Köyden kente göç eden, ayakta durabilmek için var güçleriyle çaba sarf eden bir aile ve dört koldan üstlerine üstlerine gelen koca şehir İstanbul… Ülkemizde özellikle 80 dönemi ile artan toplumcu-gerçekçi eserlerden en etkileyicileri arasında yer alan Bir Küçük Bulut bir ailenin yaşadığı kültürel travmayı, metropolde var olabilmenin getirdiği zorluğu ve aile bağlarının önemini realist bir gözle anlatmasıyla dikkat çekiyor. Özellikle günümüzdeki birçok popüler dizinin yapımcısı olarak tanıdığımız Faruk Turgut’un yönetmenlik koltuğunda oturduğu filmin başrollerinde dönemin politik filmlerinde bolca görmeye başladığımız Tarık Akan, Füsun Demirel ve etkili oyunculuğu ile Osman Alyanak yer alıyor.
Köyde yaşayan ailesini daha rahat bir yaşam sürebilmek adına İstanbul’a getiren Saycan (Tarık Akan) ve ailesinin bu büyük şehirde tutunabilme hikâyesine şahit olduğumuz Bir Küçük Bulut hayata ve yaşama dair içinde bulundurduğu türlü detaylara rağmen köyden kente göç temasının altından büyüyen bir hikâye. Yerini yurdunu köyde bırakıp, bilmedikleri bir şehre gelen bir aile ve ailesini bu koca şehirde ayakta tutmaya çalışan bir baba figürünün merkezinde gerçekleşen olaylar silsilenin bir bütünü olan film, bir yandan İstanbul’un o devasa atmosferi içinde var olabilmenin zorluğunu anlatırken bir yandan da aile bağlarının önemine dem vuruyor. Özellikle Saycan’ın babası olan Hıdır’ın köyden ayrılmanın bunalımıyla büyük şehir isyanı filmde en çok vurgulanan nokta oluyor. Hıdır yaşlı bir adam olarak köyden ayrılmayı kendine yedirememekte büyük şehrin keşmekeşine alışamamaktır. Bu süreçte ona köyünü hatırlatan her şeye sıkı sıkıya sarılan bir imaj çizen Hıdır hikâyenin geleneksel tarafını temsil etmesiyle öne çıkıyor. Saycan’ın karısı rolünde gördüğümüz Füsun Demirel ise kocasına sadık, evi çekip çeviren esasen toplumda sıkça karşılaştığımız bir kadın portresi olarak karşımıza çıkıyor. Evin küçük oğlu ise hikâyenin umut kanadı olarak beliriyor. Keza köyden kente göçün asıl sebebini; ailenin en yeni üyesine daha iyi bir yaşam standardı, daha iyi bir gelecek sunma düşüncesiyle gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Türkiye tarihine baktığımız zaman ekonomik değişmelere paralel olarak köyden kente göçün hep hızlandığına şahit olmuşuzdur. 1980’ler de askeri darbe sonrası iktidara gelen Özal hükümetiyle başlayan liberalleşme dönemi özellikle fabrikalarda işçi açıklarının doğmasına sebebiyet veriyordu. Fabrikalar açıklarını genellikle köyden kente göç etmiş vasıfsız iş gücü ile doldurmaya çalışırken, bir taraftan da arz talebi karşılayamıyor böylelikle işsiz sınıfın arttığı bir ortam doğuyordu. 1980’lere kadar kırsala oranla daha az insanın yaşadığı kentler, hükümetin vaatleri doğrultusunda kalabalıklaşmaya başlıyor ve çarpık kentleşme dediğimiz kavramın doğmasına sebebiyet veriyordu. Bu doğrultuda banliyö olarak tabir ettiğimiz kentin içindeki köyler ortaya çıkıyor ve şehir yapısının içinde bambaşka hayatlar yaşanmaya başlıyordu. Bir Küçük Bulut ise istihdam dışı kalmış, muhallebici de çalışan ve ailesi ile birlikte şehrin banliyölerine yerleşen Saycan’ın etrafından gerçekçi bir Türkiye portresi sunmasıyla dikkat çekiyor. Çocuğuna daha iyi bir gelecek sunma, daha mutlu bir yaşam isteği, kentteki istihdam oranın fazla olması en başta Saycan’ı İstanbul’a getiren nedenlerin başını çekiyor. Ancak şehrin kültürel farklıkları, memlekete özlem gibi kavramlar en başta ailenin arasına giren kara kedi olarak dikkat çekse de asıl zorluğun alışamadıkları bu metropolde var olabilmek olduğu gerçeği yavaş yavaş tüm aile bireylerinin yüzüne tokat gibi çarpacaktı. Onlar bir yandan bu zorlu hayata alışmaya çalışırken kentin onlar için hazırladığı sürprizler ise onları alışmadıkları bu düzen içerisinde hayretler içerisinde bırakacaktı. Tüm bu değerleri bir araya topladığımızda filmi köyden kente göçün zorluklarını anlatmadaki ustalığı ile rahatlıkla ön plana çıkarabiliriz.
