Her ne kadar kitleye hitap ediyor olsalar da, spor ve sanat organizasyonlarının sponsorlar olmaksızın düzenlenmesi artık imkansız gibi. Çoğu kez özel bir ilgi ve disiplinli bir iş programı dahilinde işlenmeye muhtaç bir cevhere sahip olunması gereken böylesine spesifik dalların kapitalist toplumlardaki yaşam alanı ne yazık ki bu çerçevede şekilleniyor. Hal böyle olunca, dört yanı sponsorlarla çevrili sanat ve spor insanları, bir reklam kuşağına katılan estetik öğeler olmak zorunda kalıyor.
Bennett Miller’in, ABD’de yaşanan gerçek bir olayı anlatan son filmi Foxcatcher, güreş sporuna ilgi duyan fakat aile geleneklerine ters düştüğü için uzak durmak zorunda kalan Du Pont (Steve Carrell) ile ülke çapında şöhret sahibi olan güreşçi kardeşler Mark (Channing Tatum) ve Dave (Mark Ruffalo) arasındaki psikolojik gerilimi anlatıyor.
Küçük kardeş Mark, sahip olduğu başarılı geçmişe rağmen abisi Dave’in gölgesinde kalmaktan rahatsız. Dave, eşi ve iki çocuğu ile birlikte mutlu ve mütevazi bir hayatı tercih ederken, çocuk yaşta ailesini kaybeden iki kardeşin en büyüğü sıfatıyla her zaman kardeşinin yanında oluyor. Fakat Mark’ın kendini ispat kaygısı, güreş sporuna karşı ilgisiz bir resmi atmosferle birleştiğinde, trajedinin kapısı açılmış oluyor. Arkasında böylesine güçlü bir kardeş desteği olmasına rağmen, başarı arzusunu egoya dönüştüren Mark için, güreş sporuna ilgi duyan dolar milyarderi Du Pont’un reddedilemez teklifine karşı direnmek elbette ki imkansız. Ailesine kendisini ispat etme kaygısındaki Du Pont ile Mark’ın çıkış noktaları pek farklı değil. Fakat hastalıklı ruh yapısına rağmen, sahip oldukları sebebiyle sistemin önünde saygıyla eğildiği Du Pont’un gizli ajandasındaki hedeflerini gördükçe, egosu için yola çıkan Mark, başka bir ego tutkununun mezesi haline gelmeye başlıyor. Sömürüye açık söylemlerle, özel yetenek sahibi insanları parayla satın alıp teker teker itibarsızlaştıran ve varlığını, tüm başarıların kaynağı olarak lanse eden Du Pont’un şahsında, dünya tarihindeki sömürge politikalarının küçük bir prototipini görmek mümkün.
Channing Tatum’un soğuk ve iletişime kapalı mimikleri, filmin gelişim sürecine kadarki Mark karakteri ile birebir örtüşmüş. Fakat Foxcatcher Takımı’nın antrenörü haline geldikten sonra yumuşayan tavrına bu kalıp yakışmamış. Du Pont’un darbesi ile gelen psikolojik hayal kırıklığından sonra ise zaten filmin ana ekseninden uzaklaşmaya başlıyor. Çocuk yaşta ailelerini kaybetmelerine rağmen Dave, kardeşi Mark’a bu eksikliği yaşatmamak için elinden geleni yapıyor. Mark Ruffalo’nun bilge tavırlarıyla canlandırdığı koruma ve kollama vazifesindeki başarı üst seviyede. Steve Carrell için ise söylenebilecek pek bir şey yok. Makyajındaki ustalık, yaşayan oyunculuğu ile birleştiğinde Du Pont karakteri için perdenin iki boyutlu atmosferi, sahne derinliğini taşıyan üçüncü bir boyutla taçlanıyor.
Uzun ve ağır temposuna rağmen, gerilim dozajıyla izleyicisinin ruh halini çepeçevre kuşatmayı başaran Foxcatcher’in Akademi Ödülleri’ndeki başarısı konusunda tahminler yapılabilir. Fakat şimdiden psikolojik gerilimin önde gelen yapıtlarından biri haline geldiği aşikar.