Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 89. haftasından herkese merhaba. Sinemanın o büyülü dünyasının heyecanını henüz ilk kısa metrajını çeken genç yönetmenlerin işinde içimizi kıpır kıpır eden bir hayranlıkla izliyoruz kimi zaman. Bu açıdan şahsımı son zamanda en çok heyecanlandıran kısalardan biri de henüz Boğaziçi Üniversitesi ikinci sınıf felsefe ve fizik öğrencisi olup sinemaya gönülden bağlı İlayda İşeri’nin ilk kurmaca kısası olan Oyunbozan oldu. İlerleyen yıllarda ismini sıkça duyacağımız ve çok iyi işler çıkaracağına gönülden inandığım harika bir potansiyele sahip İlayda’nın bu yolculuğundaki ilk kurmaca kısasıyla röportaj yaptığım için de ayrıca sevinçliyim. Kısa bir hikayeden uyarlanan senaryosu, harika sinematografisi, Şubat 1979’a götüren nostaljik dünyası ve fantastik bir evrene açılan hikayesiyle öne çıkan filmin arkasındaki yapımcılar ise Tolga Karaçelik, Nefes Polat ve Fehmi Öztürk. Bu haftaki röportaj konuğum İşeri, filminde Şubat 1979’da sömestr tatilini Ankara’daki apartman dairesinde geçiren 7 ve 8 yaşlarındaki iki kardeşin sıkıntıdan kurtulmak için kendilerine yarattığı ve oyunlardan oluşan bir dünyayı anlatıyor.
Filmin yönetmeni İlayda İşeri ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.
Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.
Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir İlayda İşeri?
Boğaziçi Üniversitesi felsefe ve fizik bölümlerinde ikinci sınıfa devam ediyorum. Aynı zamanda Mithat Alam Film Merkezi’nin aktif öğrencisiyim. Sinema tutkum küçük yaşlarda başladı. İlkokuldayken boş zamanlarımda müzik videoları, komedi ve korku filmi fragmanları çekiyordum. Bu sayede kurgu yapmayı öğrendim ve görsel anlatım dilini keşfettim. Sinemanın bir sanat dalı olduğunu, edebiyat ve felsefeden nasıl beslendiğini ortaokuldayken dünya sinemasından filmlerle keşfettim. Koç Lisesi’nde okurken son iki sene seçmeli film dersleri aldım. Kendi filmlerimin yanı sıra arkadaşlarımın da film müziklerini bestelemeye başladım. Lise öğrencisiyken 2020 ve 2021 yıllarında iki kısa belgesel çektim, Kozan ve Çeşme. Kozan, San Francisco Film Festivali’ne seçildi. Çeşme, yurt içi ve yurt dışında çeşitli festival seçkilerine girdi, ödüller aldı. 2022 yılında ise ilk kurmaca kısa filmim olan Oyunbozan’ın çekimlerini tamamladık. Filmin post-prodüksiyonu yeni tamamlandı ve bu ay içinde 53. Tampere Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı.
Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?
Senaryoyu yazmaya 2021 yılının Ağustos ayında başladım. Bir öykü uyarlaması olduğu için senaryo hızla ortaya çıktı ama süreç içerisinde pek çok kez revizyon oldu tabii. 2021’in sonbaharında kısa film destek fonlarına ve senaryo yarışmalarına başvurdum. Baharda bu başvurular sonuçlandı ve 2022 Temmuz’a kadar hazırlık süreci devam etti. Temmuz ayında çekimleri dört günde tamamladık. Post-prodüksiyon da ağustos ayından aralık ayına kadar sürdü.
Kısa film türünde sinemacılar açısından fon bulmak uzun metraja nazaran daha çetrefilli bir süreç. Oyunbozan, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TRT 12 Punto destekli fakat anlaşılan bunlar dahi filmin bütçesinin bir kısmını karşıladı. Ayrıca Fongogo üzerinden de bir destek kampanyası yürüttünüz. Tüm bu fon bulma süreci nasıl geçti?
