Beraber okula gittiğin, bisiklete bindiğin, saklambaç oynadığın insanlarla yaşlanmak ne kadar büyük bir lütuftur değil mi? Seni senden daha iyi tanıyan insanların varlığıyla yaşadığın bir hayat… Güle Güle, ruhları bedenlerine göre oldukça genç olan birkaç insanın hikâyesine götürüyor bizi. Bununla da yetinmiyor; aşk, kuşak çatışması, aile olabilmenin önemi derken izleyen herkesin bam teline dokunuyor. Birçok usta ismi bir araya getiren filmin yönetmenlik koltuğunda Zeki Ökten otururken, başrollerde ise Metin Akpınar, Zeki Alasya, Şükran Güngör, Eşref Kolçak ve Yıldız Kenter yer alıyor. Bunun yanı sıra film, 2000 yılında düzenlenen 37.Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de En İyi Film başta olmak üzere dört dalda ödüle uzanarak da başarısını taçlandırıyordu.
Hayatla olan savaşın son düzlüğüne gelmiş, sırtlarını birbirine dayamış beş yakın arkadaş. Hepsinin bir noktada yaşamakla ilgili belli problemleri olsa da birbirlerinden aldıkları destekle sorunların üstesinden gelmek onlar için çok kolay. Bedenleri yaşlanan ancak ruhları hala genç kalan; Galip, Celal, İsmet, Şemsi ve Zarife’nin hikâyesi bu. Beş sıkı dostu birbirine bağlayan, oluşabilecek her türlü tatsızlığa karşı orta yolu bulan, bir nevi bu grubun katalizörü görevini gören isim ise Galip. Bu nedenle tüm arkadaşları onun üzerine ayrı bir hassasiyetle titremekte, başına gelebilecek en ufak bir olaydan korku duymaktadırlar. Galip ise yıllar önce Bozcaada sahillerinde gördüğü Rosa’ya büyük bir aşk besler ve 20 yıldır sadece mektuplaşarak haberleştiği bu kadını görmek için Küba’ya gitme hayalleri kurar. Ancak herkesin hayretle izlediği bu büyük aşk serüveni hala sürprizlere gebedir. Bu ihtiyar delikanlıların hayata ve birbirlerine sıkı sıkıya tutunuşu, hayallerin yanında yaşın önemsiz olduğu gerçeği ise bir duygu şöleni eşliğinde servis ediyor.
Güle Güle, bir ustalar geçidi olmasının yanı sıra Yeşilçam dönemi sonrası yapılmış en somut melodram örneği. Bu yüzden çıkar ilişkilerini dışarıda bırakmış bu insanların dünyası bolca gülümsetirken, diğer taraftan da duygulandırıyor. Bunu yaparken de odak noktasına yerleştirdiği arkadaşlık temasını en ince noktasına kadar işliyor. Evet, onlar belli bir yaşa gelmiş ancak yaşama sevinçlerinden, hayallerinden hiçbir şey kaybetmemiş insanlar. Bunu da en başta aralarındaki sıkı arkadaşlık ilişkisine borçlular.Hikâyenin izleyenleri götürdüğü, tüm film boyunca öğütlediği nokta ise altın değerinde. Hayatta sahip olunan en büyük zenginlik; dostluktur. Hikâye bir dakika olsun bu gerçeği unutturmadan, sırtını dayadığı bu temadan vazgeçmeden büyüyor. Yaşanan tüm gelişmelerin perde arkasında yer alan dost olabilmenin değeri, belli bir yaştan sonra onları ayakta tutan en önemli olgu olarak resmediliyor. Aslında filmin bizi arkadaşlık ile ilgili götürdüğü bir diğer nokta; tek yumruk olabilmek. Farklı kafalardan çıkan seslerin, tek bir potada eritilip, tek bir vücut olabilmesi.Nasıl ki Galip’in tek hayali, Küba’ya sevdiği kadının yanına gitmekse, o hayal aynı zamanda dostlarının da hayalidir. Çünkü Galip’i mutlu edecek bir olay diğerlerini de mutlu edecektir. Dostluk, arkadaşlık ile ilgili ne kadar çok konuşursak konuşalım, Güle Güle kendi bildiği yoldan 100 dakika içerisinde bir grup insan olmaktan öte tek vücut olabilmeyi öğütlüyor. Bu yüzden de çıkar ilişkilerine dayalı