Peyami Safa’nın beyazperdede önce Turan Seyfioğlu daha sonra Ayhan Işık ile vücut bulan kurgusal kahramanı Cingöz Recai’nin Onur Ünlü yönetiminde yeniden vizyona geleceğini duyup heyecanlanmamak mümkün mü? Elbette değil. Sürükleyici bir polisiye hikâyesi beklentisi, (sinemamızın ender jönlerinden) Kenan İmirzalıoğlu performansı ile birleşince izleyicinin algısal çıtasının yükselmesi gayet doğal. Doğal olmayan ise bunca beklenti ve sağlam komponentlerin bir araya gelmesi sonucu meydana çıkan ürün. Yani filmin ta kendisi.
Hakkını teslim etmek gerek. Filmin sanat yönetimi gayet başarılı. Yapay bir set ortamının içine sıkışmak yerine doğal alanlarda, doğru kurgu ile kadrajlara keyif katan ambians dikkatlerden kaçmıyor. Özellikle son zamanlarda yapımların ana unsuru gibi kullanılan drone çekimlerin asli görev yerinde yani destekleyici unsur halindeki mevcudiyeti de yerinde olmuş. St. Petersburg sahneleri sürükleyici bir tat katıyor filme. Teknik açıdan zora düşmeyen Cingöz Recai’nin en büyük (ve hatta sinemamızın en müzmin) problemi senaryo. İngiliz polisiyeleri ile iyiden iyiye hemhal olmuş seyirciyi aslı varken kopyası ile uğraştırmak pek makul değil. Halbuki yerel kodlarla bezeli bir Cingöz Recai ne büyük keyif verirdi. Karakterin ruhunda var olan fantastik duruşun bir sonucu olarak ortaya koyduğu teknolojik buluşların varlığının yarısı kadar dahi olsa zekası ile olayları çözümleme yetisi olmayan, izleyicide hayret uyandırmayan, gayet düz bir karakter ile tanışmanın üzüntüsü ayrı bir konu. Bunca tehlikeli ortamın içinden bir Polat Alemdar duruşu ile geçip gitmesi mizah ile de açıklanamaz. Ayrıca ortak dediği Mehmet Rıza veya Göze ile arasında oluşan ilişki her koşulda duygudan yoksun. En nihayetinde bir intikam hikâyesine bağlanıyor iş.
Son yıllarda büyük yönetmenlerin alışılmışın dışında filmlerle boy gösterişine tanıklık ediyoruz. Nolan’ın Dunkirk filmi, Mecidi’nin Hz. Muhammed filmi, bu konudaki güncel örneklerden. Aynı şekilde Onur Ünlü ismi akla geldiğinde oluşan algıdan eser yok filmde. Bunda elbette en büyük pay, zayıf senaryo. Kendi elinden çıkmayan bir senaryo ile çalışmanın bedeli olsa gerek, “tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı” diyen bir Onur Ünlü silueti beliriyor hayallerde. Gerek zaruri gerek keyfi, bir bölüm süresi iki saate dayanan dizilerle uğraşa uğraşa ufuk çizgisinin üzerindeki sonsuzluk rotasından sapmaya başlayan yazar kadrolarının elinden çıkan pek çok ürün sinemamız adına irtifa kaybettirici bir örnek haline geliyor. “Ezel” ya da “Suskunlar” beyazcam koşullarında ilgi çekici ve hayret uyandırıcı olabilir. Ama beyazperde de işler öyle yürümüyor. Büyüyen sadece ekranın kendisi değil, aynı zamanda analitik bakış ve perspektifin kendisi.
Cingöz Recai’ye hayat veren Kenan İmirzalıoğlu’nun performansı beklenen düzeyde. Sinemamızın “mazi kalbimde yaradır” klasöründe yer alan jön kavramının günümüzdeki en büyük temsilcisi olarak yeri hala farklı. Yine de bir polisiyede olması gereken dinamizmi besleyecek (yakın dövüş sahneleri gibi) aksiyonu taşıma konusunda olumsuz tarafta kaldığını not etmekte fayda var. Serkan Keskin’in daha aktif bir rolle karşımıza çıkması arzulanabilirdi. Yukarıda sıralanan negatif unsurlardan sonra daha az aktif oluşunda da vardır bir hayır. Başkomiser Mehmet Rıza rolündeki Haluk Bilginer kendi alanı içinde o her zaman keyif veren performansı ile dahil oluyor filme. Hayalet’in hakkını verecek kadar az bir süre filme dahil olan Musa Uzunlar bir kötü için yerinde tercih. Meryem Uzerli’nin ekstra bir yoruma konu olacak kadar katkı sunuşundan söz edemeyiz. Adil, Ayıboğan ve Arsen’in fantastikliği (!) hususuna girilmemeli.
Cingöz Recai keşkelerle dolu bir film. Sinema özelinde uzmanlaşmalar konusu ötelendikçe keşkelerle dolu zincirin uzunluğu günden güne artacak gibi duruyor.