Film; iki çocuklu, bir anneanneli, bir atlı, bir tavşanlı, dönem ve uzay filmi olduğundan çekilmesi zor bir hikâyeye dayanıyordu. Dolayısıyla baştan bütçesi yüksek bir yapım olması gerektiği belliydi. Senaryoyu bitirdiğim zaman tam bakanlığın kısa film destek fonu için başvuru kabul ettiği zamanlardı ve oradan başlayarak adım adım destek bulmaya çalıştım. Akbank Kısa Film Festivali’nin Forum bölümünde En İyi Senaryo Ödülü’nü ve TRT 12 Punto Kısa Film Yapım Desteğini kazanınca yapımcılarla birlikte daha kapsamlı bir prodüksiyon yapmaya karar verdik. Fakat bu sefer de hızla yükselen enflasyon nedeniyle masrafların tutarı arttı. Geçen senenin bütçe rakamlarına göre belirlenen fon destekleri sete girmemiz için yeterli olmadı, bireysel yatırımcılarımız sayesinde çekimleri tamamladık. Fongogo kampanyasından sağlanan gelirle de post prodüksiyonu gerçekleştirip filmi tamamlayabildik, tüm destekçilerimize çok teşekkür ediyorum.
Fon bulma süreci demişken filminizin yapımcılarına da değinmeden edemeyeceğim. Bu noktada genç yönetmenleri desteklemesine oldukça saygı duyduğum Tolga Karaçelik, son yılların çok konuşulan ödüllü bağımsız filmlerinin yapımcılığını üstlenen Nefes Polat ve son dönemde ürettiği kısa metrajlarla dikkat çeken Fehmi Öztürk gibi üç başarılı isim yapımcılığınızı üstleniyor. Kendileriyle yollarınız nasıl kesişti ve süreç nasıl ilerledi? Her birinin sektördeki deneyimi sizi motive edici bir güç olmuştur hiç kuşkusuz.
Tolga Karaçelik, tanışmadan önce de yakından takip ettiğim ve çok sevdiğim yönetmenlerden biriydi. Yarattığı dünyaların ve hikayelerinin çok ayrı ve özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Sinema yolculuğumun henüz başlarındayken onun gibi bir yönetmeninin asistanı olma şansını yakaladım. Sinemanın zanaat de içeren bir sanat dalı olduğu göz önünde bulundurarak tıpkı usta-çırak ilişkisinde yaşandığı gibi, bir yönetmen adayının setlere gidip sahada öğrenmesi ve deneyimli biri tarafından yetiştirilmesi çok büyük değer taşıyor. Yönetmenliğin her yönünü onun setlerinde görme fırsatım oluyor. Sette çekimler sırasında bir taraftan bana neyi, neden yaptığını anlatır. Oyunbozan’da ondan öğrendiklerimi uygulamaya çalıştım. Yönetmenliğe dair bildiklerimi ondan öğrendim, hala da öğrenmeye devam ediyorum. Her anlamda beni koşulsuz destekler, eğitir, yol gösterir ve ilham verir. Onu tanıdığım ve desteklediği genç sinemacılardan biri olduğum için gerçekten çok şanslıyım. Fehmi Öztürk ile 2021’de gerçekleşen İzmir Kısa Film Festivali’nin Film Works sunumları sırasında tanıştım. Ben sunumumu yaptıktan sonra Fehmi hikâyeyi sevdiğini ve bana destek olmak istediğini söyledi. Fehmi olmasa bu filmi ne zaman ve nasıl çekebilirdik bilmiyorum. Tanıdığım en yaratıcı, esprili, pozitif enerji ve iyilik dolu insanlardan biri. Bu filmle ilgili hayallerimi gerçekleştirmem için canını dişine takıp çalıştı. Ayrıca prodüksiyon tasarımını da Fehmi üstlendi ve gerçekten çok emek