Tanrı tarafından cennetten kovulan şeytanın, insanların gözünü bürüyen para hırsı yüzünden şeytanlığını sorguladığı, iyiyle kötünün birbirine karıştığı Arkadaşım Şeytan; ülke sinemasının en iğneleyici fantastik filmi olarak öne çıkıyor. Yönetmenlik koltuğunda Atıf Yılmaz’ın oturduğu filmin başrollerinde dönemin popüler gruplarından MFÖ’nün solisti Mazhar Alanson ve usta tiyatrocu Ali Poyrazoğlu yer alırken, film bize hem gözünü hırs bürüyen insanların dünyasına farklı bir yönden bakmamıza olanak sağlıyor hem de Atıf Yılmaz’ın sihirli elleriyle şeytanı dünyamıza kadar getiriyor.
Ünlü bir müzisyen olma ümidiyle ruhunu şeytana satan Fatih’in hikâyesi olarak başlayan film, yer yer müzikal bir tat veren, fantastik öğelerle bezeli, odak noktasına iyi ve kötü kavramlarını yerleştiren bir hikâye olarak karşımıza çıkıyor. Bir tarafta büyük hayallerini gerçekleştirebilmek adına son çare olarak Şeytan’ın peşine takılan Fatih, diğer tarafta ise Tanrı olmak ümidiyle dünya üzerindeki ruhların çoğunluğuna sahip olmak için çabalayan Şeytan’ın hikâyesi zaman zaman tatlı bir usta-çırak ilişkisine dönse de film aslında Şeytan’ın bu yolda ele geçirdiği ruhlar üzerinden insan doğasının zapt edilemez hırslarını apaçık şekilde gözler önüne seriyor .
Hayallerim, Aşkım ve Sen’den sonra Ümit Ünal-Atıf Yılmaz ikilisini yeniden bir araya getiren Arkadaşım Şeytan, sinemasında sihirli objeleri kullanmayı seven Atıf Yılmaz’ın şüphesiz en büyülü filmlerinden biri olarak ön plana çıkmayı başarıyor. Ruhunu şeytana satma deyimine farklı bir bakış açısı getiren film, taşıdığı fantastik unsurlar ve hikâyesel bazdaki farklılığıyla belki de ülke sineması içinde yapılmış en aykırı işlerden biri olarak dikkat çekiyor. Şeytan’ın kanlı canlı yeryüzünde dolaştığı bu hikâye; fantastik bir komedi olarak önümüze sunulsa da aslında içerdiği metalarla da büyük bir insanlık eleştirisini beraberinde getiriyor. Doğaüstü güçleriyle kendi müritlerinin sayısını arttırmaya çalışan Şeytan bir yanda, hayalleri için her şeyi göze almış Fatih bir yanda ilerlerken şeytandan bile daha şeytan olan insanoğlunun kötülükleri karşısında güçsüz konuma düşmeleri aslında hikâyeyi diri tutan taraf olarak öne çıkıyor. Film bu noktada bize gerçeği, hayali ve absürtlüğü bir potada eritip, heyecanını bir an olsun kaybetmeden ilerleyebilmeyi başarıyor. Keza filmin en büyük başarısını da bu noktada yakaladığını söyleyebiliriz. Gücünü birçok farklı metadan alan, klişelerden uzak havası ve devamlı yapılan şeytan göndermeleriyle ayakları yere sağlam basan tavrı takdir toplamayı başarıyor.
Arkadaşım Şeytan; fantastik bir film olarak başlasa da hikâye bizi yavaş yavaş distopik bir dünyaya doğru yolculuğa çıkarıyor. Nitekim paranın insan ruhuna hükmettiği, güç hırsı ile benliğini kaybetmiş olan insanoğlu; güldürü unsurları bol olarak başlayan bu hikâyede bizi karanlık bir dünyanın içine sokuyor. Başlarda Şeytan, insan ruhunun sıradanlaştığından bahsetse de insanoğlunun ona kurduğu türlü kumpaslar hem bize kötülüğün hâkim olduğu bir dünya resmi sunuyor hem de Şeytan’ın böylesi insanlar içinde adeta bir melek olarak algılanmasına sebebiyet veriyor. Keza film en başından beri düzgün giyimli, amiyane tabirle oturmasını kalkmasını bilen, yardımsever bir şeytan portresi çizişiyle, “Şeytan kim” sorusunu diri tutuyor. Özellikle filmin kötülük temsilcileri olarak ortaya çıkan Birol (Bülent Kayabaş), Mesut (Tarık Pabuççuoğlu) ve Şeref’in (Celal Hüsrev) ruhun gereksizliğinden dem vurup, Şeytan’a karşı duruşları bir nevi dünyanın gelmiş olduğu noktayı da gözler önüne seriyordu. Artık onlar zengindi, güçlüydüler ve inanmalarını gerektirecek bir ilahi güce ihtiyaç duymuyorlardı. Güç onlara; herkesten, her şeyden bağımsız bir şekilde istediklerini yapma olanağı tanıyordu! Tam da bu noktada film bir yandan benliğimizde yarattığımız Şeytan kavramını tümüyle yok ediyor hatta ve hatta Şeytan’a karşı sempati duymamıza olanak sağlıyordu. Ateşten yaratılmak, tanrı tarafından cennetten kovulmak şeytan olmaya yeterdi belki ama tek başına kötü olmaya yeter miydi? Hele ki güç budalası insanoğlu karşısında…
