Eski usul dizileri özleyenlere, daha spesifik konuşayım, Lost ve Desperate Housewives’ı seven ve onlar gibi bir dizi arayanlara, onların çocuğu olabilecek bir önerim var: Yellowjackets. Netflix’in janjanlı paketlerinden, mini dizilerden, kolayca sindirilip unutulan tüketime yönelik içeriklerden sıkılanlar da çareyi burada bulabilir. Showtime dizisi 10 bölümlük ilk sezonunu henüz tamamlayıp ikinci sezon için onay almışken, tanışmanın tam sırası.
Okudukları lisenin yıldız futbol takımını oluşturan kızların uçağı turnuva yolunda düşüyor ve kurtarılana kadar doğada 18 ay süren bir mücadele veriyorlar. Kız grubunun yanında sadece üç erkek var. Bakire Travis, sessiz küçük kardeşi Javi ve kazada bir bacağını kaybeden gay koçları. Erkek yardımı pek söz konusu değil yani. Bir taraftan da 25 yıl sonrasını izliyoruz. Kazadan kurtulup artık yetişkin birer kadın olan Shauna, Taissa, Natalie ve Misty, bir tür Umutsuz Ev Kadınları yaşamı sürüyor. Lisede başlarına gelen korkunç olayın travmasını hala atlatamamış dört kadın hem gündelik hayatlarını sürdürmeye hem de “orada” olanları öğrenmeye çalışanlardan kurtulmaya çalışıyor. Elbette birçok karakter var fakat ilk sezon özellikle bu dörtlüye ayrılmış. Diğerlerini de flashback’ler sayesinde az çok tanıyoruz.
Dört yetişkin kadında Christina Ricci (tanınmaz halde), Juliette Lewis (belki de en iyileri), Melanie Lynskey ve Tawyn Cypress’in uyumu harika. Ricci’nin Misty’si tam bir sosyopat ve oldukça tehlikeli. Gülüşü, davranışları, soğuk kanlılığı ve sahte arkadaş canlısı görünümüyle tam bir American Psyco. Lewis’in Natalie’sinin kötü kız imajının altında büyük bir aşk öyküsü var. “Orada” başlayan ve günümüze dek süren, acı verici, alkolizme sürükleyici, intihara meylettirtici bir aşk. Lynskey’nin Shauna’sı güven veren suratıyla tam bir banliyö kadını gibi görünse de zor kararların altından başarıyla kalkan, görev neyi gerektirirse onu yapan ve en büyük sırları bir ömür taşıyabilecek kadar yastıklayabilen biri. Cypress’in Taissa’sıysa hem lisede hem de şimdiki yaşında asla kaybetmeyen, güzel bir eşi ve çocuğu olan, eyalet senatör seçimlerine katılan, demir gibi bir kadın. Ne var ki en büyük zihinsel hasar da ondaymış gibi görünüyor. Bakacağız.
Belli ki senaristlerin anlatacak çok şeyi var ve dizinin uzun soluklu olmasını istiyorlar. Bu sebeple hikâye yaprak yaprak açılıyor. Her bölümün sonunda bir sonraki haftayı bekletecek bir gelişme yaşanıyor. Eski usul. Ne de olsa beş saniye bile bekleyemeyenler için “sonraki bölüm” butonu yok, her halükârda bir hafta beklemek, haftada bir bölümle yetinmek durumundasınız. Öncüllerinden farkı (ve eksiği), sezonun yirmi küsur değil de sadece on bölüm oluşu. Bu önemli bir handikap çünkü on bölümlük ilk sezonda çok az şey öğrenebiliyoruz. Bu tarz bir dizinin minimum 18 bölümlük sezonlarla gelmesi lazımdı.
Yellowjackets, belli başlı türleri bir arada sunarak seyirci yelpazesini geniş tutuyor. Aile dramlarını, büyüme hikayelerini, korku filmlerini ve hayatta kalma öykülerini bir potada eritiyor. Dizinin lokomotifiyse “orada” ne olduğu. Belli ki kızların yaklaşan kışla birlikte yükselen barınma ve açlık sorunlarından daha fazla korkmaları gereken şeyler var. Bir tür tarikat, bazı ritüeller, uyuşturucu etkisinde yapılmış kontrolsüz davranışlar mevcut. Öyle ki bunları temsil eden sembol yer yer karşımıza çıkıyor ve onuncu bölümde, bazı fanatiklerin bunu 25 yıl sonra da yaşattıklarını öğreniyoruz.
Son olarak, pilot bölümü çeken Karyn Kusama’nın rejisini ve çocuk oyunculardan Ella Purnell ile Samantha Hanratty’yi övelim. İlk sezonun tamamını şimdi beIN CONNECT’te izleyebilirsiniz.