Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 41. haftasından herkese merhaba. Bugün hem futbol hem de vicdan muhakemesini incelikli şekilde işleyen Düdük filminin yönetmen ve senaristi Ege Karakurt bizlerle olacak. Düdük, bir süper amatör küme maçındaki tartışmalı penaltı pozisyonunda orta hakemin yeni uygulanmaya başlayan VAR sistemiyle içine düştüğü çıkmazı konu alıyor.
Genç yönetmen Ege Karakurt ile gerçekleştirdiğim bu keyifli röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.
Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.
Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Ege Karakurt?
1994 Nazilli doğumluyum ama İzmir’de büyüdüm.2012’den beri üniversite için geldiğim İstanbul’dayım. Üniversite eğitimimi MSGSÜ Sinema-TV bölümünde aldım. Aynı zamanda 10 yaşımdan beri eskrim sporunun içindeyim. Şimdi ise kurucu ortağı olduğum Atlantis Eskrim Kulübü’nde antrenörlük de yapıyorum. Hem sinemayı hem eskrimi bir arada yürütmeye çalışıyorum.
Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyon süreci ne kadar sürede tamamlandı?
Filmin yazım süreci çok kısa sürse de geri kalan kısımlar uzun bir vaktimi aldı açıkçası. Senaryo süreci üç günde bitmişti. Özellikle filmin finali dahil bütün hatlarıyla kafamda oturmasıyla birlikte ilk yazdığım günden çekim aşamasına kadar hemen hemen hiç değişikliğe uğramadı. Senaryonun bu kadar net şekilde bitmesi elimi rahatlatan en önemli etkendi. Hazırlık kısmında fon arayışı biraz sürecin uzamasına neden oldu. Çekim kısmı en rahat olanıydı diyebilirim. Tekrar tek tek bütün oyuncu grubuma ve ekip arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Çok organize bir çalışmayla rahat ve güzel bir çekim süreci geçirdik. Post prodüksiyon ise 2020 koronavirüs pandemisinin içine denk geldi. Kimsenin evden çıkamadığı o günlerde telefon trafiğiyle bir filmi tamamlamaya çalışmak çok kolay değildi. Bu yüzden bazı departmanları bekletme kararı aldım. Dura kalka ilerleyen bir post prodüksiyon süreciyle birlikte Düdük, Ocak 2021 itibariyle tamamlanmış oldu.
Sizi filmin senaryosunu yazmaya iten sebep ne oldu?
Bir futbol maçı izlerken ana fikir aklıma geldi. Sonrasında ise ana karakterin yaratımıyla birlikte gelişme ve final kısımlarını belirledim. Yarım kalan hikayeler veya bir şeylerin doğal akışından kopması hep ilgimi çekmiştir. Bu filmde de oralardan yola çıktım.
2014 yılından bu yana düzenli olarak kısa filmlere imza atıyorsunuz. Bu tempo ve motivasyonu sürdürmenizin nedenini hangi faktörle açıklarsınız?
Yeni hikayelerin peşinde koşmayı seviyorum. Bütün hazırlık sürecinden bitiş aşamasına kadar bir filmin yaratım süreci içinde yer almayı çok seviyorum ve çok canlı hissediyorum. Belki filmlerin hazırlık ve post prodüksiyon sürelerini uzun tutmamın nedeni de bu olabilir.
Filminiz T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı destekli. Filmin fon bulma sürecinden kısaca bahsedebilir misiniz?
O dönemde Eskişehir Film Festivali’nden Kısa Film Yapım Desteği aldığım Yaşlı Adam ve Tren filminin hazırlıkları içindeydim. Düdük’ün senaryosu ise tamamlanmıştı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gönderme kararı aldım. Fon çıkmasıyla birlikte iki filmin final ve hazırlık süreçleri birbiriyle kesişti. Bir filmi bitirirken diğerine başlamak benim için yoğun ama keyifli bir süreçti.
Filminiz, bir amatör küme maçında orta hakemin veremediği bir karar yüzünden yaşadığı vicdan muhakemesini anlatıyor. Soyut bir kavram üzerinden senaryo yazmak ve filmi çekmek sizin için nasıl bir deneyim oldu?
Karaktere daha fazla odaklanmam gerekiyordu. Belki de ilk kez bir karakteri yazarken daha derinlere inebilmiş olduğumu hissediyorum. Tabii bütün bunda başrol oyuncumuz Güçlü Yalçıner’in etkisi de çok büyük. Karakteri çok iyi hissettiğini düşünüyorum. Tevfik onunla birlikte yaşayan bir karakter haline geldi.