arkadaşlıkların hüküm sürdüğü dünyamızda iyi yorumlanması gereken bir film halini alıyor. Onlar bu yaşlarına kadar nasıl birbirlerine sırtlarını dayayıp geldiler? Tek avantajları küçük bir kasabada yaşamak mıydı? Hayır. Onların arkadaşlık ilişkileri de kendileri gibi masumdu. Celal’in kızını, herkes kızı gibi gördü. İsmet’in annesini herkes kendi annesi var saydı. Neyseler o oldular. Böylelikle her birinin hayatında var olan iniş çıkış, üzüntüler en acısız şekilde geçti. Çünkü her defasında, kendilerini dinleyecek birinin olduğunu bildiler. Düştükleri zaman uzanacak bir el olduğunun farkındaydılar. Filmin tozpembe bir dünyayı önümüze getirişi de böylesine büyük dostluklardan kaynaklanıyor. Hepsini ayrı ayrı ele aldığımızda, hüzünlü olması gereken dünyaları, arkadaşlıkları sayesinde daha parıltılı daha umut dolu. Onlar, ruhları hala lise çağında olan tonton ihtiyarlar. Bu da aslında Güle Güle’yi farklı kılan, arkadaşlık temalı filmlerimde, ayrı bir statüye yerleştiren durum olarak karşımıza getiriyor.
Film, arkadaşlık temasıyla sonuna kadar sımsıcak bir hikâye servis ederken bir yandan da her birinin hayatına mercek tutuyor. İçlerinde en çok ilgi uyandıranı ise şüphesiz Galip’in hikayesi. Sadece bir kez gördüğü kadına, 20 yıldır beslediği aşk. Hem de sadece mektuplaşarak! Galip’in, İsmet’in kızı ile vapurda yaptığı konuşma ise aşkı, belki de günümüzde iyice yozlaşmış olan saf sevgiyi açıklar nitelikte. Sahi, günümüzde kim kimi hiç görmeden, hiç dokunmadan yirmi yıl bekleyebilir ki? Bunu hikâye bize yer yer kuşak farklılığı yoluyla betimlese de Galip’in sarf ettiği cümle, tüm olayı açıklar nitelikte. “Tabiat bizi her dürttüğünde başka insana gitsek, nerede kaldı bizim insanlığımız”. Galip, insan olmayı başarabilmiş, bunun sonuncunda da sevgisiyle mutlu olan bir adam. Bu büyük sevgiyle mutlu olurken, başka neyin önemi var ki? Bu aşkı bu kadar destansı yapan da bu değil mi? Bekleyebilmek, aşkı kendi içinde yaşayabilmek ve en önemlisi de sevgiye sadık kalabilmek. Bu Galip’in aşk tasviriydi. Ya Celal ve Zarife’nin çocukları ile yaşadıkları iletişim kopukluğu. Bunu bir kuşak çatışması olarak açıklamak aslında kolaycılığa kaçmak olacaktır. Çünkü; hikayenin bizi götürdüğü noktada bir empati eksikliği ile karşılaşıyoruz. Keza toplumda sıkça karşılaştığımız gibi. Çocukların; özellikle egemenliklerini kazandıktan sonra yaptıkları hareketlerin, en çok anne-babayı üzdüğü gerçeği burada bir kez daha önümüze geliyor. Bunun da aslında, çocukların ebeveynlerine karşı güttükleri sığ bakış açısından kaynakladığını belirtebiliriz. Çünkü onlar için artık varsa yoksa kendi hayatlarıdır. Yılda bir iki defa anne-babalarını görmeye gidip, gönül aldıklarını düşünseler de bu yalnızca aradaki uçurumun artmasına neden oluyordu. Toplumda sıkça karşılaştığımız bu durumun, filmdeki detaylardan birini oluşturması da hem herkesin kendi hayatı içinden çıkarım yapmasına olanak sağlıyor hem de filmin dramatik atmosferine destek veriyor. Keza İsmet’in vefat eden annesi ile olan bağı yahut Şemsi’nin onu terk eden karısı ve sadece telefon üzerinden iletişim kurduğu oğlu ile olan ilişkisi günlük hayatta sıkça karşılaşabileceğimiz durumlar. Bu da aslında filmin gerçekçilik duygusuna birebir katkı sağlıyor. Böylelikle hikâye günlük hayattan aldığı referanslarla güçlenerek, seyir zevkini daha yüksek bir konuma getiriyor.
