40. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma heyecanı kapsamında serinin ikinci röportajından herkese merhaba. Bu yıl oldukça kuvvetli adayların olduğu yarışmada En İyi Film ödülünün sahibini de merakla beklerken röportajlara devam ediyoruz.
Bugünkü röportajımda yönetmeniyle üzerine konuşacağım film, sevilme, onaylanma ve gruba dahil olma duygusunun vahametini işleyen Beni Sevenler Listesi olacak.
Röportajda daha yakından tanıyacağımız isim, oyuncu kadrosunda Halil Babür, Hayal Köseoğlu, Ahmet Rıfat Şungar, Nazlı Bulum, Sermet Yeşil ve Cem Uslu’nun yanı sıra yönetmenler Onur Ünlü, Can Evrenol, Özgür Sevimli ve Burak Çevik’in de yer aldığı Beni Sevenler Listesi filminin yönetmen ve senaristi Emre Erdoğdu.
Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.
İlk uzun metrajınız “Kar”da Antalya’nın sokak aralarında geçen zorlu hayatların hikayesine odaklanırken ikinci uzun metrajınızda ise yönetmen, oyuncu, yapımcı, yazar, müzisyenlerin İstanbul’daki gözde semti denince akla gelen yerlerden olan Cihangir’e odaklanmışsınız. Sosyokültürel ve ekonomik açıdan taban tabana zıt bu iki yere dair hikayelerin üretim süreci senaryo yazımı, karakter yaratımı ve diğer koşullar anlamında nasıl farklılıklar ortaya çıkardı?
Taban tabana zıt dediğimiz şeyler bazen çok benzer. Kar filminde “oraya ait olmadığını” düşündüğümüz bir karakterin gelmesiyle hikâyede şahit olduğumuz ilk kırılma yaşanırken, bu sefer yine aitlik sorgusunu yaşayan bir karakterin orada kalmaya çalışmasıyla film çatışmasını buluyor. Kar filminde hissedilen arazlarım bu filmin özünü oluşturuyor. Ayrıca aynı atmosferlerde bir şeyler üretmek istemem. Aklımda tek bir evren ama farklı atmosferler var. Benim için yeni olan bir şeyler taşımayan bir filmi yapmak için motive olamıyorum. Olmak istemem.
İlk filminizde birlikte çalıştığınız Hazar Ergüçlü, Halil Babür, Nazlı Bulum ve Ayris Alptekin gibi isimlerle bu projenizde de aynı veya bazı değişen rollerle tekrar bir araya geldiniz. Benzer isimlerle iki projede de çalışmanın size ne gibi getirileri oldu?
Kar filminin bana en büyük getirisi bazı insanlarla karşılaşmak oldu. Bu karşılaşmalar Beni Sevenler Listesi’nin temelinde vardır. Hayatımda ilk kez Cihangir’e Hazar’la tanışmaya gitmiştim. Yakın arkadaş olduktan sonra Cihangir atmosferini onun sayesinde soludum. O ne yaparsam yapayım ikinci filmimde birlikte olalım istiyordu ancak farkında olmadan bir filmin oluşum sürecinin başında yer alıyordu. Süreçte de hep yanımdaydı. Nazlı Bulum iyi oyuncudur. Onun gibi bir oyuncuyla elbette tekrar tekrar çalışmak isterim. Öncelikli sebebi bu olmakla birlikte ortak bir evrenin bağı bazı oyuncularda gizlidir. Nazlı benim aklımda öyle bir yerde. Ayris Alptekin ve Halil Babür’le ise açıkçası hem özel hayatta hem de sanatsal olarak bir yoldaşlığım var. Yaptığım her şeyin içinde hem teknik hem de duygusal olarak onları görmek mümkündür. Bahsettiğim şey bir etkiden daha fazlası. Onlarla ve onlardan öğrendiğim şeyler olduğum kişinin oldukça önemli bir bölümünü kaplıyor.