Film bize bir yandan iyiyle kötüyü sorgulatırken bir yandan da Fatih’in hayallerinin peşinden götürüyor. Hikâyenin masumane kanadını temsil eden Fatih, daha filmin ilk dakikasından itibaren başarılı olmak isteyen bir müzisyen olarak karşımıza çıkıyor. Şeytan ile karşılaşması onun hayalleri için her şeyi yapabileceği gerçeğini gösterse de o tüm film boyunca çizgisini hiç bozmadan ilerleyebilmeyi başarıyor. Fatih bu macerasında hem dünyanın iyiden iyiye üçkâğıda dönmüş yüzüyle tanışıyor hem de Şeytan’ın meleğe doğru evrimleşme döneminde onun en büyük yardımcısı oluyordu. Film bize Fatih’in yalnız ünlü bir müzisyen olma hayalini değil, Fatih’in özelinde kadın ve erkeğin aynı çatı altında nasıl yaşabileceği sorusuyla beraber kadına yüklenen misyonu da sorgulatıyor. Cansız bir mankenin Şeytan’ın sihirli dokunuşuyla Fatih’in karısı olduğu dünyada, kadının bir kaba sokulamayacağı gerçeği bir kez daha gözler önüne seriliyor. Fatih’in direktifleriyle her defasında Şeytan tarafından farklı bir kimliğe bürünen kadın –en sonunda kendine Özgür adını takıyor- her duyguyu en son noktada yaşamasıyla Fatih’i çileden çıkarsa da aslında yönetmen bize kadının belli normlar içerisine tıkılıp kalmasının gereksizliğini kendine has diliyle anlatırken bir yandan da kadının Şeytan’ın bile uğraşmaması gereken bir canlı olduğunu bize net bir şekilde gösteriyor.
Atıf Yılmaz’ın Arkadaşım Şeytan ile birçok metayı harmanlayabilmesi aslında filmi öne çıkaran en büyük unsur. Bunun neticesi olarak filmi sinema tarihimizin en önde gelen fantastik filmlerinden biri olarak hala anıyoruz… Ancak Arkadaşım Şeytan’ı yalnızca bir fantastik film olarak değerlendirmek yapılan işe kesinlikle haksızlık olur. İçinde verdiği mesajlarla insanın doğasının geldiği noktayı net bir biçimde özetleyen film vermek istediği mesajı tabir-i caizse güldürürken düşündürerek yapabilmeyi başarıyor.Film temposunu hiç kaybetmeden ilerlerken bunun en önemli unsurlarından birinin filmin büründüğü müzikal hava olduğunu söyleyebiliriz. En başından beri bir müzisyenin hayali teması altından var olan hikâye, çıkış noktasına sadık kalarak yani müziği unutmadan hatta müziği hikâyenin kimi zaman odak noktasına yerleştirerek devam edebilmeyi başarıyor. Bu da fantastik öğelerin, komedi ve taşlamayla birleştiği müzikal bir eserin günümüze dek güçlü bir şekilde ulaşmasına olanak sağlıyor. Film için açılması gereken ayrı bir parantez de Ali Poyrazoğlu ve Mazhar Alanson ikilisine. Ali Poyrazoğlu’nun pek de alışık olmadığımız bir şekilde büründüğü “ciddi bir adam” hali aslında onun neden usta bir tiyatrocu olarak anıldığının da bir göstergesi. Mazhar Alanson’un ise ilk oyunculuk tecrübesinin altından başarıyla kalkması ona yıllar sonra birçok kapıyı açacak olsa da onun filme verdiği en büyük katkı olarak müzikleri ve müzikal tadı bir tık yukarı çıkarmasını sayabiliriz.
Arkadaşım Şeytan; usta-çırak ilişkisine farklı bir perspektiften yaklaşan, paranın dünyaya ve insan ruhuna egemen olduğu, Atıf Yılmaz imzalı büyülü bir film olarak ön plana çıkıyor. Şeytan’ın sıradan bir insan gibi aramızda dolaştığı, bir anda yakalanan büyük başarılarının şeytan işi olduğu vurgusunun yapıldığı hikâye çok yönlülüğüyle türevlerinden ayrılabilmeyi başarıyor. Atıf Yılmaz’ın alışılmış normların dışında hatta döneminin üstünde olarak nitelendirebileceğimiz havasıyla çektiği film, aradan geçen yıllara rağmen hala ülke sineması içerisinde üretilmiş en nitelikli fantastik film örneği olarak ön planda durabilmeyi başarıyor…
Yazar: Polat Öziş