Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 56. haftasından herkese merhaba. Bu röportajımda İTÜ Gemi İnşaatı Fakültesi’nden mezun olduktan sonra yolu sinema ve fotoğrafçılıkla kesişen Merve Bozcu konuğum oluyor. Çektiği kısayla uzun metraj olgunluğu sunan; bunun yanı sıra dizi ve filmlerden yakından tanıdığımız isimlerle çalışan yönetmenin kısa metrajı Plastik Rüya bugün konuşacağımız yapım olacak. Başrollerinde Nihal Yalçın, Salih Bademci ve Tuğrul Tülek’in yer aldığı Plastik Rüya, 37 yaşındaki Belma’nın cildindeki döküntüler nedeniyle gittiği doktorun botoks yaşının geldiğini hatırlatması üzerine zedelenen özgüveni ve botoks yaptırmaya karar vermesi sonrası yaşadıklarını anlatıyor.
Merve Bozcu ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.
Herkese keyifli ve ilham veren okumalar…
***NOT: Film şu an için MUBI Türkiye’de yer alıyor. Dilerseniz röportajı okumadan önce filmi buradan izleyebilirsiniz.***
Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Merve Bozcu?
İTÜ’den mezun olduktan sonra sinema okumaya karar verip Kadir Has Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansımı bitirdim. Aslında akademisyen olmayı planlıyordum ama tez süreci bittikten hemen sonra doktora yapmak istemedim ve tesadüfler sonucu yakın arkadaşım Su Baloğlu ile Türkiyeli yönetmen kadınların set deneyimlerini anlattıkları Onun Filmi isimli belgeselimize başladık. O süreçte film yapmaya dair çok şey öğrendim. Kendimi de tanımaya başladığım bir yolculuğa başlamış oldum ve hala o yolculuğa devam ediyorum diyebilirim.
Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?
Yaklaşık 1,5 yıl diyebiliriz. Filmin fikri 2019 Aralık ayında ortaya çıktı. Yapımcım Aycan Aluçlu ile birlikte fon aramaya başladık ama maalesef hem kısa filmler için çok fazla fon seçeneğinin olmaması hem de 2020’de başlayan pandemi sebebiyle bizim fon arayışımız sekteye uğradı ama filmi çekmeyi çok istiyorduk. Ekip yavaş yavaş kurulmaya başlamıştı, oyuncu görüşmelerimiz güzel gidiyordu ve bir yıl daha ertelemek istemedik. Ekipman ve post-prodüksiyon sponsoru bulduk. Kendi cebimizden de para koyarak Kasım 2020’de çekimleri tamamladık. Tabii yine yeterli olmadı ve Fongogo kampanyası başlattık. Haziran 2021’de de filmi tamamlamış olduk.
Filmin ortaya çıkış hikayesi nasıl gerçekleşti? Kurgusal yönü mü daha ağır yoksa gerçek hayattan esinlenerek mi oluştu?
Benim 30 yaş bunalımım sonucunda ortaya çıktı. Hayatımın hiçbir döneminde yaşın önemine inanmadım ve her yaşın ayrı güzelliğini olduğunu savundum.Ta ki ben 30’a girene kadar. Hayatımda her şeyin değiştiği bir zamandı ve bir şeylere ayak uydurmaya çalışırken eski enerjimi kaybettiğimi hissettim. Aynaya baktığımda bedenimi, yüzümü olduğum gibi kabullenmekte zorlandım ve bir gün botoks, dolgu, estetik ameliyat gibi şeyleri araştırırken yakaladım kendimi. Araştırdıkça fark ettim ki, bu kendinden memnun olmama hali birden ortaya çıkmıyor. Bir sektör var, o sektörün içerisinde katı kurallar var, gün sonunda size nasıl görünürseniz “güzel”, “çekici”, “alımlı”, “istenilen” biri olacağınızı söylüyor ama o bedenle/yüzle mutlu olup olmayacağınızla ilgilenmiyor. Bu noktada ben hem kendime çok sinirlendim bu tuzağa düştüğüm için, hem de zaten hayatta bir sürü saçma durumla uğraşmak zorunda kalan kadınların üzerinde sürekli “güzel” ve “bakımlı” olmalarını isteyen sistemin baskısına sinirlendim. Botoks ve estetiğe karşı biri değilim, kişi gün sonunda nasıl mutlu olacaksa onu yapsın tabii ki ama dışarıdan gelen dayatmalara tahammül edemiyorum. Çok ciddi bir beden politikası yürütülüyor ve zaten kazanmakta zorlandığımız özgüvenimiz bir de buradan darbe alıyor. Aslında önemli olan şeyin iç enerjimiz, düşüncelerimiz, hayallerimiz olduğu unutturuluyor. Bunları düşünüp Plastik Rüya’yı yazdım.
Cildindeki döküntüler sebebiyle gittiği doktorun kendisine botoks yaptırma zamanının geldiğini söylemesi üzerine Belma’nın yaşadıklarını işliyorsunuz filmde. Günümüzde kadınlar üzerinde yaratılan güzellik algısına dair neler söylemek istersiniz?
Bir önceki soruda da dediğim gibi estetik, botoks vs. karşıtı biri değilim. Gerçekten içinde olduğunuz beden sizi mutlu etmiyorsa, teknoloji ve imkanlar da bu kadar gelişmişken mutlu olacağınız tercihler yapabilirsiniz ama bir şeylerin olmazsa olmaz olarak sunulmasına karşıyım. Endüstrinin istediği şekilde güzel olmak da bunlardan bir tanesi. Üstelik pek çok endüstri gibi burada da erkek bakışından sunulan bir dayatmayla karşı karşıyayız. Ne yazık ki hala erkek eyleyen bir birey kadın ise bakılan bir nesne olarak sunulmaya devam ediliyor. Gün sonunda iş göz çevresindeki kırışıkları azaltmakla bitmiyor. Tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi görünmeniz için uğraşılıyor. Oysa nasıl ki insan olarak sizin bir hikayeniz varsa, yüzünüzdeki/bedeninizdeki her çizgi veya “kusur” da bu hikayenin bir parçası. Kolay kolay kazanılmıyor yani. Bence bu bir bakıma yavaş yavaş yok edilme süreci.
Kadınların sosyal medya ve kendi yakın çevrelerinde daha güzel görünmek istemeleri sebebiyle estetik operasyon yaptırma durumu gittikçe genç yaşlara düşüyor. Yapılan operasyonlar sonucunda birbirine benzeyen ve tek tipleşen kadınların, içinde kaybolduğu bu kısır döngünün sona ermesi mümkün mü?
Bu konuda iyimser olduğumu söylersem yalan söylemiş olurum. Çok ciddi bir endüstriden bahsediyoruz her ne kadar dünyada beden olumlama hareketi hız kazanmış olsa da yine aynı dünya sosyal medyanın da etkisiyle gitgide daha görsel dinamiklere sahip bir yere dönüşüyor ve bundan görselle uğraşan insanlar olarak biz de sorumluyuz. Gözlüklü, kilolu bir kadının gözlüklerini çıkartıp, zayıfladığında, makyaj yapmaya başladığında mutlu olabileceğine dair bir sürü hikaye izledik. Yıllar boyunca gözümüz endüstrinin bize dayattığı beden/yüz üzerinden terbiye edildi. Göz altı torbası, kemerli bir burun görmeye dayanamaz hale getirildik. Bunu birkaç yılda yıkmak kolay olmayacak. Açıkçası şu an pek çok yerde karşımıza çıkan “Kendinizi sevin, kendinizi olduğunuz gibi kabul edin” terapilerinin de bu yaratılan algının bir sonucu olduğunu düşünüyorum çünkü kendi beden tipine uymadığı halde “mükemmel” görünüme kavuşmaya çalışan pek çok insan hem fiziksel hem de psikolojik olarak zarar gördü.
Belma; gittiği doktor, eşi ve çıraktan oluşan erkek çemberinde sıkışıp kalan bir kadın. Bu çemberi aşmak için ise botoksun tek çıkış yolu olduğunu kendisine inandırmayı başarıyor. Günümüzde kadınların güzellik algısının değişiminde erkek otoritesinden de söz edebilir miyiz?
Kesinlikle. Film boyunca Belma’nın çevresini erkek karakterlerle örmeye çalıştım. Sadece doktor ve eşi arasında sıkışmış bir kadından öteye televizyonda karşısına çıkan otorite figürlerinin de erkek olmasını tercih ettim. Bunun nedeni de yine söylediğim gibi kadının hala bakılan bir nesne olarak karşımıza çıkmasının altını çizmekti. Sadece erkekler buna sebep oluyor demek doğru olmaz ama algıyı yöneten taraf eril bir bakışla kadın bedeni üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor diyebiliriz.
Plastik Rüya, bir kısa film olmasına karşın oturmuş senaryosu, başarılı oyunculukları ve konuyu işleyiş tarzıyla adeta bir uzun metraj izliyormuş hissiyatı veriyor seyirciye. İlerleyen süreçte uzun metraj versiyonunu da çekmeyi düşünüyor musunuz hikayenin?
Öncelikle teşekkürler bu yorum için. Belma karakteri üzerine bir uzun yapabilirim belki ama bu konunun uzununu yapmak gibi bir fikrim yok açıkçası çünkü bir derdim vardı ve onu bir kısa film içerisinde paylaştım. O dertle bir nebze de olsa vedalaştım aslında ama filmde az çok değinebildiğim özgüven mevzusu üzerine uzun yapabilirim çünkü işin o kısmı henüz tam olarak anlatılmadı bence.
Belma’nın gittiği doktor aracılığıyla “uzman” bakış açısına sahip erkeklerin çok bildiği konu üzerindeki yönlendirmesini de trajikomik bir şekilde işliyor. Mevcut sistemin kadın bedenine karışmasına karşı da bir başkaldırı niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz sanırım bu seçimin?