Filminiz sevilme, onaylanma, gruba dahil olma duygusunun vahametini yaşayan Yılmaz karakterinin hikayesine odaklanıyor. Hikâyenin ilk ortaya çıkışı nasıl oldu?
Sevilme vahameti üzerine çok düşündüğüm hatta içimin de yandığı bir dönemdi. Aslında ilk önce düz bir yazı yazmıştım. Aşağılık kompleksini yanına çekip konuşan bir adamın bize bunu anlatmasını. Başka bir filme çalışıyordum. Yazdığım yazı içimi soğutmayınca farkına vardım. Bu benim için çok önemli bir mesele ve bir yazıyla bunu geçemeyeceğim. Filmi bırakıp birini düşünmeye başladım: Yılmaz’ı. Yılmaz bir cenin gibi kafamın içinde neredeyse 10 senedir duruyordu. Hatta bir orta metraj da çektim ama henüz bir cenin olduğu için doğmadı. Şimdi tam anlamıyla sindirebiliyordum. Böyle başladı.
Filminizi 2019 yılının yaz aylarında çektiniz ve 2020 yılında da festivaller ve daha sonrasında vizyonda seyirciyle buluşturmayı amaçlamıştınız tahminimce fakat bu noktada hiç kimsenin tahmin edemeyeceği koronavirüs salgını patlak verince de sinema sektörü büyük yara aldı. Sizin bu süreçte yol haritanız nasıl etkilendi?
Zaten film süreçleri çok zor geçiyor. Aslında kafamda bir plan vardı ama sinemacılar için ticari planlar o kadar çabuk bozuluyor ki bu sürecin de sekteye uğraması şaşırtmadı. Biraz ertelendi film. Sinema sektörü bir durma haline geçti. Doğal meselelerden sekteye uğramak o kadar da yaralamıyor. Filmin ticari tarafıyla uğraşmayı hiç sevemedim zaten. Ama özellikle bu dönemde biz sinemacıların sinemayı daha çok düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ticari açıdan şu an ne durumda olduğu bir kenara sanatsal olarak ifade ettiği şeyi ve yaşam alanını.
Filmin senaryosu büyük oranda Halil Babür’ün hayat verdiği Yılmaz karakterinin üzerine kurgulanmış bir şekilde ilerliyor. Bunun getirdiği avantajlardan biri de karakterin her ayrıntısının düşünülmesi ve adeta bir yapboz parçası gibi özenle hazırlanması olmuş. Senaryoyu yazım aşaması, karakterin yaratımı ve gelişimi açısından sizin için nasıl ilerledi?
Yarattığım karakterlere hayatımdaki çoğu şeyden daha fazla önem veriyorum. Onları daha fazla hissedebilmek için her ayrıntıları düşünüyorum, onlarla yaşıyorum. Bu, işten daha fazlası benim için. Yılmaz ise şu ana kadar betimlediklerim arasında, en yakınımda oturmuş karakterdir. Senaryo yazım aşamasındaki süreci anlatmak tam olarak mümkün olmasa da biçimin içeriğin yansıtıcısı değil de tamamlayıcısı olmasına üzerine kafayı çok yorduğum bir süreçti. Film yapma materyallerinin etkilerine bir film yaptıktan sonra farklı ele almaya başlamıştım. Her enstrümanın farklı bir ses çıkarak ortak hislere tekabül etmesi meselemdi. Jazz gibi.
Bazı senaristler senaryosunu yazarken henüz bir isimle anlaşılmamışken “Ben bu karakteri şu oyuncu veya oyuncuyu düşünerek tam da onun için yazdım” der. Siz bu bağlamda senaryonun yazım aşamasında Halil Babür’ü başrolünüzde görme hayaliyle mi yazdınız?
Zaten beğendiğim bir oyuncu olmasına rağmen Halil’le çalışmak beni çok etkilemişti. Bir yönetmen için böyle bir oyuncuyla çalışmak şanstır. Özellikle akıl ve gönül ortaklığımız oluştuktan sonra çıkacak sonuç beni çok merak ettiriyordu. Yılmaz ete kemiğe bürünür bürünmez yazdığım ilk repliklerde Halil’in sesini duymaya başladım. Hiçbir oyuncu için karakter yazmayı düşünmem. Ama Yılmaz’ı Halil’in dışında kimsenin oynadığını hayal etmek istemedim. İstemem.
