmin hayalle gerçek arasında gidip gelen temposu izleyiciyi memnun ediyor. A24 logosunun (Pearl hariç tutulacak olursa) hatırı sayılır ölçekte insanda oluşturduğu hayal kırıklığı hissini de tersine çeviren filme Oscar yarışında itibar edilmemesi şaşırtıcı olsa da, Akademi’nin özelikle son yıllardaki pek çok anlaşılmaz tercihi göz önüne alındığında şaşkınlık hissi yok oluyor. Nicolas Cage için de son dönemdeki en başarılı performansını sergilediği söylenebilir. Paul karakteri ile bütünleşik bir halde var olması filmin etki gücünü bir hayli yükseltiyor. Rüya ile gerçeği gözle görülür bir uyum içerisinde harmanlayan kurgudaki başarı filme derinlik katarken, başrole odaklanan anlatım tarzı, baştan sona doğrudan bir fenomen hikayesi vücuda getiriyor.
Dijital mecraların sinema işine iyiden iyiye el attığı bir çağda sinema filmini sinema salonunda izlemek isteyenler için ilgi çekici bir tercih Rüya Senaryo. Yönetmenin bir sonraki filmini şimdiden iple çekmek için de başlı başına bir neden.