Hikâyeyi önemli kılan unsurların başında içinde barındırdığı küçük ama filmin etkileyiciliğini arttıran detayları da sayabiliriz. Bir ev geçindirmenin zorluğundan, başını sokacak bir çatının önemine, özlük değerlerine kadar birçok farklı unsuru filmde görebiliriz. Masaya konulan bir dilim peynirin, yemeğe fazladan atılan zeytinyağının hesabının yapıldığı Bir Küçük Bulut aslında küçük görünen bu ayrıntılarla bir memleket gerçeğini de kanlı canlı ortaya koyuyor. Daha iyi bir yaşam dileğiyle metropole gelmiş bu insanların hayatları git gide daha kötü bir hal alsa da onlar gelecek umutlarıyla tüm zorlukların üstesinden gelmeye kararlıdır. Aslında tam bu noktada filmin geleceğe dair taşıdığı umuda şahit oluyoruz. Köyden kente göç temasının altından filizlenen umut kavramı daha da belirgin bir şekilde gözümüze çarpmaya başlıyor. Bir dilim ekmeğin bile alışmadıkları bu dünya düzeninde öneminin vurgulandığı hikâye sadece umut kavramını değil yıllarca yaşadıkları, benliklerine sahip oldukları evlerinden kopup gelmenin bunalımını da izleyiciye aktarabilmeyi başarıyor. Filmde sürekli köyüne dönme isteğini belirten Saycan’ın babası Hıdır’ı hikâyeye kattığı gerçekçilik payıyla bu noktada ön plana çıkarabiliriz. Osman Alyanak’ın etkileyici performansıyla öne çıktığı Hıdır, başından sonuna kadar şehir hayatına adapte olmayı reddetse de şehrin kendi düzeni içerisinde bir şekilde yolunu bulmaya başlar ama burada da etik değerler devreye girer. Hikâye bir taraftan şehrin fırsatlarla dolu tarafını ön plana çıkarırken bir yandan da kendi bildiği yoldan bunu eleştirmeyi seçiyor ve tümüyle yeni başlanan bir hayatın zorluklarını apaçık şekilde ortaya koyuyor.
Hikaye bir ailenin şehir hayatına adapte olabilmesi ekseni etrafında giderken, Saycan’ın çalıştığı muhallebicide bulaşıkçı olarak işe başlayan Mehmet’in olay örgüsüne dâhil olması hem hikayeye farklı bir boyut katıyor hem de köy hayatından farklı olarak şehrin siyasi kutuplaşmasını filme dâhil ediyor. Ancak bunu yaparken, Mehmet ile ilgili detayların Tuncelili olması ve kitap okuması dışında sınırlı kalması hem Mehmet ile ilgili doğru bir çıkarım yapmamıza engel oluyor hem de temsil ettiği siyasi duruşun havada kalmasına neden oluyor. Aslında bu noktada filmin yönetim tarafından eksiği de bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. Her ne kadar Bir Küçük Bulut doğru tasarlanmış, iyi niyetli bir iş olsa da köy-şehir ikilemi arasında verilen detayların şehir hayatında verilememesi filmi geriye götüren bir nokta olarak öne çıkıyor. Saycan’ın sadece Mehmet ile görünmesinden dolayı içeri alınması dönemin adalet yapısına bir eleştiri gibi gözükse de Mehmet ile ilgili bilgilerin eksik verilmesi bu noktada olayın bütünlük kavramını zedeliyor. Bu noktada bariz bir şekilde ortaya çıkan yönetmenlik eksiğinin bastırılmasında Faruk Turgut’a en büyük desteği ise filmin cast ekibi veriyor. Osman Alyanak’ın Hıdır karakteri ile devleşmesi filmin vuruculuğunu etkileyen en önemli nokta. Keza Tarık Akan ve Füsun Demirel’in yakaladığı uyumunda filmin naifliğine katkı yaptığını söyleyebiliriz. Tüm parametreleri bir araya topladığımızda Bir Küçük Bulut hikâye anlatılış tarzında eksikler bulunan ancak doğru kurgulanmış hikâye yapısıyla gerçekçi bir film olarak ön plana çıkıyor.
Son kerteye geldiğimizde ise döneminin artan iç göç hareketlerini etkileyici bir şekilde ortaya koyan film özellikle 80lerde artan toplumcu sinemanın en somut örneklerinden biri olarak dikkat çekmeyi başarıyor. Tarık Akan’ın değişen çizgisini perçinlendiği, Faruk Turgut’un yönetmenlik konusunda eksikleri olsa da başarılı işler yapabileceğini kanıtladığı, ufak siyasi dokunuşları ile sınıfta kalsa da genel hatlarıyla baktığımızda başarılı olarak nitelendirebileceğimiz Bir Küçük Bulut, anlattığı hikâyeyi gerçekçi bir şekilde aktarabilmesiyle türevlerden ayrılıp ön plana çıkabilmeyi başarıyor.
Yazar: Polat Öziş