Başrol oyuncusunun ağırlığının kuvvetli şekilde hissedildiği bir filmde gerek oyuncunun becerisi gerekse oyuncu yönetiminizin başarısı bir hayli öne çıkıyor. Siz filmin anlatım gücüne ulaşabilmek için Halil Babür ile nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz?
Aslında henüz bu filmi düşünmeden çalışmaya başladık. Oyuncu yönetimi ve oyun tasarımı hakkında neredeyse her gün konuşuyorduk Halil’le. Bu filmin yaratım sürecinde de devam etti. Hatta devam etmekte. Oyuncu yönetimi film yapmaktaki en sevdiğim ve önemsediğim şeylerden. Halil’le birlikte bunun tadını sonuna kadar çıkarttık. Yılmaz’ın içindeki hiçbir şeyi boş bırakmamaya çalıştık.
Dahil olduğu sanatçı grubunun uyuşturucu ihtiyacını karşılayarak kendisinin “Beni Sevenler Listesi”ni oluşturan Yılmaz’ın sahte ilişkiler üzerine kurulu hayatın gerçekleriyle yüzleşmesi de çok zor olmuyor. Bu noktada günümüzün yapay ve çıkara dayalı ilişkilerine de bir eleştiri getiriyorsunuz. Yılmaz gerçeği bildiği halde o çevreden neden kopamıyor?
İnsan için bir arazını tespit etmek o arazın çözümünü getirmiyor maalesef. İşin acı hali burada çıkıyor. Karanlığa gittiğini bilerek gidiyor bazı insanlar karanlığa. Ben çokça bu halle ilgileniyorum sanırım. Kendimden dolayı elbette. Bunun çaresi tespit değil ya aydınlanma ya da kırılmadır. Yılmaz kırılıyor. Umarım ben aydınlanırım.
Yılmaz, video art ve siyah beyaz şeyler çekmeyi seven de biri. Bunun yanı sıra “Sondaki yazıyı sen yazıyormuşsun gibi” cümlesiyle “Neden siyah beyaz?” sorusuna verdiği “Bilmem, seviyorum” cevabı da bu filme dair de gülümseten ayrıntılar olarak dikkat çekiyor. Bu noktaya dayanarak Yılmaz gerçek hayatta bir film çekseydi “Beni Sevenler Listesi” gibi bir iş çıkarırdı diyebilir miyiz?
Oyun içinde oyun kavramıyla çok ilgileniyorum. Yılmaz kendi evreninde film çekemiyor. O bir torbacı. Filmde onun dışında torbacılık yapan herkesi bir yönetmen oynuyor. Ben filmi Yılmaz’ın çektiğini hayal ettim. Benim içimdeki Yılmaz’ı bulmak kolaydı. Yılmaz’ın içinde beni aradım. Filmi çekerken sadece Halil değil ben de Yılmaz olmaya çalıştım. Bu benim Yılmaz’la ortak arazlarımdan aydınlanma çabam.
Yılmaz’ın arkadaşlarıyla tekrardan eski günlere dönmek adına İzmir’e yaptığı yolculuğu ve dönüşten hemen önce otogar tuvaletindeki duygularının dışa vurumu filmin en sarsıcı anlarından biri. Çaresizliği ve pek çok duyguyu aynı anda yaşatan bu sahne benim açımdan filmin özeti oldu. Filmdeki sevgi, ait olma, sevilme ve diğer soyut duyguları bu derece etkin bir şekilde işleyebilmek ve seyirciye yansıtmak noktasındaki başarınızı neye borçlusunuz?
Eğer bir başarısı varsa ortada bunun sebebi hissederek, gördüğüm gibi tasarlayıp çekmektir herhalde.
