İzmir’de Ödüller Bu Akşam Sahiplerini Bulacak

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla düzenlenen 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde bu akşam Ulusal ve Uluslararası Yarışma, Sinema Yazarları Derneği, Film Yönetmenleri Derneği, Dizi Müzikleri ve İzmir Kent Konseyi Ödülleri sahiplerini bulacak. Gecede Zuhal Olcay, Erkan Oğur ve Grégoire Hetzel’e Onur Ödülleri, Bahman Ghobadi’ye Kültürlerarası Sanat Başarı Ödülü takdim edilecek.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer Basınla Buluştu

İZFAŞ, İZELMAN ve Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile düzenlenen 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde dün İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Ulusal Yarışma jüri başkanı Zuhal Olcay, Uluslararası Yarışma jürisi Pelin Batu ve festival direktörü Vecdi Sayar basın mensuplarıyla bir araya geldi.

Tunç Soyer: “İzmir’i dünya sinema sektörünün tercih edilen noktalarından biri haline getirmek istiyoruz”

 Çok gurur duyuyorum bir yanımda Zuhal Olcay bir yanımda Pelin Batu ve İzmir’de bir film ve müzik festivali. Gerçekten çok heyecan verici. Üç yıl önce yola çıktığımız zaman İzmir’de böyle bir festivalin olmamasının büyük eksikliğini görmüştük. Çünkü biz İzmir’in sinema sektörüne ev sahipliği yapacak en uygun kent olduğunu düşünüyoruz. Her anlamda sektörün İstanbul’daki sıkışmışlığına çare olacak ve sektörü rahatlatacak, ferahlatacak bir şehir olabiliriz diye düşünüyorduk. O yüzden göreve başlar başlamaz Sinema Ofisi’ni açtık. Sinema Ofisi çalışırken bir yandan da festivalin organizasyonunun çok isabetli olacağını düşündük ve küçük küçük adımlarla yol almaya başladık. Bugün artık üçüncü sene ve uluslararası bir festivale dönüşmüş durumda. Dolayısıyla heyecanımız da gururumuz da çok büyük. Hem burada bulunan çok kıymetli sanatçılarımıza hem bu işe çok büyük emek veren Vecdi Sayar beyefendiye, emek veren tüm büyükşehir personelimize, sponsorlarımıza, destekçilerimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum. İzmir için daha aydınlık bir gelecek, çok daha güçlü bir sinema sektörü olacak umuduyla bu festivale katkı vermeye devam edeceğiz. İzmir’i dünya sinema sektörünün tercih edilen noktalarından biri haline getirmek istiyoruz. Bu malzeme var İzmir’de. İklimiyle, doğasıyla, şehrin kolay yaşanılabilir oluşuyla, insan malzemesiyle aslında İzmir dünyanın en güzel sinema şehirlerinden biri olabilir. Hatta sektörün belki de en çok üretim yaptığı şehirlerden biri olabilir. Aslında bizim yaptığımız her şey de bu amaca yönelik” dedi.

Zuhal Olcay: “İzmir zaten benim gönül verdiğim, fahri İzmirliyim diyebildiğim bir kent”

Öncelikle bir oyuncu olarak sayın başkanımız Tunç beye ve festival direktörümüz Vecdi beye çok çok teşekkür ederim. İzmir’e çok yakıştı bu festival. Çok daha önce olması gerekiyordu belki ama üçüncü yılında beraberiz ve çok daha güzel, geniş kapsamlı günlere yelken açtığını düşünüyorum ben bu festivalin. Çok mutluyum burada olmaktan. İzmir zaten benim gönül verdiğim, fahri İzmirliyim diyebildiğim bir kent. Harika filmler seyrettim, çok güzel bir organizasyon içinde sinemayla ve sinemacı dostlarımızla dopdolu günler geçiriyoruz. Sinema salonundan çıkarken insanların o doymuş, mutlu ifadeleri bana gerçekten çok iyi gelen bir şey. Güzel bir festival oluyor daha da güzelleri olacak. Çok iyi filmler var seyrettiklerim arasında. Ortalama olarak baktığımızda başarılı, güzel, genç dolu dolu, harikulade yeni yönetmenler gördüm ve bu beni çok mutlu etti. Yeni nefesler yeni bakışlar… Seyircisiyle vizyona çıktığında da eminim buluşacaktır. Jüri olarak müthiş bir uyum için filmleri değerlendiriyoruz.

