All Quiet On The Western Front, Netflix kataloğundaki en kayda değer filmlerden biri. Geçmişte 1930 ve 1979 yıllarında iki kez çekilen bu değerli yapım 2022’de bir Alman yapımı olarak tekrar beğenilerimize sunuldu. Film 2023 Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film kısa listesine de girmiş durumda. Aday olma şansı da hayli yüksek görülüyor.
Savaş filmleri geçmişten bugüne çokça iyi örnekle karşılaşabileceğimiz bir janr. Sinema tarihi var olduğundan beri savaş filmleri var desek yanlış olmaz. Savaş tarihi insanlık tarihiyle yaşıt olduğundan ve insanlar çıkar için savaşı hep bir yol olarak gördüğünden sinema endüstrisi için de iyi malzeme vermişler. İç savaşlardan dünya savaşlarına, kabilelerin kendi aralarındaki çatışmalara kadar geniş bir yelpazeye ayırabiliriz. Braveheart, Gladiator, Kingdom of Heaven gibi yapımlar alt tür olarak epik filmlere girse de savaş filmi janrında değerlendirilebilirler. Bunları da tür içine katarsak çok fazla savaş filmi sıralayabiliriz. Akademi de bu janrı görmezden gelmemiş. En prestijli ödüllerden kabul edilen en iyi film dalında da Wings (1927), All Quiet On The Western Front (1930), The Bridge on River Kwai (1957), The Deer Hunter (1978) gibi filmler ipi göğüslemişti. Günümüze geldikçe bu örnekleri artırmak da mümkün. Oscar ile savaş janrı arasındaki samimi ilişkiyi de böyle inceledikten sonra filmimize geçelim.
Film 2 saat 28 dakikalık süresiyle bazıları için mesafeli yaklaşılacak bir yapım olarak görünse de sürükleyicilik konusunda net bir başarı söz konusu. Bir arkadaş grubunun askere yazılarak vatan için fedakarlık yapma hevesleri ile filmin sonunda savaşın sona ermesi ile gelinen ruh hali siyah ile beyaz kadar zıt. Filmin başarısı burada saklı. Film abartılı savaş aksiyonuna yönelmek yerine savaşın yıkıcı etkileri üzerine eğilmiş ve bu konuda bir manifesto çıkarmış. Bu arada yanlış anlaşılmasın film teknik yönden de hayli doyurucu ancak Saving Private Ryan gibi bir ordunun güzellemesi yerine savaşın kazanan kim olursa olsun ne kadar kirli bir şey olduğunu çok iyi anlatıyor. Filmin başında hevesli bir asker olan Baumer film biterken o gençliğinden eser kalmayan, sırtında ağır bir yük taşımış gibi bitkin ve umutsuz bir adama dönüşüyor. Baumer üzerinden bir büyüme hikayesi izlediğimizi de söylemek pekala mümkün. Sevdiği dostları yanı başında cansız yere yığılırken onlara üzülecek fırsatı bile olmayan ve hayatta kalmakla imtihan edilen Baumer’in bu hüzünlü öyküsü izleyiciye direkt geçiyor. Uzun süredir bir savaş filminde olayların bu kadar içine girdiğimi hatırlamıyorum. Burada inandırıcı oyunculuk performanslarının rolü elbette büyük. Başrol Felix Kammerer gayet başarılı ancak Albrecht Schuch’a ayrı bir parantez açmak istiyorum. Kendisini daha önce 2020 yapımı Berlin Alexanderplatz filminde de izlerken büyülenmiştim. Aynı oyunculuk gücünü çok farklı bir rol olmasına rağmen bu filmde de hissettim. Dikkatle takip edilmesi gereken yetenekli bir oyuncu.
Filmin en sarsıcı noktalarından biri de final sekansı. Suya sabuna dokunmayan, uzaktan savaşı izleyen, onbinlerce gencin yaşamını yitirmesine seyirci kalan bir güruhun ateşkes antlaşması sonrası bile antlaşma saati henüz gelmediğinden son bir taarruz emri vermesi; yanlış insanların gücü eline aldığında ne derece tehlikeli olabileceklerine çok iyi bir örnekti. All Quiet On The Western Front bir remakein nasıl yapılması gerektiği konusunda iyi bir emsal. Günümüzün teknolojisini gerekli ölçüde senaryoya yediren, Michael Bay tarzı büyük patlamalar ve setlerle göz boyamaya çalışmayan, genelde hep es geçilen savaşın psikolojik zararlarını merkezine alan ve bunu iyi işleyen kaliteli bir Alman filmi. Bu yılki ödül töreninde yarışacağı kategoride şansının yüksek olacağını düşünüyorum. Savaşın özellikle drama kısmına merak saran izleyiciler için nokta atışı bir tercih olacaktır.