Filmde Onur Ünlü, Can Evrenol, Özgür Sevimli ve Burak Çevik gibi yönetmenler de oyuncu olarak yer alıyor. Yönetmen biriyle filminizde oyuncu olarak çalışmak nasıl bir duyguydu sizin için?
Ferit Karol, Onat Esenman gibi arkadaşlarım da var. Müthiş bir şeydi. Yönetmenlerin oyuncu olmanın ne demek olduğunu anladıkları anı gözlemledim. Hepsi şahsına münhasırdı. Bunu yaşadığım için çok mutluyum. Gerçekten hepsine müteşekkirim. Çok zor bir şey bir yönetmenin başka birinin kamerasının önünde durması.
Filminiz teknik anlamda da siyah beyaz ve 4:3 format tercihiyle mükemmel bir estetik sunuyor. İlk filmini renkli ve 16:9 çeken bir yönetmen olarak ikinci uzun metrajınızda bu tercihinizin nedeni ne oldu?
Öncelikle filmin estetiğine gelen her övgüyü Ayris Alptekin, Emre Tanyıldız ve Onat Esenman’la paylaşmak isterim. Bu estetikte onların önemli yerleri var. Ben manadan duyguya değil duygudan manaya giden biriyim. Önce eylem sonra tespit. Buna karakterin varla yok arasında var olamamasının keskinliğini siyah beyazla, ham duygunun ham anlatımı için eskimiş diye varsayılan bir estetikle 4:3, 16mm etkisiyle çektim diyerek cevap verebilirim şu an. Ancak bu kararların verme motivasyonumu ana karakterim cevaplıyor: “Bilmiyorum. Seviyorum”.
İlk filminizde isteyip de yapamadığınız ve bu filmde başardığınız veya “Şunu daha iyi yaptım” dediğiniz noktalar var mı?
Bir sürü şey denilebilir. Ama en önemli fark şu oldu: İlk filmini çekerken gemiyi kıyıya yaklaştırmakla ilgili büyük bir kaygınız oluyor. İkinci filmde artık bu meseleniz olamaz. Kendinizden beklentiniz çok daha fazla oluyor. Bu filmde istediğim şeyden daha fazlasını almadan kabul ettiğim şey sayısı çok daha az oldu. Bu yüzden de mental olarak çok yıpratıcı bir süreçti. Ama kimse sinemanın kolay bir şey olmasını istemez herhalde.
Filminizin kurgucusu Ayris Alptekin ile “Söz Kısa Filmcilerde” röportaj serimde konuşma fırsatı bulmuştum. O röportajda kendisinin kısa filmi olan “Ondan Bahsetmiyorum”un “Ben Sevenler Listesi” ile aynı evrende geçtiğini söylemişti. Bunun yanı sıra bir sonraki projeniz olan kısa metrajınız “Ağız Dolusu Sevgiler” de bu evrene dahil bir iş olacak. Bu sinematik evrene dair görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Benim bir evrenim var. Ayris’in, Halil’in de başka evrenleri. Bazı yerlerde onların evrenleriyle evrenim kesişiyor. Bu muazzam bir şey benim için çünkü onların evrenlerini de onları da çok seviyorum. İkisi aynı şey zaten.
Bir sonraki projeniz olan Ağız Dolusu Sevgiler’e dair de ufak tüyolar alabilir miyiz? Film bizlere ne anlatacak?
Ağız Dolusu Sevgiler yapmış olmam gereken bir filmdi ancak yapabilecek imkanları oluşturamadım. Önümdeki proje başka bir deneme. 10 filmlik bir kısa film serisi var aklımda. Naz Erakuman’la birlikte yazdık. İsmini Osman Konuk’un aynı adlı şiiri Senaryo Aşamasındaki Final’den alıyor. Yazın çekmeyi istiyorum. Ağız Dolusu Sevgiler, Beni Sevenler Listesi’nden beş sene önce Semih karakteriyle bir Roman kızı arasında geçiyor. Semih’in spin-off ‘u diyebiliriz. Bir gün yapacağım umarım.