verdi. Bulduğu yaratıcı fikirler ile hikâyeye görsel katmanlar ekledi. Son derece pratik yaklaşımıyla çekimlerin gerçekleştiği setlerin bütçe kısıtlarına rağmen işlevsel halde çabucak kurulmasını sağladı. Filmin görsel dünyasında çok büyük katkısı var, benim belirlediğim planlar ile onun tasarımları arasında çok iyi bir uyum yakaladığımızı düşünüyorum. Fehmi sayesinde Nefes Polat ile tanıştım. Nefes sektörde uzun yıllardır çalışan tecrübeli bir yapımcı olduğundan bizim doğru ve emin adımlarla ilerlememizi sağladı. Ödüllü bir yapımcı ve sektör profesyoneli olarak deneyimlerini ve elindeki bütün imkanları seferber etti, bağlantılarını etkin şekilde kullandı. Onun sayesinde bu denli zor bir filmin yapılabilirliği konusunda hiç endişem olmadı, takıldığımız noktalarda her zaman bir şekilde çözüm üretiyordu çünkü. Senaryoyu yazarken bu şekilde bütçeli ve profesyonel bir kısa filme dönüşeceğini hiç tahmin etmiyordum. Nefes sayesinde henüz üniversitedeyken böyle bir filmi tamamlayabildiğim için çok mutluyum. Kısacası iyi ki üçüyle de yolum kesişmiş, onları tanımışım. Hayalimdeki filmi en güzel şekilde gerçekleştirmemi sağladılar. İyi ki varlar.
Filminizi anneniz Melsen Tunca’nın aynı isimli kısa öyküsünden uyarladınız. Sinemada edebiyat uyarlamaları her daim riskli bir tercihtir ve kısa film türünün kendi dinamiklerini düşündüğümüzde bu seçiminizi çok daha cesur olarak nitelendirebiliriz. Siz bu noktada hikâyenin uyarlanmasıyla ilgili nasıl bir yol izlediniz? Kendisiyle iletişimde bulundunuz mu ve uyarlama bir işi çekme sürecinde karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Ve en önemlisi filmin hikayesi nasıl doğdu?
Oyunbozan’ın senaryosunu bahsettiğiniz gibi annem Melsen Tunca’ya ait bir öyküden uyarladım. Annem hikâyeyi kendi çocukluğundan yola çıkarak yıllar önce yazmış, öyküleri içinde en sevdiklerimden biri. Kısa filme çok uygun olduğunu hissettim ve senaryoya çevirdim. Uyarlarken hikâyede bazı değişiklikler yaptım. Hikâyede beni en çok etkileyen kardeşlik teması oldu sanırım. Ben tek çocuğum, kardeşim yok. Öyküdeki kardeşlerin apartman dairesinde kendilerine ait bir dünya yaratmaları, kafalarından oyunlar uydurmaları, birlikte oynarken harika zaman geçirmeleri, birbirlerinin hayal güçlerini beslemeleri ve aralarındaki kuvvetli bağ çok hoşuma gitti. Dünyaya hala çocuk gözleriyle bakabiliyorken çocukların bakış açısıyla anlatılan bu hikâyeyi bir an önce çekmek istedim.
Film, Şubat 1979’da sömestr tatilini Ankara’daki apartman dairesinde geçiren 7 ve 8 yaşlarındaki iki kardeşin sıkıntıdan kurtulmak için kendilerine yarattığı ve oyunlardan oluşan bir dünyaya davet ediyor seyircisini. Hikâyenin yarattığı atmosfer de bu yönüyle bizi çocukluğumuza götürüp İpek ve Gökhan’ın bir arkadaşı yapıyor adeta. Seyircinin filmle olan bağını ilk anda sağlayan bu atmosferin yaratımını nasıl gerçekleştirdiniz? Prodüksiyon tasarımında imzası olan Fehmi Öztürk ile çalışmanızı anlatabilir misiniz?
