Ülke tarihindeki olayları sinemaya aktarışımız çoğu kez sıkıntılı olmuş, kimi zaman sansür kimi zaman bütçe kimi zaman ideolojik kalıplar, meselenin teferruatlıca ele alınmasına sekte vurmuştur. “Böyle bir filmin beyazperdeye aktarılması bile bir başarıdır” türünden cümlelerin ardına sığınmanın alemi yok. Önemsenen ve insanların dert edinmesi istenen bir konuyu amatör bir dille izleyenlerin karşısına çıkarmak, tam tersi bir etkiyi tetiklemekten başka bir işe yaramıyor.
Ulaş Bahadır yönetimindeki “Carina’nın Günlüğü: Madımak” adlı film, Hollandalı genç kız Carina’nın notlarından Sivas Olayları’nı ele alıyor. Türk kadınlarının yaşadığı aile içi ve toplumsal sıkıntılar hakkındaki çalışması için Ankara’ya gelen Carina, tanıştığı insanların aklıevvel yorumlarıyla problemin kaynağının ne olmadığını hemen görüyor: Alevilik. Devletin resmi din anlayışına hapsedilen Sünniliğin, erkek egemen toplumun çimentosu olarak yansıtıldığı filmde, empoze edilmeye çalışılan bu düşüncelerin üstüne bir de Sivas Olayları eklendiğinde, iyi niyete dair ne varsa hepsi yok oluyor. Üstüne üstlük, ne idüğü belirsiz birkaç kişinin koca kenti kışkırtması, inandırıcılığın düzeyini yerle yeksan ediyor. Halbuki toplumsal travmanın doruk noktalarında seyrettiği Sivas Olayları’nı doksan dakikalık yüzeysel bir bakış açısıyla değil de, analitik bir anlayışla, olaylara etraflıca bakan ve tüm dinamiklerin hakkaniyetle yansıtıldığı bir filmle perdeye taşımak daha doğru olmaz mıydı? Bu haliyle bir tiyatro oyunu olmaktan öteye geçememek, meselenin geniş kitlelerce ve özellikle yeni yetişen nesille buluşturulmasına büyük bir darbe vurmuyor mu? Carina’nın Ankara’dan Sivas’a giderken bulunduğu otobüsteki argosu bol diyaloglar, “cinsiyet ayrımının olmadığı” şeklindeki erdemli çıkışlarla ve ahlaki atıflarla elbetteki örtüşmüyor.
Tüm bu anlatılanlar Carina’nın notlarında harfi harfine yer alıyor mu bilemiyoruz. Fakat yer alıyor olsa dahi, sinemasal estetiği ve anlatım dilini es geçerek, notlara görüntü eklemeye çalışmak, dar mekânlı bir tiyatro izletmekten başka bir işe yaramıyor. Politik sinemamızın belki de en büyük sorunu bu. Didaktik bir dil ve toplumla kucaklaşamayan filmler silsilesi. Ayrıca aksiyondan uzak ve sadece kelimelere boğulan oyuncu yönetimi, perdeyi bir miting alanına çevirmekten geri kalmıyor. Bir sinema filmi izlemekten ziyade, görüş beyan eden yorumcular geçidiyle baş başa kalıyorsunuz neredeyse.
Filmin teknik gücü oldukça zayıf. Sanat yönetimindeki yetersizlik, derinlikli kadrajlarla buluşmamızı engelliyor. Dönemin gerçek kayıtlarındaki hepimizi şoke eden dehşetin esamesi dahi okunmuyor. Sivas’ta devletin yok oluşu, dönemin devlet büyüklerini temsil eden oyunculukların yok oluşuyla temsil edilmiş neredeyse.
Yaşanan bunca acı olayın neden layıkıyla beyazperdeye aktarılamadığı sorusu varlığını apaçık hissettirirken, ideolojik pompalamalar ve karikatürize karakterlerle yüklü politik filmlere ara vermeden devam etmek, geniş kitlelerin sinema yoluyla yakın tarihe dair kısmen de olsa fikir edinebilme imkanını ve sinema estetiğini ortadan kaldırmaktan öteye geçemiyor.