Kısa film türünde spor filmlerine pek denk gelmiyoruz. Bu noktada da filminiz farklı bir konumda bulunuyor. Nüfusun büyük kısmının futbolu sevdiği bir ülkede ve eksikliğin de olduğunu düşünürsek böyle bir film yapmayı stratejik olarak da görebilir miyiz?
Filmi tam olarak bir futbol filmi olarak konumlandıramıyorum aslında. Futbol anlatmak istediğim bu hikayede çok önemli bir araç ve hikayeyi çok iyi bir şekilde öne atıyor. Ama futbol arka planı içinde düşünmeseydim de aynı konuyu başka bir şekilde ele alırdım.
Filminizde hakemin kararsızlığı ve mahcubiyeti üzerinden “doğru karar verme” kavramını mercek altına alıyorsunuz? Sizce birçok farklı etkene maruz kaldığımız gündelik hayatlarımızda doğru karar vermek ne kadar kolay?
Hiç kolay olmadığına eminim. Bazen verdiğimiz kararları fazla düşünmüyoruz veya üstünde çok durmayıp geçiyoruz. Filmin ana karakteri Tevfik bence bu dönemin tam zıttı bir karakter. Fazla mahcup, fazla düşünceli, fazla kararsız… Kendisiyle yüzleşmek kolay olmuyor onun için.
Filminizde futbola girişi büyük tartışmalara konu olan ve bugün dahi tartışılan VAR sistemi ve yarattığı etkileri de izlemekteyiz. Siz VAR sisteminin futbolda gerekli olduğunu düşünüyor musunuz? Daha adil bir futbol için VAR sistemi kullanılmalı mı yoksa hayatın içinde olan hata yapma lüksü futbolda da yer almalı mı?
Hatalı bir karar verildiğinde ve bu düzeltildiğinde ne kadar doğru bir sistem olduğunu düşünsem de bence hayat ve futbol hatalarla güzel. Bütün büyük spor olayları ‘’Ya böyle olmasaydı’’ üzerine kurulu. VAR sisteminin futbolun hikayelerini belirli ölçüde azalttığını düşünüyorum. Maradona’nın İngiltere’ye attığı Tanrı’nın Eli golü VAR’dan dönseydi Maradona hiçbir zaman bu kadar büyük bir figür olamayabilirdi.
Filmin belirli bir kısmı da stadyumda geçiyor. Oldukça geniş alanda çekim yapmanın ne gibi avantaj ve dezavantajları oldu?
Genel planlar ve kalabalık mizansenlerin filmin tamamına yayılmasını istiyordum. Bu açıdan stadyumdaki sahneler en önemli kısımlardandı. Bulduğumuz stadyum çimlerinden, kırık dökük sandalye ve yedek kulübelerine kadar hayal ettiğime ve senaryoda yazdığıma neredeyse birebir uyuyordu. Daha öncesinde baktığım statlarda çekim yapmak durumunda kalsaydık filmin istediğim gibi olması çok zordu. Stadyumun bize vaat ettiği derinlik ve alan istediğimiz görüntüleri ve planları yakalamamızı sağladı. Elbette bu kadar geniş alanda çalışınca tekrar çekimlerinde aynı noktalarda konumlanmak ufak zaman kayıpları yarattı. Gece çekimlerinde de tüm stadyumu aydınlatmak çok kolay olmadı. Ama her şeye rağmen stadyumun filmin dokusuna kattığı etkinin çok büyük olduğu kanaatindeyim.
Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Günümüzde dijital platformların kısa film içeriklerine yer vermesi ve çok sayıda kısa film festivali yapılmasını bu durumda bir artı olarak görüyorum. Kısa film ne kadar kolay ulaşılabilir ve izlenilebilir hale gelirse kendi seyircisini yaratacak ve ülke sineması içinde kendini konumlandırabilecek. Bu unsurda kısa filmcilerin sesini duyurmak adına sizin yaptığınız röportaj serisi de çok değerli. Belki hala genel algı uzun metraja geçiş olarak görülmekte ama kısa filmciler ne kadar dikkate alınırsa bu algının zamanla değişeceğini düşünüyorum.
Kariyerinizin bundan sonraki adımında çekmeyi düşündüğünüz başka kısa filmler de var mı?
Kısa film yapmak istediğim hikayelerim var. Şu aralar biraz onları toparlama sürecindeyim. Önümüzdeki yılın yaz aylarına doğru bir kısa filmi daha tamamlamak hedeflerimden biri.