Ödül sezonunun iddialı filmlerinden Don’t Look Up, Dünya’yı yok edecek bir kuyruklu yıldızın yaklaşmakta olduğu konusunda insanlığı uyarmak için büyük bir medya turuna çıkmak zorunda kalan iki alt düzey astronomun öyküsünü anlatıyor. Leonardo DiCaprio, Jennifer Lawrence, Meryl Streep, Jonah Hill, Mark Rylance, Cate Blanchett, Tyler Perry, Ariana Grande ve de aştan çıkmaz kara nohut Timothée Chalamet’nin rol aldığı filmde uçan kuşları bile Oscar adayları canlandırıyor. Dört dalda Altın Küre’ye aday gösterilen yapımın başında Büyük Açık / The Big Short ile tanıdığımız Adam McKay var.
Uzay istasyonunda sıradan bir gün geçiren doktora öğrencisi Kate, hocası Randall’ı bilgilendirir ve ikili kısa sürede Amerika Başkanı’nın huzuruna çıkar. Ne var ki tek derdi siyasi gündem ve oy toplama olan kadın başkan onlarla ilgilenmez, ta ki çıkarları uyuşana dek. Ve sonra başka bir çıkar çatışması nedeniyle yine saf değiştirir derken 6 ay içinde Dünya’yı yok edecek kuyruklu yıldız yaklaşır da yaklaşır…
Adam McKay’in mizah anlayışına aşina olanların ısınmakta zorlanmayacağı, popüler kültür referansları ve bol şakayla süslü dev bir yapım Don’t Look Up. Sessiz sakin hayatlar süren insanlar günümüzün dünya sahnesine çıksa ne olur sorusundan, muhtemel bir kıyamet senaryosu dahilinde mizah üretiyor. Kendi dünyalarında yaşayan Kate ve Randall’ın adım adım ilerleyişleri, 2000’lerin modern toplumunun akıl almaz dinamiklerini de gözler önüne seriyor. Beyaz Saray’da mesela, siyasi çıkarları için tüm insanlığın yok olmasına göz yumabilecek birileriyle tanışıyorlar ya da 10 dolar için gözünü kırpmadan yalan söyleyebileceklerle. Katıldıkları televizyon programında neyin ilgi çektiğini ve neyin kulak arkası edildiğini öğreniyorlar. Ünlülerin aşkını dinlemek, “gelecek kaygısından” daha gündemde. Manipülasyon ustası medya insanlarıyla tanışıyorlar. Medyadaki gücünü artırmak için her şeyi yapabilecek gazetecilerle. Sosyal medya kullanıcıları neye tıklar, neyi görmezden gelir ilk elden deneyimliyorlar. Teknoloji şirketlerinin hisse senetlerinin değerini artırmak için yapabileceklerini, ABD’nin zengin dâhilerine kontrolsüz bir güç emanet ettiğini -ve onların da genel kanının aksine her zaman her şeyi bilemeyeceğini- görüyoruz. Neyse ki sokağın gücü, protestoların değişimi tetikleyişi, halkın bir araya geldiğinde sesini hala duyurabiliyor oluşu umut veriyor biraz. Fakat çözüm yok. Sistem yaşlı, ağır, aksak. Seçimlere çok var ve sokağın değiştirme gücü seçimle sınırlı. O zamana kadarsa yapabileceğimiz tek şey, ömrümüzün vefa etmesini ummak.
Film boyunca sosyal medya ve günümüz toplumu çokça ti’ye alınıyor. Tık’ların, hashtag’lerin, meme’lerin gücü; yardım konserleri ya da bir insanın söylediğinden önce seksiliğine bakılması eleştiriliyor. Adam McKay hızlı kurgu, ünlü oyuncular, dev bütçe ve türlü cambazlıklarla 138 dakikalık filmini bir çırpıda izletmeyi biliyor. Fakat beni en çok etkileyen son sahneler oldu. Kuyruklu yıldızın Dünya’yı yok etmesine az kala insanların yaptıkları ilgimi çekti. Sevdikleriyle “son akşam yemeği” yiyenler, kahvelerini taze çekip içenler, kabile ritüellerini uygulamaya devam edenler ve gemiyi ilk terk eden hamamböcekleri… Sahi, biz ne yapardık Dünya’nın 6 ayı kalsa? Muhtemelen filmdekine benzer şeyler yaşar, dünya yanacakmış aman deyip umursamazdık. Umursayanlara destek olmaz ya da olamaz, gücümüz yetmez, güçsüzlüğümüze isyan eder ya da kabullenir, dualar eder, isyanlar çıkarır fakat sonuçta mutlak sona biçare varırdık. Son saatler peki? Taze bir kahve çekip içer miydik? Sevdiğimiz bir filmi ya da bitiremediğimiz diziyi mi açardık? Muhtemelen. Bugün Dünya’nın olmasa da bizim son günümüz olabilir sonuçta ve biz günlerimizi bunlarla harcıyoruz. Yiyerek, içerek, sevişerek, okuyarak, yazarak, izleyerek, dinleyerek… O halde bu dünyanın sonu gelse ne olur ki, çok mu fena? Bugün yaptıklarımızı yarın da yapamayacak olsak, büyük bir kayıp mı bu?
Don’t Look Up’ı Netflix Türkiye’de izleyebilirsiniz.