Kavur: Yalnızlık, Melankoli ve Ömer Kavur

Onları kendi duygularının aydınlığında görüyordun. Kendi hayatında vehmettiğin şeyleri onlara taşıyordun! Sen tek bir insanın etrafında dünyayı toplamağa çalıştın.

Daha önce Ziyafet ve Hatırlamadığım Şeyler isimli iki kısa metrajıyla tanıdığımız Fırat Özeler’in ilk belgesel projesi Kavur, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanında yer alan bu cümlelerle açılıyor. İsmini ilk duyduğum andan itibaren yakın takibe aldığım ve seyirciye sunacağı estetik dilinden şüphe dahi duymadığım Kavur, nitekim dünya prömiyerini bu yılın başlarında 52. Rotterdam Uluslararası Film Festivali’nin restore edilmiş klasikler, film kültürü belgeselleri ve arşiv keşiflerine yer veren Cinema Regained programı kapsamında yaptı. Türkiye prömiyerini de 42. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması’nda gerçekleştiren Kavur üzerine bir şeyler yazmak, bir süredir ara verdiğim film kritiğine geri dönmek adına da güzel bir motive oldu.

Macerası bundan üç yıl önce başlayan, çekimleri üç ülkede ve 21 şehirde yaklaşık bir yılda yayılarak tamamlanan Kavur, bu yönüyle oldukça titiz bir çalışmanın ürünü ve aynı zamanda iki değerli hazineyi daha sinemamıza yeniden kazandırdı. Geniş bir arşiv çalışması sırasında yönetmenin daha önce hiçbir yerde gösterilmemiş ve aslında kimsenin de haberdar olmadığı 1971 yapımı iki kısa filmi olan 13 dakikalık Hamal ve 9 dakikalık İntihar, böylelikle 50 yılın ardından gün yüzüne çıktı. Anayurt Oteli, Gece Yolculuğu, Gizli Yüz ve Akrebin Yolculuğu gibi pek çok filmi ile Türk sinemasının en önemli isimlerinden olan yönetmen ve senarist Ömer Kavur’u odağına alan bu belgeselde yer alan üç karakteri seslendiren isimler ise Cem Yılmaz, Funda Eryiğit ve Tilbe Saran.

Zihnimizin Yeniden Yarattığı Bir Kavur İmgesi

Kendine özgü anlatım üslubuna sahip Ömer Kavur’un yaşam yolculuğuna, kanımca sinemamızın en iyi edebiyat uyarlaması olan ve psikolojik derinliğiyle izleyicisini içine hapseden Anayurt Oteli’nin kamera arkası görüntülerini izleyerek başlıyoruz. İşte tam o anda seyirci için öyle geniş bir kapı açılıyor ki o dünya, içeri herkesi davet eden fakat çok az kişinin girmeye cesaret edebildiği bir yer. O dünyanın içinde her birimizin bizzat bildiği fakat bir yandan da hiç tanımadığı bir yönetmen portresini ışık huzmelerinin arasında sessizce ve utangaç şekilde salınan bir hüzünle perdeye yansıtıyor Kavur. Fakat bunu da belgesel türünün alıştığımız kalıplarının dışında bir anlatımın eşliğinde oldukça stilist ve edebi bir form içinde gerçekleştiriyor. Sürekli devinim ve oradan oraya sürüklenen bir yaşama sahip Kavur her ne kadar belgeselde anlatılan kişi olsa dahi kendisini bizzat görmüyor fakat genç bir kadının sesinin gezintisinde onun silüetini kendi zihnimizde yaratıyoruz. Melankoli ve yalnızlıkla kuşatılıp yontulan benliğiyle…

Kavur’la Bir Yolculuğa, Belki de Onsuz…

Genellikle yolculuk temasını işlediği filmlerinde soyut kavramları metaforik ögeler kullanarak peliküle yansıtan Ömer Kavur’u, belgeselinde farklı zaman ve mekanlara uğrayan bir yolculuk hikayesiyle aktaran Fırat Özeler’in bu tercihi, dinamik bir anlatıya hizmet ediyor. Genç kadın her ne kadar Kavur’un filmlerindekine benzer bir yolculuğa çıkarsa tüm sıkıntılarının çözüleceğine inansa da yolculuğun onun karşısına çıkardığı terk edilmiş kasabalar, harabeler ve kimsenin kalmadığı oteller Kavur ile olan hayali diyaloğunu anlatıya dahil ediyor. Kavur’un yalnızlığı, arayışı, bunalımı, hayalleri ve her şeye karşı takındığı sorgulama ihtiyacını estetik açıdan perdeyi dondurup uzun uzun bakma ihtiyacına sürükleyen görüntüler ve edebi bir yol izleyerek ele alan Özeler, böylelikle roman tadındaki hacimli anlatımını usul usul seyirciye zerk edip bir dinginliğin ya da bilinmezliğin fırtınalı dünyası içine hapsediyor. Tabii ki bunda hiç kuşku yok ki adeta kılı kırk yaran titiz bir senaryonun varlığı etkin rol oynuyor.

Her Anı Ömer Kavur’la Aydınlanan Bir Anlatı

Ömer Kavur ne yapmak istediğini çok iyi bilen ve kararlı bir kişiliğe sahip olmasının yanı sıra aynı zamanda yalnız, kırılgan, melankolik ve kendi benliğinin sınırları içinde kaybolan da biri. Belgeselin bu yönüyle psikolojik ve ruhsal açıdan hissettirdiği doygunluk, tek bir saniyesi dahi boşa harcanmamış bir çalışmayı da ortaya koyuyor. Ömer Kavur gibi bir ismi anlatmak ve onun hislerini perde aracılığıyla seyircide benzer etkilerle uyandırmak kolay bir meziyet değil fakat Özeler’in ne yaptığını çok iyi bilen ve teknik anlamdaki incelikli dokunuşları, Kavur’un zihninin derinliklerinde dolanan milyonlarca flu duyguyu karanlığın içinden seyircisine yöneltiyor. Son derece olgun sinema diliyle bu yılın en özel işlerinden biri olan belgesel, gerek görüntü yönetimi gerekse Başar Ünder imzalı müziği ve Yalın Özgencil ile Taylan Geçit imzalı ses dizaynının hissettirdiği o sonsuzluk duygusuyla kuşatıyor izleyicisini. Ömer Kavur’un ruhu ve benliğiyle…

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir