İnsanın bugün dahi en manipüle edilebilir dürtülerinin başında gelen korku hissini tetikleyen pek çok korku klasiği vardır dünya sinemasında. Odak noktası çoğu kez aynı olsa da olay örgüsü ya da karakter tahlili açısından yepyeni akımlar türü zenginleştirmiştir. Fakat teknolojinin gelişimi ile ters orantılı olarak eski dönemin mekanik ikliminde karanlık ve boğucu bir kurgu var olabiliyor iken, netleşen ve daha aydınlık hale gelen dijital dönemde korku dünyasının dürtüsel tesiri azalma eğiliminde. İspanyol korku filmlerinin ön plana çıkan başarılı örnekleri ile beraber Hollywood dünyasından Get Out ve Conjuring gibi filmler son yıllarda gündeme gelse de korku ambiansında üst düzey adrenalin yaşatacak yapımlardaki nicel düşüş aşikar. Özgün senaryosuna rağmen kurgu eksikliklerinden ötürü potansiyelini yitiren geçen senenin vizyon filmi Censor ile benzer damardan beslenen Smile, izleyicisini baştan sona gergin tutmayı başarırken geçmişin kült haline gelmiş örneklerinin izinden yürüyen ve de korku hissini çaprazlama hislerle daha da yükseklere taşıyan başarılı bir vizyon filmi.
Annesinin intiharından ötürü travmalı bir çocukluk dönemi geçiren Rose başarılı bir doktordur. Fakat etrafında yaşanan birbirine benzer vakalarla beraber geçmiş günlere doğru gergin bir yolculuğa çıkar. Küllenmiş travmaların tetiklenmesi, pek çok korku filminde başvurulan bir hareket noktasıdır. Psikolojinin öncelendiği böylesi filmlerde karakterler manipülasyona daha açık hale getirilirler. Rose da, tanıklık ettiği olaylarla beraber kontrolü hızla kaybediyor. İzleyici ise tüm bu dağılmışlıkla ters orantılı halde yüksek konsantrasyon ile takip ediyor olanı biteni. Travma dolu bir çocukluğun, sonrasında elde edilen tüm imkanları ve de başarıları ansızın tüketme potansiyeline sahip olduğu vurgusunun, tüm çabalara rağmen baskın gelişinin sergilendiği anlarda distopik ortamın derin etkileri katlanarak artıyor. Kötü hislerle dolu gülümsemelerin başarılı bir senaryo ve kurgu işbirliği ile sağladığı etki takdire değer. Rose’un zamanla zincirin sadece basit bir halkası olduğu anlaşılana kadar ana karakter üzerinden ilerleyen film, 70’lerin ve 80’lerin çıkmaz sokaklarda dolaşan öykülerine biçimsel yönden yakın dururken, yine aynı dönemin abartılı şiddet sahneleri ile yüklü örneklerinden ise elden geldiğince uzak durmayı tercih ediyor.
Filme güç katan müzikler, Suspiria filmindeki Goblin – Dario Argento uyumu kadar olmasa da genel akış içinde olması gereken yerde çoğu kez. Bazı sahnelerdeki yakın plan çekimler, yeni bir gerginliğe davetiye çıkartacak türden. Sosie Bacon’ın Rose karakterindeki anlık değişen ruh hallerini başarı ile sergilemesi film için ciddi önem arz ediyor. Yönetmen Parker Finn’in ilk uzun metrajlı filmi olmasına karşın tasarlamış olduğu ambians övgüye değer. Geçmişe selam çakan, günümüzden de beslenmesini bilen yönetmenin yeni örnekler vermesi, türün ilgilileri açısından arzu edilen bir durum olacaktır. Zira filmin, 17 milyon dolarlık bütçesi ile vizyona girdiği ilk günden bu yana gördüğü üst düzey ilgi, beklentiler için de önemli bir gösterge. Pandemi ile beraber dijital platformlarca çoğu üstün körü çekilen ve anlık ihtiyacı karşılama amacıyla yayınlanan korku filmlerinin yanında izleyicisine gerçek bir sinema deneyimi yaşatıyor Smile ve bu deneyim ile beraber, sinema salonlarının yerini alma potansiyeli sıklıkla gündeme gelen dijital platformlara da selam göndermekten geri durmuyor.
Esas kaygısı korku hissini yaşatmak olan Smile, son dönemin başarılı örneklerinden. Doğası gereği birbirini tekrar eden konuların var olmasının gerekebileceği bir tür olan korku sineması içerisinde ortak bileşenlerden sıyrılacak özgün bileşenlere de sahip olmayı başaran film ayrıca, her ne kadar etrafında sadık bir kitle oluşmuş olsa da yerli korku sinemamızın birkaç örnek dışında saplanmış olduğu sabit konu ve akıştan kurtulması açısından da örnek teşkil ediyor.