Oyunbozan’ın prodüksiyon tasarımı ve sanat yönetmenliği açısından başarılı olduğunu düşünüyorum. Fehmi’nin, yönetmenliğini yaptığı kendi filmlerinde de ortaya koyduğu tarzı ve yarattığı dünyaları çok seviyorum. Oyunbozan, 70’li yılların dokusu ile büyülü gerçekçilik sahnelerini bir araya getirdiği için Fehmi’nin yaratıcı dokunuşlarına çok yatkın bir hikayeydi. Senaryoyu yazarken büyülü ve retrofütüristik bir hava yaratmak istiyordum ancak bunu seyirciye en doğru şekilde nasıl yansıtabileceğimi bilmiyordum. Fehmi bu konuda yol gösterdi ve beraber senaryodaki önemli dönüm noktalarının ışıklandırma ve dekor açısından nasıl olması gerektiğine karar verdik. Sanat yönetmeni Beyhan T.E. ve asistanı Dorukhan Aydın ile birlikte Fehmi çok güzel iş çıkardılar. Kendi evlerimizde, dostlarımızda, akrabalarımızda 70’li yıllara dair ne kadar eşya, aksesuar, kıyafet varsa topladık.
Çocukluk çağı, etrafımızda yaşanan pek çok şeyin gerçek anlamda farkında olmadığımız ve kendi düşüncelerimiz doğrultusunda daha masum algıladığımız bir süreç. Bu yönüyle İpek ve Gökhan da 2 Şubat 1979 gününün Milliyet gazetesinde okudukları Abdi İpekçi suikasti ve Humeyni’nin 14 yıllık sürgünden sonra İran’a dönüşü haberlerini kendi gerçekliklerine göre yorumluyorlar. Büyüdükçe masumiyetimiz kayboluyor mu sizce yoksa biz mi dünyayı farklı algılıyoruz?
Bence büyüdükçe asıl kaybettiğimiz soru sorma isteğimiz ve merak duygumuz. Çocukların bu özellikleri onların sürekli öğrenme süreci içinde kalmalarını ve tepkilerinin sahici olmasını sağlıyor. İlerideki filmlerimde de mutlaka en az bir çocuk karakter bulunmasını istiyorum çünkü çocukların bakış açısının daha naif ve samimi bir ton yarattığını düşünüyorum. Oyunbozan’da çocukların dünyaya karşı büyük bir iştahla duydukları merakı ve korkuya kapılmadan, hayal güçlerine dayanarak başlarına gelenlerle nasıl başa çıktıklarını görüyoruz. Bu merakın ve samimiyetin çocukları aslında sanıldığından daha güçlü kıldığına inanıyorum.
Oyunbozan’da 1979 Ankara’sındaki bir apartmanda yer alan daireden döneme has eşyalar ve yaşam tarzını, olayları ve bilim kurgu karakterlerini öğrenme fırsatı buluyoruz. Bunun yanı sıra retrofütüristik bilim kurguyu da iç içe kullanarak bir tezat yaratıyorsunuz. Devam eden süreçte yaşanacak 12 Eylül Darbesi’ni körükleyenler arasında gösterilen sağ-sol çatışmasının filmde bu haliyle konumlandırıldığını söylemek mümkün mü?
Senaryo, Türkiye’de anti demokratik rejimlerin yönetime geçmesinin yolunu açan 1980 Askeri Darbesi’nden hemen önceki günlerde geçiyor. Sağ-sol çatışması caddeden uğultular halinde duyulan gösteri yürüyüşü sesleriyle filmde belli belirsiz yer alıyor. Filmdeki tezatlar aslında yaşanan siyasi olayların ve gerilimlerin, yani o dönem ülkedeki tuhaf ortamın çocukların gözünden en sade ve samimi haliyle anlatılmasını sağlıyor bence. O sırada İran gibi komşu ülkelerde kökten dinci rejimler yükselirken, genelde Batılı yaşam tarzına hayranlık duyan Türk orta sınıfı, bu gelişmeleri endişeyle takip etse de gitgide daha çok muhafazakarlaşan yönetimlere direnç göstermeyi seçmemiş. Yetişkinlerin bu pasif yaklaşımının aksine filmdeki çocuklar kadere boyun eğmeyecek kadar güçlü bir duruşa sahip. Filmdeki çocuk oyuncuların izleyiciye geçirdiği ana duygunun karamsarlık yerine buruk bir iyimserlik ve yaşama sevinci olmasını ve küçük olmalarına rağmen içlerinde barındırdıkları gücü hissettirmelerini istemiştim.
