“Katmanlı Hikâyelere Hep Yakınlık Duydum”

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin yeni haftasından herkese merhaba. Bu yılın öne çıkan kısa film ve yönetmenlerini tanıdığımız röportajların altıncısında üzerine düşündüren ve kadın-erkek ilişkilerine başarılı bir noktadan yaklaşan filmin yönetmeni bizlerle olacak. Yönetmeniyle birlikte üzerine konuşacağımız kısa film, babasından devraldığı tekstil fabrikasını eşi Güler ile yöneten Haluk’un yaşadığı iktidar çekişmesini anlatan Biz Bir Aileyiz olacak. 

Bu haftanın röportajında daha yakından tanıyacağımız isimse 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması’nda yer alan ve oyuncu kadrosunda Ahmet Kaynak, Sezin Bozacı, Elit İşcan ile Sencar Sağdıç’ın yer aldığı Biz Bir Aileyiz filminin yönetmeni Melik Kuru olacak.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Melik Kuru?

Adettendir ilk önce ansiklopedik bilgileri vermem gerekiyor sanırım. 1989 yılında İstanbul’da doğdum. Ortaöğrenimimi Galatasaray Lisesi’nde gördükten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki mimarlık eğitimimi yarıda bıraktım ve lisans eğitimimi Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar bölümünde tamamladım. 2016 yılından beri New York’ta yaşamaktayım ve önümüzdeki aylarda Columbia Üniversitesi’nde Senaryo Yazarlığı ve Yönetmenlik yüksek lisans programımı tamamlayacağım. Son iki yılımı film projelerim dolayısıyla New York ve Türkiye arasında mekik dokuyarak geçirdim.

Sorunuzun asıl cevabına gelecek olursam; en sade haliyle hikayelerle beslenen bir insanım. Kişisel olanın toplumsal olanla kesiştiği hikayelerden heyecanlanan ve bu hikayeleri görsel dilde seyirciye sunmanın peşinde olan bir yazar/yönetmenim.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyon süreci ne kadar sürede tamamlandı?

Biz Bir Aileyiz’in nispeten uzun bir üretim süreci oldu. Yazımdan kurguya filmini bir ay gibi kısa sürelerde bitiren insanlara inanın gıpta ediyorum.

Senaryonun ilk taslağını Kasım 2017’de tamamladım. Sonraki 18 aylık süreçte bir yandan senaryoyu revize ederken bir yandan da filmi finanse etmek için destek arayışına girdim. Bu zaman diliminde New York’ta eğitimim devam ediyordu ve Kids adında oldukça düşük bütçeli bir kısa filmi baştan sona tamamlama şansını da yakaladım. Şubat 2019’da Biz Bir Aileyiz için İstanbul’a döndüm ve hazırlık sürecine de balıklama dalmış bulundum diyebilirim. Üç ay içinde casting, ekip oluşturma, lokasyonlar derken sürekli vites artırdık ve Mayıs 2019’da İstanbul’da bir tekstil fabrikasında üç gün içinde çekimleri tamamladık. Çekim yaptığımız mekan, işleyen bir fabrikaydı ve bu durum bize çekim sırasında belli sınırlamalar getiriyordu kaçınılmaz olarak. Dolayısıyla görüntü yönetmenim Barış Aygen ile çok hazırlık yaptık ve sete ne yapacağımızı önceden bilerek girdik.

Kurguda Buğra Dedeoğlu ile birlikte çalıştım. Acele etmeden, her adımımızı tartarak ve bol bol tartışarak kurguyu bir “yeniden yazma” aracı olarak kullandık. Elimizde çok karakterli ve bir kısa filmde sıkça rastlanmayacak derecede katmanlı bir malzeme vardı. Filmin kendi anlatısı, her karakterin kendi bireysel yolculuğu derken işin içinde kaybolmak zor değildi ancak izleyici deneyimini öncelikli kıldığımız bir film yaratma fikri bize her daim yol gösterdi. Bu dönemde Columbia’dan arkadaşım Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında” filmi çekimleri için bir aylığına şehir dışına çıktım, sonra da üç hafta bedelli askerlik derken filmin kurgusunun tamamlanması Ekim 2019’u buldu. Renk ve Final Mix’i de Postbıyık’ta birkaç ay içinde yaptık ve film 2020’nin ilk günlerinde son haline geldi.