Pelin Batu: “İzmir’e her geldiğimde ne kadar kadın bir şehir olduğunu hissediyor ve çok da mutlu oluyorum”

Ben de burada olmaktan çok mutluyum. İzmir’e her geldiğimde ne kadar kadın bir şehir olduğunu hissediyor ve çok da mutlu oluyorum. Bu festivalde hem ulusal hem uluslararası yarışmada pek çok kadın yönetmen var bu da benim için çok kıymetli. Biz de jüri olarak çok keyifle filmleri izledik ve gerçekten Jules Verne’in romanlarındaki gibi dünya yolculuğuna çıktık. Arjantin’in tangolarından Gürcistan’ın rock’n rolluna… Müzik ve filmin birlikteliği ve ikisinin birbirini doyurduğu, doldurduğu inanılmaz desteklediği filmlerdi. Her birisinde inanılmaz müzikler vardı. Klasik müzik, tango, deneysel, Pakistan filminde yine öyle. Dolayısıyla hem dans hem müzik hem sinemanın birleştiği bir şölen sunuldu bize ve seyircilerimize. O anlamda gerçekten harikulade birkaç gün geçirdik.

Vecdi Sayar: “Bu sene en önemli şeylerden biri kentle buluşmamızın biraz daha genişlemesi. Bu yıl bunu görüyoruz, özellikle yarışma filmlerimiz çok iyi bir izleyici kitlesiyle buluştu. Ulusal yarışmada neredeyse yer kalmadı. Bu açıdan mutluyuz. Adım adım ilerliyoruz, bir festivalin kökleşmesi kolay değil.”

Kazım Öz: “Aşkın bu kadar kırık dökük olması, yarım kalması, parçalanmasına tanık olunca ben de çok etkilendim”

Festival kapsamında dün izleyicilerle buluşan Ulusal Yarışma filmlerinden Bir Kar Tanesinin Ömrü filminin gösterimi sonrasında yönetmen Kazım Öz, filmin oyuncusu Sema Gültekin ve filmin müziklerine imza atan Mustafa Biberizleyicilerle bir araya geldi. Dünya prömiyerini Selanik Film Festivali’nde yapan film, Miase’nin Dersim’de sevgilisini aramasını, inişli çıkışlı duygularını ve karlar altında tanık olduğumuz kasvetli ve kırık dökük aşkını anlatıyor. Filmi gerçek bir hikâyeden ve karakterden hareketle yazdığını söyleyen Kazım Öz, “Motivasyonuma yol açan asıl şey bu bahsettiğim karakter ile bir kadının yaşadığı aşk hikâyesiydi, aşkın bu kadar kırık dökük olması, yarım kalması, parçalanmasına tanık olunca ben de çok etkilendim. Çok eski bir hikâyeydi. Uzun yıllar bunun nasıl filmini yapacağım diye çabaladım ve böyle bir şey ortaya çıktı. Bu Miase’nin filmiydi, Miase’nin dünyası üzerinden anlatmak lazımdı. Adar karakterine kaysaydık filmin ekseni kayabilirdi, başka sorunlar çok ön plana çıkabilirdi, zaten çok yakıcı meseleler var orada, filmi ele geçirebilirdi. Hiç göstermesem mi bile diye düşündüm. Bu hikâyede bu paramparçalık zamanda da olmalıydı bence. Ya da karakterin yaşadığı tüm bu gerilimler, alt üst oluşlar, gelgitler, bu şiddet sarmalı içindeki durumu kronolojik bir akışta değil de daha psikolojik bir şeye çekecek bir noktada olmalıydı. Daha kaotik bir atmosfer bu hikâyeyi daha doğru hale getirecek diye düşündüm,” dedi.

Sema Gültekin:Miase çok âşık olmanın ötesinde bence çok da tutkulu bir kız. Öyle hissediyorum. Tutkuyla da cesaret birleşince böyle bir şey çıktı ortaya. Bence de bir şey arıyor, belki kendini de arıyor. Çünkü göstermiş olduğu cesaret sadece bir aşk mı acaba? Onunla birlikte aslında kendini arayıp, kendiyle ilgili bir şeyleri bulmak için de bu yolculuğa çıkıyor bence. Çok güçlü buluyorum onu. Bu kadın meselesinde de beni bu rolde çok heyecanlandıran ve beni bu role iten bir mevzuydu o. Çünkü bence daha çok böyle işler ve kadınları izlemeliyiz. Bence bir özgürlük mücadelesi onunki. O yüzden ayrıca da bugün bu coğrafyada bir kadın olarak da onu izlemekten keyif alıyorum ben.