Film büyük çoğunluğu her ne kadar tek mekânda geçse de dinamik anlatım, akıcı diyaloglar, renk ve ışık paleti ile hareketli olay örgüsü bir an olsun hikâyeden koparmıyor. Her biri arasındaki bir dengeyi senaryo, anlatım ve kurguda nasıl dengede tuttunuz?
Güzel görüşleriniz için teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim. Aslında, ben bu filmin seyirci açısından biraz riskli olduğunu düşünüyordum çünkü odaklanarak izlenmezse çok rahat filmden kopulup geri kalanı anlaşılmayabilir. Filmde arka arkaya birçok olay gerçekleşiyor ve detaylar büyük önem taşıyor. Özenle örülü bir ağ ile tüm detaylar birbirine bağlı. Bu nedenle filmin anlatımının sade ve minimal olması, kurgunun da aynı yalınlıkta ilerlemesi büyük önem taşıyordu. Senaryoyu yazarken aynı zamanda storyboard da çiziyordum ve çekmek istediğim tüm açılar baştan belliydi. Burada görüntü yönetmenimiz Bünyamin Karair’e çok teşekkür etmek istiyorum çünkü yönetmenlik yolculuğumun henüz başında olduğumdan onun tavsiyeleri benim için değerliydi ve hayalimdeki atmosferin en iyi biçimde yansıtılmasını sağladı. Çekimlerden önce beraber storyboard’un üzerinden geçerek çalıştık. Filmin kurgusunu ise Fırat Terzioğlu yaptı. Özellikle benim aklıma gelmeyen, değerlendiremediğim ve göremediğim noktalarda Fırat gibi deneyimli bir kurgucunun kendi bakış açısını yansıtması oldukça anlamlı katkılar sağladı. Yaklaşık bir ay boyunca birlikte çalıştık ve süreç boyunca iyi anlaştığımızı, sağlıklı bir iletişim kurduğumuzu düşünüyorum. Bu sayede tıkandığımız noktalarda etkili çözümler üretebildik. Fırat’a da hayalimdeki kurguyu ortaya koyduğu için çok teşekkür ederim.
Oyunbozan’ın senaryosu katmanlı bir hikâyeden yola çıktığı için olayların her anında seyircinin zihninde fırtınalar koparıp düşünmeye sevk ediyor. Bu noktada “Oyunu kim bozuyor?” sorusunun peşinde katmanlar sırayla ortaya saçılıyor. Katmanlı bir senaryo yazarken ana temadan ve anlatımın odak noktasından sapmamak adına dikkat ettiğiniz unsurlar neler oldu?
Senaryoyu yazarken ve storyboard’u çizerken hikâyenin sahibi annemle filmdeki imgelerin anlamlarını, alt metinlerini ve bahsettiğiniz “oyunbozan” arayışının nasıl yansıtılacağını sürekli tartıştık. Bence birden fazla katmanda hikâye anlatmaya çalışan filmlerin mutlaka en önde somut bir olay örgüsü olması çok fayda sağlıyor. Eğer bu olmazsa ve anlatılan temel hikâye de soyut olursa seyircinin takip etmesi zorlaşabilir. Bu nedenle Oyunbozan’da ana olay örgüsünün olabildiğince en yalın haliyle aktarılması benim birinci önceliğimdi.
