28 Şubat’ta sahiplerini bulacak Oscar Ödülleri’ne dört dalda aday gösterilen Room, bu hafta sessiz sedasız vizyona girdi. En iyi Film, En iyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Uyarlama Senaryo dallarında şansını deneyecek olan Lenny Abrahamson imzalı film, özellikle başrol oyuncusu Brie Larson’un performansı nedeniyle Batı’daki sinema çevrelerinin beğenisini topladığı, Larson’un En İyi Kadın Oyuncu ödülünün en güçlü adayı olduğu yorumları yapıldı. Jack rolünü Jacob Tremblay’in üstlendiği filmin diğer başrollerini ise Joan Allen ve Sean Bridgers paylaşıyor.
Room, Yaşlı Nick adını verdiği bir adam tarafından kaçırılarak, küçük bir odaya kapatılır. Burada tecavüze uğrayan Ma, dünyaya getirdiği oğlunu Nick’ten korumaya çalışırken bir yandan da olan bitenin farkına varmaması için onu hayali bir dünyaya inandırır. Oğlu Jack büyüyüp 5 yaşına gelince, odayı dünyadan ibaret sanan oğlunun soruları Ma’yı bu odadan kurtulmanın yollarını aramaya zorlar. Her şeyi 5 yaşındaki Jack’in omuzuna yüklediği planı devreye sokar ancak anne-oğlu yeni zorluk ve sürprizler bekliyordur.
Dünya Denen Bir Oda
Emma Donughue’nun kendi romanından aynı adla uyarladığı Room, bir odaya kıstırılmış anne-oğulun kendi aralarında kurdukları iletişimle zorlukları aşmalarını psikoloji yoğunluklu bir dille anlatıyor. Düşsel alemin yaşadığımız dünyanın ötesinde sınırsız bir alana sahip olduğunu yansıtmaya çalışan film, yer yer zaman-mekân ilişkisine dair orijinal yorumlar getirirken, bir taraftan düşle gerçek arasındaki ilişkiyi modern çağın algısından farklı bir özgünlükte ele alıyor. Film küçük Jack’in olan biteni anlamaya çalışmasını seyircinin yüreğine dokunacak incelikte ayrıntılarla beziyor, hayatın satır aralarını okuduğu kimi sahnelerle seyirciyi sevgi, merhamet, gerçeklik ve güven gibi kavramlar üzerine yoğun bir muhasebeye davet ediyor. Yönetmen Lenny Abrahamson, sıkıştıkları odada kendilerine bir dünya kuran anne oğulun yaşadığı pek çok sorunu, kırıp dökmeyen bir tarzda işleyip, kapandan kurtulmaya çalışan annenin çırpınışlarını etkileyici biçimde tasvir ediyor.
İki Dünya Arasında
Dünyanın daha az imkân ve sınırlı olanaklarla da yaşanabileceği, hatta belki de imkanların artışıyla kimi özel olguların sıradanlaştığı mesajını da veren Room, diğer yandan da özgürlük, gerçeklik, tabiat ve aile gibi kavramlar üzerine bir takım sorular yöneltiyor. Yedi yıl boyunca kapalı bir odada kalan anne-oğulun dış dünyaya entegre olma çabalarını (yer yer yüzeysel de olsa) perdeye taşıyan film, yıllar sonra karşılaştığı ailesinin mevcut durumu üzerinden sevgi, sadakat ve dayanışmaya dair eleştiriler yapmayı ihmal etmiyor.
Room, bariz bazı zaaflarıyla da şaşırtan bir yapım. Yaşlı Nick adını verdikleri adamın Ma’yı nasıl kaçırdığı, odadaki ilk günler, Jack’in doğumu gibi zor ayrıntıları diyaloglarla yansıtmayı tercih eden filmin önemli zaaflarından biri Jack’in kaçma denemesinde ortaya çıkıyor. Nick’in Jack ile olan sahnelerini basit bir oldubittiye getiren yönetmen (Nick’in anında pes edişi izaha muhtaç), filmin ilk yarısındaki gerçekçi, tutarlı tavrın aksine, ikinci yarıda olay örgüsünün çarçabuk geliştiği hareketli bir anlatımı seçiyor. Anne oğlun hayata yeniden entegre olma çabası kimi zaman yüzeysel betimlemelerle yapılırken, annenin yedi yıl sonra döndüğünde karşılaştığı yeni durumlar da benzer bir aceleci tavırla finale bağlanıyor.