Filmde hikayenin geçtiği fabrika patron-işçi çekişmesinin açıkça görüldüğü bir yer olarak Haluk ve eşi Güler ile olan iktidar çekişmesinin de tamamlayıcısı bir mekan oluyor. Filmin fabrikada geçmesi bu yönde yapılan bilinçli bir mekan tercihi mi?

Kesinlikle! Senaryonun ilk taslağının daha Haluk karakterinde yoğunlaşan, onu daha çeşitli mekanlarda takip eden ve daha farklı ilişki ağlarında tanımaya çalışan bir yapısı vardı. Hikayenin ana meselesi üzerine kafa yordukça, farklı toplumsal katmanları bir arada bulundurması, kendine has hiyerarşik ilişkiler kurması ve cinsiyet rollerini keskin hatlarla çizmesi nedeniyle, fabrikanın çok geniş bir oyun alanı yarattığını fark ettim. Bu tür çalışma yerleri bir yazar için çok zengin gri alanlar sunuyor. Düşünün ki Haluk, babasından kendisine geçen patronluk mertebesinin, yani iktidarın, yasal mirasçısı. Ancak iş yerlerinde bulunanlar bilir ki bu tür alanların fiili patronu iş yerine sahip olan değil, iş yerini yönetendir çoğu zaman. Dolayısıyla Güler’in yöneticiliğinde zaten sallantıda olan Haluk’un iktidarı, emekli ustabaşı Necati’nin ziyaretiyle iyice tehlikeye düşüyor. Tabii bu sırada yukarıda bu iktidar çekişmeleri yaşanıyorken kaçınılmaz olarak bundan zarar gören işçi sınıfı oluyor.

Haluk ve Gülerin arasındaki iktidar çekişmesi filmin ilk sahnesinden başlayıp son dakikasına kadar her anına zerk etmiş vaziyette. Senaryoyu yazarken bu durumu filmin her anına yedirmek sizi zorladı mı?

Hikayenin ana gerilim hattının Haluk ve Güler arasında olması gerektiğine kendimi ikna ettikten sonra çok zorlamadı diyebilirim. Mesele sadece bu çekişmeyi görünür kılmanın yollarını aramaya dönüştü. Hatta kör göze parmak olmaması ve anlatıyı boğmamak adına bazı küçük anları kurguda eledik. Kısa filmlerin senaryo yazım aşamasında olabildiğince ekonomik ve “hedefe yönelik” olunması gerektiğini düşünüyorum. Elinizdeki kısıtlı sürede ne yazık ki (duruma göre iyi ki de denebilir) anlatıyı rölantiye alma ya da pasif anlatıcı konumuna çekilme lüksünüz olmuyor. Dolayısıyla filmi Haluk’un Güler karşısında yaşadığı iktidarsızlık buhranı ile açmak her zaman aklımdaydı. Bundan sonrası ise çorap söküğü gibi geldi diyebilirim. Bir zamandır yüklü olan bir gerilim hattı kurdum ve Necati usta karakterini katalizör olarak kullandım.

Halukun otoritesini kabul ettirme durumu fabrikadaki üretim hakkında emekli ustabaşı Necatiye verdiği yanlış bilgi ve fabrikadaki çalışan Deryanın yaptığı küçücük bir hataya karşı aşırı tepkiyle açıkça görülüyor. Bu durumu iktidarını kaybetme tehlikesini gören erkeğin tüm kozlarını oyuna sürdüğü bir oyun olarak görebilir miyiz?

Birçok aile işletmesinde olduğu gibi, Haluk bulunduğu makamı çalışarak kazanmamış, deyim yerindeyse ona tepeden konmuş biri. Bu yönüyle baktığınızda aile müesseselerinin en güçlü tarafının aslında en zayıf karnı olduğunu görüyorsunuz. Mülk ve bütün varlık düzeni ataerkil bir sistem içerisinde nesilden nesile aktarılacak şekilde kurgulanıyor ancak bu nesillerin bu görevi layığıyla yerine getirebileceği sorusu ise havada kalıyor. Haluk bu sorunun yarattığı kanlı canlı bir karakter aslında. İşinde yeterli değil çünkü hiçbir zaman yeterli olma ihtiyacı olmamış. Hiç de şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, erkek refleksiyle evde yaslandığı eşine, bu sefer de kendi iş yerinde yaslanmış. Dolayısıyla Güler karşısında içten içe yaşadığı aşağılık hisleri ile işçilerine yönelik şiddet güdüleri arasında salınıp duruyor.