Oyunbozan, arka planında sinemanın usta isimlerinin eserlerine de göndermeler yapıyor. Stanley Kubrick, Ingmar Bergman, Theodoros Angelopoulos ve Wes Anderson sinemasına dair referanslar filmde net biçimde göze çarpıyor. Biraz bundan bahsedelim dilerseniz.
Sevdiğim ve ilham aldığım ustaların filmlerine göndermeler yapmaya çalışmak çok hoşuma gidiyor. Filmin açılış planı ve sondaki animasyon uzay sahnelerini 2001: A Space Odyssey’in uzay sahnelerinden ilham aldım. Ayrıca film 1979 yılında, uzay ile ilgilenen çocuklar hakkında olduğu için Star Wars filmlerine çokça referans var tabii. Bunların dışında bilimkurgu olmayan filmlere de referanslar var. Sirk sahnesi Federico Fellini’nin 8½ filminin son sahnesinden çağrışımlar taşıyor. Theodoros Angelopoulos’un Topio stin omihlifilmindeki iki kardeşin yalnızlığını ve Satyajit Ray’ın Pather Panchali filmindeki kardeşlerin yaşlı nineyle ilişkilerini de filmde yansıtmaya çalıştım. Wes Anderson’ın görsel dünyasını çok seviyorum. Özellikle filmin başında salonu gördüğümüz geniş planda ve 90 derece yukarıdan çektiğimiz planlarda Wes Anderson sinematografisinden esinlendim.
Henüz ilk kısa metrajınızda çocuk oyuncularla çalışmak nasıl bir tecrübeydi? Oyuncuların seçimi, ön hazırlık ve prova ile çekim sürecinde zorluklar yaşadınız mı?
Oyunbozan’ın başrollerini üstlenen Bahar Sare Vural ve Mustafa Enis Bilir ile çok iyi anlaştık. Çekimler sırasında oldukça heyecanlı ve hevesliydiler. En ufak sorun çıkarmadılar. Çocuk oyuncu koçu Dilara Akın ve asistanı Burku ile onları rollerine en iyi şekilde hazırladığımızı düşünüyorum. Çocukların filme kattıkları masum hava sete ve ekibe de yansıyor, çekimlerin güler yüzle geçmesini sağlıyor. Sette sanki onlarla beraber oyun oynuyormuş gibi hissediyordum. Çeşme belgeselimin odağında da 4 yaşındaki Andrei vardı. Kısacası çocuklarla çalışmayı seviyorum.
Bugüne dek iki kısa belgesel çektiniz fakat Oyunbozan ile kurmaca ilk kısa metrajınıza imza attınız. Sizin için bu ilk nasıl bir sürece sahne oldu? Hangi tecrübeleri edindiniz, neleri yapmamanız gerektiğini öğrendiniz?
İlk kısa belgeselimi daha çok pratik yapmak ve film yapım sürecini deneyimlemek için çekmek istedim. Kamera kullanımı, görüntü oluşturma, pozlandırma, kurgu, müzik, festival başvuruları gibi birçok konuyu öğrendim. Açıkçası, belgeseli kurmacaya kıyasla daha kolay hayata geçiririm diye varsaydım. Özellikle benim yapmaya çalıştığım gibi cinéma vérité tarzında belgesel çekiyorsanız özel ekipmanlara, ışığa, önceden yazılmış net bir senaryoya fazla ihtiyaç olmuyor. Bu nedenle hikâyenin çatısı kurguda oluşuyor denilebilir, en azından benim belgesellerim için böyleydi. Çekilmiş materyaller üzerinden bir hikâye ortaya çıkarmaya çalıştım ve sahne geçişlerine, bağlantılarına özellikle dikkat ettim. Oyunbozan’ın hazırlık aşamasında ve çekim sürecinde de aklımda hep kurgu vardı. Sahneler bir öncekinden sonrakine hangi görüntüler ve sesler ile bağlanacak, bunlara önem verdim. Planları buna göre belirledim. Sette ise ilk defa bir profesyonel ekip nasıl yönetilmeli, görüntü yönetmeniyle ve oyuncularla nasıl iletişim kurulmalı konularını doğrudan deneyimledim. Aslında set, yönetmenin tüm ekibe kendi hayalini ve ne istediğini açık ve net bir biçimde anlatması gereken bir yer. Zamanla ve tecrübeyle bu yetkinlikleri geliştirebileceğimi düşünüyorum.
