Fısıldayan Rüya: Earwig

Mubi’nin 2023 yılı ocak ayı programında yer alan Lucile Hadžihalilović’in 2021 yapımı filmi Earwig (Kulağakaçan) gündüzü unutturan, soğuk ve işitsel rüyalarla örülü çarpık bir sosyalleşme hikayesine sahip. Üçüncü uzun metrajlı filminde yönetmen, dişleri buzdan bir kız ve onu büyütmekle görevli bir adam hakkında izleyicisine sabır sınayan bir bilmece sunuyor.

Hadžihalilović’in filmi, insan kulağının yakın plan çekimiyle başlayan açılış planından itibaren, çıkabileceği her delikten yavaşça beynimize girerek oluşturduğu tekinsiz evrene bizisürüklüyor. Eski dilde kulak ve solucan kelimelerinin birleşimiyle oluşmuş earwig-kulağakaçan, hikayesel anlatıda kulağınıza girdikten sonra beyninizin derinliklerine erişip sizi deliliğe sevk eden bir yapıya sahip. Hadžihalilović ismiyle müsemma bir biçimde filminde kurduğu bu işitsel dünyada sergilediği her bir karakterin iç sanrılarıyla ve bireysel çıkmazlarıyla izleyicisine fısıldıyor. Atmosfer ve ruh hali betimlemelerinin ustası olan yönetmen eski usul hikayeleştirme biçimlerinden farklı olarak bu filmde bizi rüya-kâbuskarışımı hipnotik bir ışığın takibine maruz bırakıp, rüyaların imgeleriyle oynuyor.

Hadžihalilović filminde İngiliz ressam ve yazar Brian Catling’in rüyasında küçük bir kızın kendisine gelip elini açarak ona dişlerini verdiğini görmesiyle yazmaya başladığı Earwigisimli romanından ilham aldığını belirtiyor. Yönetmen duygu ve gerilim dolu bu sinematik kitabın filmdeki genç kızla, ritüelleştirilmiş bir varoluşun psişik gerilimlerini, gotik ve sürrealist motifleri ve ayrıca Kafka’yı veya Walser’ı hatırlatan orta Avrupa havasını tanıdık bir zeminde hissettiğini ifade ediyor.

Hikâyenin nerede ve ne zaman geçtiği belirsiz, buz dişli kız çocuğundan ziyade kırılmış bir yetişkin olan bakıcı Albert’in hikayesine odaklanan film, Hadžihalilović’in önceki filmlerinde olduğu gibi izleyiciye öznesel bir ters açı sunuyor. Yönetmen ilham alınan kitabın muğlak bir atmosfere sahip oluşunun, filmde hezeyan, baskı ve histerik bir dünya oluşturma olasılığını meydana getirdiğini belirtiyor. Avrupa’da bir savaşın ardından aşkını, yönünü, geçmişini kaybetmiş bir adamın kafasında var olan bir dünyaya şahit oluyoruz. Albert’in endişeleri, takıntı nesnesi derecesine ulaşan imgeleriyle birlikte, damlayan tükürük, kulak çınlaması ve şarap kadehlerinin şiddetli uğultusundan oluşan tüyler ürpertici ses tasarımlarıylavurgulanıyor. Seyirci olarak panjurları kapalı yarı karanlık bu evde bir döngüye yakalanmış, rüyalar, anılar ve gerçeklik arasında ayrım yapamayan bakıcının zihninin içinde var oluyoruz.

Kâbusvari bir mantıkla bu hikâye gizemli, sayısız soru öneren ve Hadžihalilović’in suskunluk estetiğini örnekleyen, yalnızca istediği zaman yine kendi içine açılan kıvrımların oluştuğu bir çıkmazı sergileyen tüyler ürpertici bir yapıda. Karakterlerin birbirleriyle iletişimde bulunmadığı, temas etmediği, rüyalarımızda sezdiğimiz o havasız, ilişkisiz bakış açısının bir yansımasını oluşturuyor.

Film uzunca süren durgunluklarıyla izleyicisini uykuyla uyanıklık arası bir geçişte bırakırken,durağan gidişatın içinde bize aniden beliren şiddetli görseller sunuyor. Uyumaya yüz tuttuğumuz bir dalgınlıkta barda Albert’in yüzüne sapladığı bir şişeyle yerde kanlar içinde yatan Celeste’nin ortaya çıkmasıyla, film seyirciyi uyandırıyor. Dingin bir sona eriştiğimizi sandığımız bir anda Albert’in sanrıları içinden aynı kadın yeniden beliriyor. Bir bahçenin ortasında, sarılıyormuş gibi göründükleri bir anda Celeste’nin de adamı aynı yerinden yaraladığını ve Albert’i dişlediğini görüyoruz. Uyuyan seyirciyi film yeniden uyandırıyor. Bu atmosfer ve üslup içerisinde Hadžihalilović, beklenmeyeni beklenmedik anlarda izleyicisine tattırırken görülenin ardındaki sanılgıları, uyku ve uyanıklık arasındaki o arafı ve sisin ardındaki uyumlu uyumsuzlukları karşıt halleriyle bize sunuyor.

Yönetmen, insanın kendini ve etrafındakileri sorgulamaya başladığı, ancak hala çok çocuk olduğu zamanlar olan dokuz-on yaşlarındaki çocuklar hakkında filmler yapmakla ve o çağın düşünceleri, korkuları, beklentileri ve duygularıyla ilgilendiğini ifade ediyor. Bunun sonucunda Hadžihalilović’in sıradan olanın içindeki tuhaflığı oyma dürtüsü, başlangıç ve sonları birbirine karıştırma eğilimi, Earwig’le birlikte, çitle çevrili, tehlike altındaki gençliği soluk sarılar ve yeşillerden oluşan gölgeli bir paletle hayat buluyor.

Filmlerin açıklamak yerine keşfettirmesi ve hissettirmesinin değerli olduğu kanısıyla birliktefilm anlatıdan daha sürükleyici hale geldiğinde, olay örgüsü ve diyalogdan ziyade görsel ve işitsel unsurlar tercih edildiğinde, özellikle de bilinçdışının tüm tezahürleri olan muğlaklık, çoklu anlamlar, tuhaflık, gizem ve hatta uyumsuzluklarla işlendiğinde etkisini artırıyor. Earwig hayal gücümüzü kullanabildiğimizde anlatının zihnimizin derinliklerine erişip bizimle daha uzun süre kaldığını hissettiren türden bir film.

PAYLAŞ

1997 yılında İstanbul’da doğdu. 2019 yılından bu yana çeşitli film atölyeleri ve sinema etkinliklerinde bulunup, festivallerde çalıştı. 2020 yılında mimarlık bölümünden mezun oldu. İlk kısa filmini 2021 yılında çekti. Çeşitli kısa filmlerde sanat yönetmenliği ve görüntü yönetmenliği yaptı. Senaryo çalışmalarına ve film üretmeye devam eden Betül Benli, aynı zamanda mimarlık bölümünde yüksek lisansını sürdürmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir