Ankara Yazı-Veda Mektubu, sıkıyönetim mahkemesince idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun hayat hikâyesini, ailesinin gözünden anlatıyor. Film, yıllar geçse de 12 Eylül darbesinin yol açtığı acıların dinmeyeceğini bir kez daha hatırlatıyor.
İdamlar, kayıplar, işkence ve faili meçhul cinayetlerle Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen 12 Eylül Askeri Darbesi, sinemamıza hak ettiği ölçüde yansımadı. Bugüne kadar bazı çabalar olsa da, bunların bir kısmı kimi fraksiyonların propagandasına hizmet ederken, diğer birkaçı da sinematografik açıdan kayda değer varlık gösteremedi. Yönetmen Kemal Uzun, bu alanda bir adım atarak 12 Eylül’ün karanlık dönemlerinden birini ‘Ankara Yazı- Veda Mektubu’ adlı filmiyle beyazperdeye taşıdı. Film, Ankara’da yaşanan bir saldırıya karıştığı gerekçesiyle tutuklanarak askeri mahkeme tarafından idama mahkûm edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun yargılanma sürecini eksene alıyor. Filmin başrollerini İpek Tuzcuoğlu, Gürkan Uygun, Münir Can Cindoruk ve Burçin Abdullah paylaşıyor.
Filmin senaryosu sıkıyönetim tarafından idama mahkûm edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun gerçek yaşam öyküsüne dayanarak yazılmış. Ankara’da kimliği belirsiz kişiler tarafından bir kahvehanenin taranması üzerine şüpheli olarak gözaltına alınan 22 yaşındaki Pehlivanoğlu, yargı sürecinde suçsuz olduğu delileriyle ortaya çıkmasına rağmen ‘bir sağdan, bir soldan’ mantığıyla yapay bir adalet taksimine kurban edilerek idam edilir. Ülkücü gencin bu süreçte yaşadığı işkence ve baskılar ile geride bıraktığı veda mektubu, 12 Eylül yönetiminin zulmünü özetler nitelikte. Hatırlandığı üzere, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlığı döneminde meclis kürsüsünden Pehlivanoğlu’nun yürek burkan veda mektubunu okumuş, okurken gözyaşlarını tutamamıştı.
GERÇEĞİN TRAJEDİSİ HER SAHNEYE SİNMİŞ
Lale Devri, Küstüm Çiçeği ve Kocamın Ailesi gibi dizilerle, Vay Arkadaş ve Çanakkale Yolun Sonu filmlerinde imzası bulunan Kemal Uzun, anlatım biçimi ve tekniği ile sinemadan ziyade TV formatına yakın bir işe imza atıyor. Olay örgüsünden diyaloglara, abartılı müzikten kimi eksik ve yapaylıklara kadar ciddi biçimde zaaflar barındıran filmde yer yer çok orijinal sahne ve deneyimlere de tanıklık ediyoruz. Görüntü ve sanat yönetiminde çaba belirgin biçimde öne çıkarken, özellikle kahvehane taranma sahnesi ile filmin final sahnesi oldukça çarpıcı. (Finaldeki mektup efekti yanlış tercih) Filmin en büyük artısı gerçek bir dramdan besleniyor olması. Pehlivanoğlu’nun akla ziyan sebeplerle idama sürüklendiği süreci zaaflarına rağmen duygulu biçimde beyazperdeye taşıyan film, olan biteni anne-baba gözünden yansıtmaya çalışıyor. Yönetmenin bazı doğru tercihleri, başrol performansları ve olayın yaşanmışlığı, seyirci üzerinde etki oluşturuyor. İdeolojik tutum ve yorumlardan uzak kalmaya çalışan yönetmen, politik filmlerin düştüğü bazı tuzaklardan da kurtulmayı başarıyor.
FİLMİN YILDIZI İPEK TUZCUOĞLU
Mustafa Pehlivanoğlu’nun annesi rolünde izlediğimiz İpek Tuzcuoğlu, başarılı oyunculuğuyla dikkat çekiyor. Tuzcuoğlu’nun özellikle final sahnesindeki duygulu performansı, hafızalara kazınacak türden. Gürkan Uygun, baba rolüyle beklentileri karşılarken, Mustafa Pehlivanoğlu’nu canlandıran Münir Can Cindoruk da rolünün hakkını vermek için çaba sarf etmiş.