Ülkemizdeki film festivallerinin uzun metraj, kısa metraj ve belgesel sinemaya dair yaklaşımını nasıl değerlendirirsiniz? Nitekim birçok festival özellikle son yıllarda yarışma kategorisine kısa ve belgesel kategorilerini de eklemeye başladı ve hatta kısa film festivallerinin sayısı da bir hayli arttı.
Şu sıralar bir kısa filmin yapım maliyetleri de bir hayli yükseldiğinden sete çıkabilmek oldukça zorlaştı. Sadece kendi deneyimimden değil, etrafımda tanıdığım kısa filmcilerden de gördüğüm kadarıyla bu filmlere gerçekten çok emek veriliyor. Kısa filmlerin sinemalarda vizyona girmediğini de göz önünde bulundurursak, bu filmlerin hak ettiği değeri görmeleri ve olabildiğince çok seyirciye ulaşabilmeleri çok önemli. Bu nedenle bence festivallerde ne kadar kısa film kategorisi açılırsa o kadar iyi olur. Önemli olan festivale seçkisine girmiş olmak değil aslında, seyirciyle buluşabilmek. Kısa filmlerin gösterimleri ve desteklenmesi konusunda çalışmalar her ne kadar son yıllarda artsa da bu çabaların farklı kuruluşların destekleriyle daha gelişmesini diliyorum.
Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Kısa ve uzun metraj, edebiyattaki öykü ve roman gibi iki farklı tür, iki farklı üretim biçimi bence. Teknik açılardan ve anlatım tarzı bakımından farklılar. Bu nedenle kısa filmler sadece uzun metraja hazırlık olarak değerlendirilmemeli. Öte yandan deneyimsiz bir yönetmen için kısa film çekmek uzun filmlere hazırlık sağlayabilir diyebiliriz. Yüksek bütçeli ve prodüksiyonlu bir kısa film olmasa bile, bir yönetmenin önce kendi kendine kısa filmler çekerek, kamerayı tanıyarak, kurgu öğrenerek başlaması gerektiğini düşünüyorum. Ama bu tamamen işin zanaat tarafını geliştirmek için. Yeni bir dil öğrenmek gibi bir şey aslında. Daha sonra o öğrendiğiniz dille farklı türler olan öykü ve romanlar yazabilirsiniz. Kısa film de aslında uzundan, tıpkı bu türlerde olduğu gibi ayrı konumda bence. Anlatım dilleri çok farklı, seyirciyi etkisine aldığı süre farklı, dolayısıyla seyircinin filmden çıkınca hissedeceği etki de farklı. Bu nedenle sadece uzun metraja hazırlık olarak kesinlikle değerlendirilmemeli bence.
İlerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız başka projeler varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?
Şu sıralar bir fikir üzerinde yoğunlaşıyorum ama henüz yazmaya başlamadım. Aslında son bir senedir üzerinde düşünüyorum. Çok fazla not aldım ama senaryoya başlamam için biraz daha kafamda oturması gerekiyor. Yine bir dönem filmi olduğunu ve içinde büyülü gerçeklik elementleri bulunduracağını söyleyebilirim. Büyüklerin yanı sıra yine çocuk karakterler de var. Oyunbozan’dan tekrar Çeşme belgeselime dönerek benzer bir temayı bu sefer kurmaca bir senaryo çerçevesinde anlatmayı deneyeceğim.