Malumunuz, sinema sektörü yeni yıla, yerli film yapımcıları ile salon işletmecileri arasındaki oldukça ciddi tartışmalarla girdi. Aslında evveliyatı uzun senelere sari dağıtım sorunu sık sık gündeme geliyor olsa da işin içine gişesi yüksek yapımlar da girince bambaşka bir mecraya taşındı konu. Magazinel boyutuyla ele alındığında kamuoyunda “mısır krizi” olarak tanımlansa da derinliği olan bir tartışma. Lakin bu yazının konusu değil. Devam eden bu tartışmalar esnasında vizyona giren Serdar Akar yönetimindeki “Çiçero”, İkinci Dünya Savaşı döneminde Türkiye’de yaşanan casusluk hikâyelerine odaklanıyor. Olayın merkezindeki isim İlyas Bazna, namı diğer Çiçero. Başrollerinde Erdal Beşikçioğlu ve Burcu Biricik’in yer aldığı filmin oyuncu kadrosunda Tamer Levent ve Ertan Saban da bulunuyor. Olayların yüzde yüz gerçekliği ayrı bir konu. Lakin yaşanmış öykülerin beyazperdedeki yansımalarında mutlak doğruyu yakalamak kolay iş olmasa da, tarihte var olmuş karakterlerimizin bugüne taşınması önemli. Gişeye, olayların gerçekliğinden ziyade izleyicinin o anki duygu iklimi ve filmle özdeşleşmesi de etki edebiliyor. Bununla birlikte, sinemada uluslararası ölçekte nam salan ajan öyküleriyle kıyaslandığında ciddi bir konsantrasyon sorunu gözlemleniyor. Ciddiyetle ilerleyen konunun bir anda aşk hikâyesine evrilmesi melodramatik kolaycılığa kaçışı temsil ediyor. Haliyle filmin dış pazardaki şansı anbean azalıp neredeyse tamamen yerli izleyiciye yönelik hale geliyor.
Henüz çocuk olan İlyas Bazna’nın Priştine’deki köyünde yaşan büyük bir katliamla açılıyor film. Yerli yapımlarımızın bir büyük kanayan yarası olan orantısız müzik kullanımı, bu katliam anlarındaki dehşetin sinematografik gücünü fazlaca gölgelemekte. Sadece burada da değil. Neredeyse tüm film boyunca. Halbuki soundtrack albümü bir hayli başarılı. Lakin nokta atışı hamlelerle bütünün vazgeçilmez bir parçası olması tercih edilse, yedinci sanatın kendi vuruculuğu sahnede daha ön planda olacak idi. İlerleyen dönemlerde özel bir görevle casusluk faaliyetlerine başlayan Bazna, dönemin birbirine düşman ülkeleri arasında mekik dokuyor. Ayla ve Müslüm filmleri ile birlikte, sinemamızda çok da başarılı olduğu söylenemeyecek olan biyografik yapımlara gelen dinamizm, bu filmle de devam ediyor.
Filmin takip sahneleri ve ülkeler arası gerilimin aktarımı ziyadesiyle başarılı. Yabancıların kendi dillerindeki aksanları yer yer tarihi Yeşilçam filmlerini andırıyor olsa da İngilizlerin komplolarla örülü emelleri ile ari ırk saplantısındaki Almanların acımasız yüzleri film içerisinde etki gücü yüksek sahnelerle yer bulmuş. Lakin dönem filmlerimizin kronik sorunu olan mekansal tasarım burada da fazlaca steril. Pırıl pırıl sokaklar ve cıvıl cıvıl yüzler, şık giyimli insanlarla birleştiğinde gerçeklik algısı soru işaretleriyle doluyor.
Serdar Akar filmin oyuncularını arzu ettiği şekilde yönetmeyi başarmış. Bazna’ya hayat veren Erdal Beşikçioğlu aşina olduğumuz karizmatik duruşuna sinemamızda uzun yıllardır eksik kalan jön havasını da katabilmiş. Ağırlık Beşikçioğlu’nda olsa da kendi rolleri içerisinde her isim etki gücü yüksek bir oyunculukla var olmuş. Özellikle o ruhsuzluk ve acımasızlığın verdiği kati kayıtsızlıkla dolu Alman diplomat rolüyle Murat Garipağaoğlu fazlaca dikkat çekiyor.
Yakın geçmişimizdeki olaylar beyazperdeye arzu edilen seviyede aktarılamamış olsa da Çiçero bu eksiklik içerisinde olumlu bir algı ile yerini alıyor. Sürükleyiciliği bir an dahi tökezlemeyen filmin ustalıklı bir diploması ile ilerleyen akışı, türler arası geçişkenlik unsurundan ayrı tutulursa, kendi iç dengesi dahilinde hatrı sayılır istikrara sahip. Lakin sinemamız “türler arası geçişkenlik” alışkanlığından sıyrılabilse hiç de fena olmaz.