Yerli sinemamızda komedinin tarihçesi hakkında sayısız yazı ve araştırma kaleme alındı, alınmaya da devam edilecek. Gişenin en sevdiği türlerin başında olan komedi için pandemi süreci öncesinde tehlike çanları iyiden iyiye çalmaya başlamış idi. Bir tür olarak gösterilen ilgi önce birkaç isme, sonrasında ise tekil karakterlere kadar indirgendi. Daha önce işaret edilen tehlikelere dair olumsuz sonuçlar ne yazık ki gün yüzüne çıkmaya başlamış oldu. Sinemanın izleyici için pahalı bir kültürel etkinlik haline gelmesi ve ayrıca salonların alışveriş merkezlerinde yoğunlaşması sebebiyle sinema bileti dışında da fazlaca tüketim aracı ile kuşatılmış olunması nedeniyle izleyici, güldürü garantisi olduğunu umduğu filmlere yönelip şüpheli olarak nitelendirdiği filmlerden uzak durmaya başladı. Bu durum, komedyenlerin farklı biçimler deneyip alışılageldik mizah anlayışının dışına taşarak yeni pencereler açabilme girişimlerine demani bir durum haline geldi. Yaklaşık bir buçuk senedir içinde bulunduğumuz pandemi sürecinin büyük bir kısmında sinema salonlarının kapalı kalması, sosyal hayatla birlikte sinema salonlarına olan özlemi de artırmış olmasına karşın, gündemde veya gelecek için heyecan verici komedi film projeleri ile niyet olarak olsa dahi karşılaşılmıyor. Pandemi sürecinin en şaşırtıcı hususlarından birisi de, evlere kapalı kaldığımız uzun zaman dilimi boyunca televizyon kanallarının arşiv olsun, güncel olsun, komedi türü yapımlar yerine dram ağırlıklı yapımları tercih etmesi oldu. Güncel durum itibariyle televizyon ekranlarında nitelikli, hatta neredeyse hiç komedi dizisi bulunmuyor. Komediye izleyici, sinema ve televizyon üçgeninde duyulan bu ilgisizliğin odak noktası hakkında farklı görüşler ortaya atılabilir. Lakin bugün dahi Yeşilçam komedilerine yoğun bir ilgi varken, günümüz yapımlarının birkaç yıl sonra varlıklarının dahi unutulma tehlikesi kalıcı bir çöküşe sebebiyet verebilir.
Pek çok popüler ismin bir araya getirildiği, yüksek umut vadeden fakat gişede hüsrana uğrayan film sayısında son yıllarda ciddi bir artış yaşandı. Dışarıdan bakıldığında kahkaha tufanı kopartacak gibi duran bir filmin, izlendiği esnada belli belirsiz bir tebessüm ettirmeyi dahi başaramayan senaryosu, ne yazık ki kolaycılığa kaçmış ellerle şekilleniyor. Popüler isimlerin varlığı yetmiyor, kadro çalışması ve kadro uyumu sağlanmamış filmler tat vermiyor. Bir Yeşilçam filmine gösterdiğimiz yoğun ilginin altında, yıldız ismin veya isimlerin yanında yan karakterlerin olmazsa olmaz varlıkları da yatıyor. Rolleri ile özdeşleşmiş yan karakterler, denizi besleyen akarsu yatakları gibi. Bugün ise rolü ile bütünleşememiş, sadece varlığına sığınılmış yıldız isimlerle dolu komedi film çöplüğümüz büyümeye devam ediyor. Televizyon ekranlarında da durum farklı değil. Karikatür tadında karakterlerle, sakız gibi uzayan diyaloglarla, günlük yaşamdan kopuk bir dil ile örülmüş dizileri kaleme alanlar, kendi aksaklıklarını kapatmak yerine izleyiciyi sözde mizaha uyum sağlamaya zorluyorlar. Böylesi bir durum ise izleyiciyi komediden neredeyse tümden koparıyor.
Genel olarak sinemamızda var olan hastalık derecesindeki bir takıntı da filmi müziğe boğmak. Evet, filmler müzikle boğuluyor ve sinemaya dair ne varsa can çekişiyor. Mekanla ve sözle uyumlu müzik filme ne kadar güç katıyorsa yersiz varlığı da o kadar baltalıyor. Niteliksiz senaryoyu video klip tadında çekince, film çekilmez hale geliyor.
Sadece komedi değil, tüm filmlerin odak noktasında senaryo bulunuyor. Senaryo ise sadece tahayyül edilmiş kelimelerle değil, içinde bulunduğu çağın dinamikleri ile de şekilleniyor. Sosyal medyanın asosyal potansiyele sahip ilişkilere kapı aralaması, insanlar arasındaki etkileşimi de derinden etkiliyor. Fenomen olarak tanımlanan isimlerin kolaycı mizah anlayışı ve bu mizaha kolay erişim, zeka gerektiren bir mizah yaklaşımına verilmesi gereken emeği uğraşılmaz kılıyor. Endüstriyelleşmiş bir sinema sektörümüz olsa idi, potansiyeli olan kalemler için başka hiçbir kaygı gütmeksizin sadece üretime odaklanacağı bir alan açılmış olurdu. Fakat mizah seviyesinin hızla irtifa kaybedişi, gerçekten gülmek isteyen izleyici ile sinema salonları arasına mesafe koyarken, gülmeyi ilkel bir refleks olarak basite indirgeyen kolaycı mizah anlayışı, kısa vadeli menfaat uğruna sistemi uzun vadede kilitlemeye başlıyor. Mevcut kolaycılığa teslim olmadan, kitlesine ulaşma gayesini idealist şekilde sürdürmeyi başaran mizah erbabının kalıcı inadı, bu sürecin iyileşmesi noktasında son derece belirleyici bir rol oynayacaktır. Mizahtaki kırılmanın daimi sakatlığa mahkum olmaması için aynı zamanda zaruri bir rol bu.