Aslında olanı gösteriyor. O yüzden başkaldırı diyemem ama kadının bedeni üzerinde, kadının kendisi dışındakiler daha fazla kafa yormaya devam ettikçe ve onu değiştirmeye çalıştıkça işler çığırından çıkacak diyebilirim.
Senaryo yazım aşamasında botoksun yüzde yol açtığı deformasyonlara dair ne tür araştırmalar yaptınız?
Genel bir bilgi almak için birkaç farklı doktorla görüştüm. Ayrıca artık çoğu doktorun YouTube kanalı var ve işlemlerle ilgili bilgi veriyorlar. Onları izledim. Bu konuyla ilgili dünyada ciddi birkaç vaka var. Onların neden olduğunu araştırdım. Botoks/dolgu yaptıran insanlarla konuştum.
Özellikle son yıllarda ülkemizde çekilen kısa filmlerde uzun metraj veya dizilerde rol almış tanıdık yüzleri daha sık görmeye başlıyoruz. Bu durum hiç kuşku yok ki ilk kısa filmlerini çeken yönetmenleri de heveslendiriyor. Oyuncu kadronuzda yer alan Nihal Yalçın, Salih Bademci ve Tuğrul Tülek gibi başarılı isimlerle çalışmak sizin için nasıl bir tecrübeydi?
Benim için çok öğretici bir süreç oldu. Bu anlamda şanslıyım çünkü ilk defa profesyonel oyuncularla çalışmayı deneyimledim ve bunu bir kısa filmde gerçekleştirme imkanı buldum. Yönetmen olarak oyuncularla çalışmanın sadece prova yapmaktan ibaret olmadığını, kafanızdaki karakteri oyuncuyla konuştukça, tartıştıkça, tasarladıkça filmin gerçekliğinin/samimiyetinin nasıl değişebileceğini, oyuncuların gözünden filme, karaktere nasıl bakabileceğimi gördüm.
Bazı senaristler senaryosunu yazarken henüz bir isimle anlaşılmamışken “Ben bu karakteri şu oyuncu veya oyuncuyu düşünerek tam da onun için yazdım” der. Siz bu bağlamda senaryonun yazım aşamasında Nihal Yalçın’ı hikayenin ana odağında görme hayaliyle mi yazdınız?
Evet. Ben de bu rolü bu oyuncu oynamalı diye hayal eden yazarlardan biriyim. Plastik Rüya’yı yazarken de Belma karakteri için aklımdaki tek isim Nihal Yalçın’dı. Çok yetenekli bir oyuncu olmasından öteye, sanata ve dünyaya bakışıyla Belma karakterine katabilecekleri beni çok heyecanlandırıyordu. Nitekim duygu ve düşüncelerimde haklı olduğumu gördüm. Belma karakteri Nihal sayesinde hayal ettiğimin bile ötesinde bir kadına dönüştü.
Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, YorgosLanthimos, David Lynch ve PedroAlmodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Ben Plastik Rüya’yı çekmeden önce bir uzun metraj belgesel yaptım. Onda da uzun ama belgesel söylemiyle çok karşılaşıyordum. Aslında bu kısa ya da uzun yapmaktan öteye uzun metraj kurmaca bir film çekmemiş olmak üzerinden yapılan bir değerlendirme. Sanki bir uzun metraj kurmacanız olmadan profesyonel de olamazmışsınız ya da uzun çektikten sonra kısa film yapmak sizi amatör bir noktaya çekecekmiş gibi bir bakış var. Ben hiçbir zaman öyle düşünen biri olmadım çünkü kısanın senaryo mantığı, prodüksiyon mantığı uzuna kıyasla çok farklı ya da belgeselin yapısı kurmacaya göre bambaşka. Bir sürü başarılı kısa filmi olan yönetmenin ilk uzunun da başarılı olacağını söylemek bana çok garip geliyor. Ben anlatmak isteğiniz konunun filmin biçimini, türünü ve uzunluğunu belirleyeceğine inanıyorum. Plastik Rüya’yı yazarken eğer anlatacaklarım 20 dakikaya sığmasaydı ve 90 dakika olsaydı, bunu ben kısa film yapayım üzerinden değiştirmezdim, değiştiremezdim ya da bana ilham veren bir insanla tanıştıysam ve onu anlatmak istiyorsam ama bu kurmaca olmalı diye yola çıkamam. Ticari anlamda pazarları çok farklı, işin bu kısmından bakınca anlayabiliyorum ama üreten biri olarak ben bunun içinde kaybolmamalı aksine yaratıcılık konusunda özgür olabilmeliyim diye düşünüyorum.
İlerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız başka projeler varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?
Bir kısa film üzerinde çalışıyorum. Senaryosunu yazdım ve fon arıyorum. Aile içi şiddet konusunu farklı perspektiflere sahip bir anne-kız ilişkisi üzerinden anlatıyorum. Bunun dışında henüz yazım aşamasında olan bir uzun metraj kurmaca ve bir mini dizi projem var.