Haluk’un iktidarını sallayanın da, filmin sonunda şiddet ile üzerinde iktidarını güçlendirdiği karakterlerin de kadın olması elbette bir tesadüf değil. Yaşadığımız ülkedeki problemlerin anadamarlarından birinin “erkek sorunu” olduğunu düşünüyorum. Toplumun genlerine işlemiş olan cinsiyet temelli ayrımcılığa, hiyerarşiye ve kaçınılmaz yalanlara ve şiddete dair bir hikaye anlatmak istediğimde benim için bütün yollar yine iktidarı elinde tutan “erkekliğe” ve erkeklerin bu öğretilen cinsiyet rolünü nasıl tahsis ettiğine çıktı. Kısa bir film ile taraflıca anlatması son derece güç olmakla birlikte, sorunuzda bahsi geçen sahneler ve filmin her anının bu problemin farklı bir katmanına bir pencere açabildiğini umuyorum.

Biz Bir Aileyiz” ikinci kısa metrajınız. İlk kısa metrajınıza göre daha “Şunu daha iyi yaptım” dediğiniz noktalar oldu mu?

Sanırım film üreten insanları en çok zorlayan sorulardan biri bu. Doğrusunu söylemek gerekirse Biz Bir Aileyiz seyirci karşısına çıkan ikinci kısa filmim. Seyirci görmeyen de birçok kısa filmim oldu. Her yeni filmde kendinizi sanki daha önce hiç kullanmadığınız yeni bir dili öğrenmeye çalışıyor gibi hissediyorsunuz. Bunun sebebi de aslında her hikayenin, filmin yönetmenine kendi dilini dikte etmesi. Yönetmenin hikayeye bir anlamda boyun eğmesi dışında pek bir seçeneği yok gibi aslında.

Teknik süreçler hakkında kendimi değerlendirmem mümkün değil ancak Biz Bir Aileyiz’de hikayenin sesine daha dikkatli kulak kesildiğimi ve yönetmen olarak o sesin seyirciye tercümanı olmak konusunda daha iyi bir iş çıkardığımı düşünüyorum.

Filmde Halukun tam olarak düzgün takmayı beceremediği kravatı birkaç sahnede sembolik bir anlatının baş elemanı olarak görüyoruz. Kravatı Halukun eşiyle olan iktidar çekişmesindeki yer aldığı konumun temsili olarak görebilir miyiz?

Senaryoyu yazarken iliştirilen ufak hinliklerin seyircide karşılık bulduğunu görmek beni çok mutlu ediyor. İzleyiciden çok kez Haluk’un kravatı hakkında soru veya yorum aldım ve her seferinde soruyu cevaplamaktan kaçındım. O da herhangi bir ketumluktan ya da “Siz ne olduğunu düşünüyorsanız odur” diyerek işin kolayına kaçmak istediğim için değil. Bazı şeylerin açıklanınca tılsımının bozulduğunu düşündüğüm için.

Son kertede tek söyleyebileceğim, evet, Haluk’un kravatının hikayeye dahil olmasının bir sebebi var ve Haluk’un olduğu her sahnede dikkat çekici bir unsur olarak kalması için sanat yönetmenim Dilşad Aladağ ve görüntü yönetmenim Barış Aygen ile azami özen gösterdik.

Özellikle son yıllarda ülkemizde çekilen kısa filmlerde uzun metraj veya dizilerde rol almış tanıdık yüzleri daha sık görmeye başlıyoruz. Bu durum hiç kuşku yok ki ilk kısa filmlerini çeken yönetmenleri de heveslendiriyor? Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Kısa filmler bağımsız olarak nitelendirebilecek üretim şekilleri ve endüstride bulundukları konum açısından film üretenler için çok geniş ve oyunbaz bir alan sunuyor. Hikaye ve karakter inşası açısından anaakımda “riskli” olarak nitelendirilebilecek birçok tercih, kısa filmlerde gönül rahatlığıyla alınabiliyor. Bu da oyuncular için eminim bir cazibe noktası. Elbette oyuncular da diğer herkes gibi maddi anlamda hayatta kalmayı öncelemek durumunda. Yine de, hangi alanda çalışıyor olursa bir oyuncunun aradığı şeyin iyi yazılmış bir karakter ve derdini dile getirebilen bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Hangi anlatım formatında olursa olsun iyi çizilmiş bir karaktere mıknatıs gibi çekilir oyuncu. Özetle oyuncu sadece oynamak ister. İyi çizilmiş bir karakteri ise daha çok oynamak ister.