Film için yeni tango besteleri yapan Mustafa BiberKazım’ın filmine tango yapacağımı hiç düşünmemiştim. Ama oluyor, sürekli değişkenlik içindeyiz. Aslında keşke hep tango üzerinden gitsek hiç ağıt ya da acı olmasa ama filmin gerekliliğiydi. Aslında bir müzisyen olarak çalışıyoruz bütün temaları fakat bu filmde bunların hepsini birlikte görmek tabii ki yorucu oluyor, çok yoğun müzik ama filmin dili bunu taşıyordu diye düşünüyorum,” dedi

102 yaşında bir besteci: İlhan Usmanbaş

Festivalin Uluslararası Yarışma jürilerinden yönetmen Serdar Kökçeoğlu, hazırlıkları devam eden Usmanbaşbelgeselini tanıtan bir sunum gerçekleştirdi. Hedefinin yıl sonuna kadar belgeseli bitirip 102 yaşındaki besteci İlhan Usmanbaş’a izletmek olduğunu söyleyen Kökçeoğlu: “İlk belgeselim Mimaroğlu belgeseliydi. Şimdi ikinci bir müzik belgeseli daha hazırlıyorum. Belgeselini yaptığım kişi İlhan Usmanbaş. Kendisi 102 yaşında ve şu an aslında yaşayan en önemli besteci. 50’ler kuşağının ikinci kuşak bestecileri arasında anılıyor. İlhan Usmanbaş’ın aralarında olduğu besteciler Türkiye müziğine modernist bir yaklaşım getirmişler. Aslında modernist yaklaşım modernist hareketlerle de çok iç içedir. Ben aslında art arda müzik belgeseli yapmak istemedim fakat İlhan Usmanbaş’ın 100. doğum yılında benden röportaj yapmam istendi ve onunla röportaj yaparken müthiş hikâyeler dinledim. Açıkçası ben o konuşmadan büyülendiğimi hissettim ve Usmanbaş’ı belgesel yapmaya karar verdim,” dedi.

Hayatın Ritmi bölümünde yer alan Derviş Zaim imzalı Tavuri belgeseli dün izleyicilerle buluşan yapımlardandı. Hayatının yarısını hapishanede geçiren şeytan lakaplı Mustafa Serttaç karakteri aracılığıyla suç, suça bağımlılık, toplum ve özgürlük temalarını sorgulayan film öncesi Derviş Zaim, farklı türleri barındıran filmleri olduğunu ve bu filminin de filmografisindeki farklı lokomotiflerden biri olduğunu, böyle deneyler yapmaya devam edeceğini söyledi ve iyi yapılan bir belgeselin melez bir alan sunduğunu, bazı belgesellerin kurmacanın söyleyemeyeceği alanlara girebildiğini, o tür belgesellerin de ileriki dönem için şanslarımızdan olacağını sözlerine ekledi.

Aydın Orak: “Büyüklerin ördüğü duvarları yıkmaya çalışan küçüklerin dünyası”

Yönetmenliğini ve senaristliğini Aydın Orak’ın yaptığı, festivalin Yarışma Dışı bölümünde yer alan Sabırsızlık Zamanı filmi seyirciyle buluştu. Film, Diyarbakır’ın yakıcı sıcağı altında yoksul bir kenar mahallede yaşayan iki kardeşin, mahallelerinin hemen yanındaki lüks sitenin havuzuna girme mücadelesini anlatıyor. Film gösteriminin ardından yönetmen Aydın Orak’la birlikte filmde idealist öğretmen rolünü oynayan, aynı zamanda Uluslararası Yarışma jüri üyesi Pelin Batu izleyicilerle bir araya geldi.

Yönetmen Aydın OrakFilmin ana cümlesi bence büyüklerin ördüğü duvarları yıkmaya çalışan küçüklerin dünyası. Çünkü sınır sonradan öğretilen bir şeydir. Sabırsızlık Zamanı Rus bir romandır. İlk olarak 25 yıl önce kitap elime geçtiğinde bana çok fazla bir dinamizm hissi verdi. Sabırlı olmak iyi değil, bir şeylerin harekete geçmesi gerekiyor gibi bir duygu vermişti bana bu isim. Aslında filmdeki havuz metafor bir sembol olarak duruyor biz farklı bir şeyi anlatmak istiyoruz. Ben de o coğrafyanın insanıyım, çocukluğum öyle bir mahallede öyle bir okulda geçti,” dedi.