Güle Güle filmini değerli kılan unsurlardan bir diğeri ise türünün başarılı son temsilcilerinden olması. Eşkıya (1996) ile birlikte yeni bir döneme giren sinemamızda, Yeşilçam’ın melodram dolu tarafı iyiden iyiye rafa kalkmaya başlamışken, Zeki Ökten usta oyuncuları etrafına toplayarak adeta sinemamızın geçmişini bir kez daha hatırlatıyordu. Böylelikle sıradan sayılabilecek bir senaryoyu, kendine has üslubuyla eşsiz bir eser haline getirdi. Bu noktada akıllara hemen soygun sahnesini getirebiliriz. Başka bir hikâyenin içerisinde olsa, bayağı bulunup eleştirebileceğimiz bu sahne o kadar çok Yeşilçam tadı veriyordu ki gülümsemekten kendinizi alamıyorsunuz. Şüphesiz Zeki Ökten’e ek olarak böylesine büyük oyuncuların filme kattığı değeri de göz ardı edemeyiz. Tiyatro kökenli birçok ustayı izlediğimiz film de, onlar yaşlarından oldukça genç oldukları mesajını bir kez daha veriyorlar. Filmin oyuncu kadrosu öylesine güçlü ki, şu an isminin dahi geçtiği herhangi bir projeyi popüler hale getirebilecek Haluk Bilginer gibi bir isime ancak kasap rolü kalıyordu. Elbette, isimlerin büyüklüğü değildir eserleri yücelten. Gösterdikleri performanstır. Her biri ayrı ayrı o denli büyük oynuyor ki güldürünün yanında vermek istedikleri duygu da daha canlı bir hal alıyor. Zeki Alasya’nın çocuksu ruhu, Metin Akpınar’ın sevecen yapısı, Eşref Kolçak ve Şükran Güngör’ün ciddiyetten bir an olsun ödün vermeyen halleri, Yıldız Kenter’in anaç yapısıyla birleşince haliyle ortaya böylesine samimi bir işi çıkarmış oluyor.
Festival tarihimizin son yirmi yıldaki, güldürü öğesi en yoğun filmi olan Güle Güle, sadece güldüren değil, aynı zamanda hayatla ilgili birçok konuda çıkarım yaptıran bir film. Arkadaşlık, aile, aşk derken hayattan bir kesitmişçesine karşımıza gelen hikâye, kendi bildiği yoldan da hayata tutunmak için oldukça güçlü bir formül öneriyor. Dostluğun değerini, dostluğun en büyük kazanım olduğu gerçeğini bir dakika olsun unutturmayan film sadece anlattığıyla değil anlatış tarzıyla da ilgi çekiyor. Zeki Ökten’in adeta 70’ler sinemasından kesitler sunduğu filmi Güle Güle, her yaş grubunun izleyip, kendine pay çıkarması gereken bir film olarak hala popülerliğini koruyor…
Polat Öziş / polatozis@hotmail.com