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Bu durumun değiştiğini söylemek için henüz erken olduğunu düşünüyorum. Yukarıda bahsi geçen isimlerin hepsi global endüstride rüştünü ispatlamış, dolayısıyla üretim için neredeyse sonsuz kaynaklara sahip yönetmenler. Kendilerini heyecanlandıran fikir her ne ise onu vakit kaybetmeden hayata geçirmek konusunda son derece özgürler. İster uzun metraj olsun, ister kısa ya da son yıllarda yükselişe geçen dizi formatı, popüler isimlerin yaptığı işler her zaman destek görecektir.

İşin henüz başında olan yazar ve yönetmenler için ise durum elbette çok farklı. Özellikle uzun metraj film çekmemiş yönetmenlere endüstri içinde “yönetmen” iş tanımının yakıştırılmadığı ülkemizde ise durum daha da farklı. Varolagelen düzen size film üreterek geçinebilmeniz için sıçramanız gereken bir yer olduğunu işaret ettiğinde kısa filmlerin birer sıçrama tahtası olarak görülmesi kaçınılmaz oluyor.

Ben kısa filmlerin üretiminin daha düşük maliyetli olması nedeniyle riskinin de daha az olduğunu unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Pazarlanacak bir “ürün” olmaktan ziyade bir öğrenim sahası olarak kullanılmaya çok daha elverişliler. Bu süreçte eğer birilerinin dikkatini çekebilirseniz son derece şanslısınız ancak bunun yokluğu da sizi yıldırmamalı. Yıldırıyorsa  henüz erkenken başka iş seçeneklerini gözden geçirmekte fayda var.

Benim kısa filmler ile kurduğum ilişki de yaparak öğrenme süreçlerinin bir benzeri oldu. Sadece kendime gösterdiğim öğrenci filmlerinden, festivallerde yarışanlarına farklı seviyelerde birçok film yaptım. Her birini olası bir sıçrama tahtasından ziyade bir eğitim aracı olarak ele almaya çalıştım. Önceki filmlerimi yapmış olmasaydım Biz Bir Aileyiz’ gibi nispeten zor bir kısayı kotarabileceğimi düşünmüyorum.

Son olarak, “bir an”a odaklanan anlatılardan ziyade her daim katmanlı hikayelere yakınlık duydum ve diğer birçok genç yönetmen gibi nihai üretim şeklimin uzun metraj olduğunu düşünüyorum. Kısa filmlerimi ise bu isteğim doğrultusunda avantajıma çevirmeye çalışarak, “Nasıl beni daha çok tatmin eden bir film yapabilirim?” sorusuna odaklandım. Bunun kolay bir yol olduğunu ve herkese tavsiye ettiğimi iddia edemem ama kendi adıma doğru hissettiren yol bu oldu. Sadece endüstride basamak atlamak için değil, ondan daha da elzem olarak, yazar/yönetmenin kreatif anlamda kendisi adına doğru yolu bulması gerekiyor ve bu yol hiçbir zaman kolay olmuyor.

Son olarak üzerinde çalıştığınız başka kısa veya uzun metraj projeleriniz varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?

Pandemiyle gelen ilk şoku atlattıktan sonra ilk uzun metraj filmim olmasını planladığım Aşk Hakkında Bildikleri Her Şey üzerine çalışmaya başladım ve senaryonun ilk taslağını tamamladım. Çekirdeğinde sancılı bir “geç kalan büyüme” hikayesi. İçinde geçtiği dünya ve karakterler bakımından Biz Bir Aileyiz’den çok farklı görünmekle beraber, aynı kalemden çıktığının seyirci tarafından hissedileceği bir hikaye olacağını umuyorum. Şu günlerde senaryoyu revize ediyorum ve yakında fon arayışına başlayacağım.

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir