Lisede ergenlik aşkı yaşadıktan sonra hayatın farklı yönlere savurduğu iki adamın 17 sene sonra birbirini sosyal medyada bularak rakı sofrasında buluşmasını konu eden Çilingir Sofrası, 60 dakikalık süresini dörde bölerek kullanıyor.
Ahmet Rıfat Şungar ve Barış Gönenen’in başarıyla canlandırdığı karakterler, hepimizin bildiği, tanıdığı, her gün yanından geçtiği gerçek insanlar. Yusuf Efe lisede yaşadıklarının üstünü çizmiş hatta hocalara gidip sözde bir tedavi olmuş. Evlenmiş, küçük de bir kızı var şimdi. Babasıyla çalışıyor, işleri de iyi, daha ne olsun’cu tayfanın seveceği bir erkek modeli. Emir Can’sa öğretmen olmuş. Cinsel kimliğini açık yaşıyor fakat mahalle baskısı onun da üzerinde, öğretmen sonuçta ve çalıştığı okulda “çocuklara örnek olması” gerektiğini düşünen epey eğitimci (!) var. İkisi de lisede birbirine aşıkmış, araya 17 yıl girmiş, belli ki duygular sönmemiş, akılların bir köşesinde “ya olsaydı” sorusu mevcut. Yusuf’un durumu biraz daha vahim gibi. Gönüllü ya da gönülsüz girdiği kıskaçtan kurtulması mümkün değil. Emir çilingir sofrasında duygularına karşılık verse bile ilişkilerini sürdürmesi zor. İplerini vermiş bir kere, koparıp gidemez. Daha da çok acı çekecekler. Emir, şakayla karışık dediği gibi “peynir kralının metresi” olacak. O, bu konuda daha mantıklı. Daha duygusal gibi görünse de yaşadığı yıllar ona evli erkekler ya da en azından dolaptaki erkeklerle ilgili gerekli dersleri vermiş. Yürümeyeceğini biliyor. Anlık bir hazzı da elinin tersiyle itebilecek kadar güçlü.
Çilingir Sofrası’nın yönetmeni Ali Kemal Güven, Dadanizm’e verdiği röportajda “Ne önemi var ki zaten, özlediğin biriyle aynı masada otururken onu ne kadar özlediğinden bahsetmezsin. Sürekli geçmişi konuşursun. Ya da çok alakasız bir şekilde, yemek tarifi de verebilirsin.” diyor. Fakat film bu kadar spontane değil. Her kelime ince ince hesaplanmış, boş diyalog yok gibi. Süre 60 dakika olduğu için bu zaten gerekli ama bir yandan da “açılma” anlarının daha gerçekçi ve doğal hissettirmesi için bir 10 dakika eklenip havadan sudan da konuşulabilirmiş. Yine de son tahlilde bu konsantre anlatımın filmin seyirciyle buluşma sürecinde lehine işleyeceğini ve “çok uzun değilmiş zaten, bakayım” diyenlerin çoğunlukta olacağını düşünüyorum.
Filmin izleyiciye verdiği bir diğer his de antoloji serisine ait gibi durması. Dijital platformlarda gördüğümüz, her bölümü ayrı bir ilişkiye odaklanan kısa süreli dizi bölümlerini andırıyor. Ertesi gece aynı masada bir başka çift oturup ilişkilerini temize çekse yadırgamayız. Bu da eşsiz bir karakteri olmamasından, dizi estetiğine yakın durmasından ve sinema tadındaki eksiklikten kaynaklanıyor. Olsun, ilk filmin -pek de- günahı olmaz.
Çilingir Sofrası’nın hem lehine hem de aleyhine işleyecek bir diğer tercihiyse müzik kullanımı. Şahsen sevdiğim şarkıları sinema salonunun Dolby ses sisteminde bangır bangır baştan sona izlemeye itirazım yok. Hele de bu filmdeki gibi Nazan Öncel şarkıları çalıyorsa. Ancak 60 dakikalık filmde 2 Nazan Öncel şarkısını (kapanış jeneriğiyle birlikte) 4 kez duymak ve başka popüler şarkıların da ses bandını his terk etmemesi “acaba hissettiklerim senaryonun değil de şarkıların başarısı mı” dedirtiyor. Bu da filmin hemen sahiplenilmesini engelleyebilecek bir handikap.
Ne olursa olsun yerli bir kuir hikayenin İstanbul Film Festivali gibi ses getiren bir platformda, Ulusal Yarışma gibi görünür bir bölümde yer alması hoş, o nedenle biraz da pozitif ayrımcılık yaparak filmi seven tarafta yer almakta beis görümüyorum.
Çilingir Sofrası, 41. İstanbul Film Festivali’nde 2022 Jüri Özel Ödülü (Onat Kutlar anısına) ve En İyi Erkek Oyuncu (Ahmet Rıfat Şungar & Barış Gönenen) ödülü kazandı.