Filmde öğretmen karakterini canlandıran Pelin Batu “Günümüzde bu modern siteler, kapısında gardiyan olan sadece belli bir kesimin girip çıkabildiği yerler orta çağı yeniden getirdi. Benim öğretmen karakterimin onlara sunduğu klasik romanlar evrensel büyük hikâyeleri anlatıyor. Dolayısıyla filmi aslında birçok katmandan okuyabiliriz diye düşünüyorum. O çocuklar setten çıktığında aynı filmdeki yaşadıkları olayları yaşıyorlar,” dedi.

Berkay Şatır: “Film, bir alt kültürü hatırlamak üzerine aslında daha çok”

Festivalin Müziğin İzinde bölümünde yer alan Bakırköy Underground, Beyoğlu’nun Kalp Atışları ve Dengenin Ritmi filmleri beyazperdede izleyicilerle buluştu. Berkay Şatır, 90’lardan ve 2000’li yıllardan benzersiz arşiv görüntüleri ve fotoğraflarla bir müzikal kimliğin ve Bakırköy’ün değişen dokusuna baktığı Bakırköy Underground gösterimi sonrası gerçekleşen söyleşide, “Fatih Akın’ın İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek diye belgeseli vardır. Onu izledim ve Fatih Akın o belgeselde kamerayı almış çekmiş ve olmuş gibiydi falan. 14 yaşında bir ergen olarak ben de kamerayı alıp çıkıp, etrafımdaki metalcileri çekip bunun aynısını Bakırköy için de yapabilirim diye düşündüm. O kadar kolay değilmiş, kurgu yapmayı bilmediğim için o görüntüler kaldı. 10 yıl sonra konuya geri döndüm diyebilirim. 80’lerdeki 90’lardaki hatta 2000’lerde benim çocukken yaptığımız çekimlere ve bugüne baktığımızda uçurumu görebiliyoruz. Filmin alt bir başlığı var. Bir alt kültürü hatırlamak üzerine aslında daha çok,” dedi.

 

Sema Moritz: “Bugün böyle bir Beyoğlu ve böyle bir Taksim yok”

Yönetmenliğini Esra Alkan’ın yaptığı, müziklerinde Sema Moritz’in imzası bulunan Beyoğlu’nun Kalp Atışları filmi izleyicilerle buluşan bir başka yapım oldu. İstanbul’un kalbi Beyoğlu’nun sesi ve renginin peşinden giden belgeselaraştırmacı ve tarihçilerinin yazdıkları ve anlattıklarıyla, ritim ustalarının, sokak satıcılarının ve esnafının sesini buluşturuyor. Taksim’in değerinden bahseden müzisyen Sema Moritz: “Ben müziğe 1981 yılında Berlin’de başladım ve 1987 yılında kendi grubumu ilk kurduğumda adını Sema & Taksim koymuştum. Taksim’in benim için çok büyük önemi ve değeri var. Öncelikle İstanbul’u hiç tanımıyordum ama yine de bir Taksim bir İstanbul bir Beyoğlu vardı kafamda. Ankara’dan geliyorum, Ankaralıyım. Taksim Türkiye’nin nabzı diye düşünüyorum. Taksim bence paylaşım demektir. Taksim özellikle klasik müzikte, Türk müziğinde, Osmanlı müziğinde girizgahtır. Biz bu belgeseli bir saate indirdik ama aslında daha katmanlı bir belgesel. Bugün böyle bir Beyoğlu ve böyle bir Taksim yok. O gün yaşayan çok değerli insanlar çok değerli sanatçılar yok. 2012 yılında bütün maddi imkânsızlıklara rağmen iyi ki bu belgeseli yapmışız,” dedi.

Gösterimi yapılan bir diğer yapım ise müziğin gücünün her türlü sorunu çözebileceğini anlatan Dengenin Ritmi belgeseli oldu. Belgesel sonrası yönetmen Mustafa MenMüziğin iyileştirici gücünü, bireysel ve toplumsal anlamda gücünü önce öğrenmek sonra da anlatabilmek amacıyla kısa bir metin yazmıştım. Başından tür olarak belgesel olacağı belliydi aslında. Yapımcım Seda ile paylaştım bunu. O da zaten başlangıçta bazı fikirler verdi. Çeşitli bağlantılar kurduk. Türkiye’nin çok farklı yerlerinden müziğe yaklaşımları çok farklı kişilerle tanıştık. Pandemiden hemen önce çekimlere başladık,” dedi.

PAYLAŞ

Ağustos 2010’da yayın hayatına başlayan aylık sinema dergisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir