Ne yalan söyleyeyim, korku klasiklerinin restore edilerek DCP formatında tekrar gösterime girmesine soğuk bakanlardanım. Zira, 35 mm formatı içinde var olduğuna inandığım karanlık bir sinema atmosferinin, belki de en çok korku türü ile örtüştüğü fikrini taşıyorum. Bazen en gergin anların zirvesinden inerken, bobin değişimi sonucu patlayan bir “cue mark” dahi, bütün ferahlama duygularını altüst ederek adrenalin pompalama vazifesini fazlasıyla görür. Tobe Hooper’in, plastik sanatlar merkezine dönen bir korku furyasına karşı, önemli sayıda izleyicinin sonunu getiremeden terk edeceği ölçekte bir gerginliğe sahip olan ve restore edilmiş hali ülkemizde ilk kez Randevu İstanbul’da gösterilen Teksas Katliamı adlı filmi, Fabula Film eliyle ülkemize getirilerek, vizyona girdiği 1974 yılından tam 41 yıl sonra pürüzsüz renklerle sinema salonlarındaki yerini aldı.
Aradan geçen bunca zamana karşın ilk günkü tazeliğini korumayı başaran sayılı korku klasiklerinden Teksas Katliamı, yaşanmış olaylara dayanıyor oluşu kadar, ruhsuz karakterlerin soğukkanlı cinayetlerini son derece realist bir pencereden aktarıyor olmasıyla da ürpertici. Konunun, günümüz sinema algısındaki sıradanlığını bir kenara koyarsak, Alman Dışavurumculuğu’nun en bilinen örneklerinden Dr. Caligari’nin Muayenehanesi’ndeki sürrealist çizgilerin, insan denilen canlı türünün en karanlık dehlizlerinde saklı bulunan vahşi duyguların realist çizgileriyle enterpole edildiği, Hollywood’daki belki de en önemli örneklerdendir Teksas Katliamı.
Beş gencin eski bir evi ziyaret etmek için yola çıkışıyla başlayan film, acıma duygusuyla arabaya aldıkları bir yolcuyla birlikte makasına giriyor. Her halinden normal bir tip olmadığı belli olan genç otostopçu, gidilen yerin ne kadar tekinsiz olduğuna dair işaretler verse de, yolcular yollarına devam ediyor ve tüm fırtına bu andan sonra kopuyor. Benzer hikayeleri beyazperdede çok kez izleyen seyirci için artık sıradan bir tema bu. Fakat kendi dönemine göre devrimsel bir çıkış olan bu ilk film, sayısız kopyalarının yanında özgünlüğünü korumayı her daim başarıyor. Taklitlerin, asıllarını yaşattığı gibi.
Amatör oyunculara ve oyunculuklara en çok sahip çıkan türlerin başında korku sinemasının geliyor olması, rol duygusundan arındırılmış saf korkuyu sağlamak ve ekserisi teenager olan karakterlerin kalıplaşmış mimiklere kurban gitmesini önlemek içindir. Yine de bu plan pek çok filmde aksar. Katliamdan sağ çıkan tek karakter olan Sally’nin son yarım saatteki ortalamanın üzerindeki oyunculuğu haricinde diğer tüm kurbanlar, sırasını bekleyen birer kurban rolünden öteye geçemiyor. Fakat son ana kadar, ana karakterin kim olduğuna dair hiçbir işaret bulunmuyor. Seyircinin filmin sonuna dair tahminlerini ekarte eden bu tercih, dış sesin ve sessizliğinde katkılarıyla, gerginliği kapanış jeneriğine kadar had safhada tutmayı fazlasıyla başarıyor. Filmin belirgin bir finalinin olmayışı gerçeğini de unutmamak lazım. Sally kendi hayatını kurtarmış olsa da, elektrikli testeresini tüm dehşetiyle sağa sola savuran Leatherface için hiçbir şey bitmiş değil.
Özellikle yerli sinemamızın sıkışıp kaldığı cin alttürüne ait örneklere ve genel olarak yine kalıplaşmaya başlayan Hollywood korku sinemasına karşı, eski bir klasiği parlak görüntüler eşliğinde yad etmek için korku sineması tutkunları için vefa bekleyen bir film Teksas Katliamı. 41 yıllık korku dozajını özenle muhafaza eden bir alternatif olduğunu hatırlatmakta da fayda var.