İlk uzun metraj filmi 120’yi Murat Saraçoğlu ile beraber çeken Özhan Eren şimdi tek başına yönetmen koltuğunda. Aynı zamanda müzisyen, yazar, harita mühendisi, senarist ve yapımcı kimliğiyle de ön plana çıkan Eren’in Çanakkale mücadelesini konu alan filmi Son Mektup, 18 Mart günü vizyona giriyor. Tarihi filmler çekmeye devam edeceğini söyleyen Eren’le, yönetmenlik deneyimini, tarihe merakını ve filmleri üzerine keyifli ve dolu dolu bir röportaj yaptık.
Röportaj: Zehra Ayçiçek
Biz sizi müzisyen, harita mühendisi, yapımcı, yönetmen ve senaristlik gibi farklı özelliklerinizle tanıyoruz. Bundan sonraki kariyerinizde hangi yönünüzün ağır basmasını tercih edersiniz ve siz kendinizi en çok hangi yönünüzle tanımlıyorsunuz?
Memleket evladı, sıradan bir memleket evladıyım. Elim biraz müziğe, biraz sinemaya eriyor. Biraz kitap okuyorum ve yazıyorum. Sen necisin diye sorarlarsa ben aslında hikâye anlatıyorum. Türküyle, şarkıyla hikâye anlatıyorum; kitapla, filmle de anlatıyorum. Ben bu toprakların duygusunu çok önemsiyorum. Bunun aktarılması yönünde Allah’ın bana lütufta bulunduğuna inanıyorum, onu muhafaza etmeye çalışıyorum. Hep söylediğim bir söz var: ‘Ayağımı toprağımıza sağlam basmaya çalışıyorum.’ Diri durmaya, gönlümü kirletmemeye çalışıyorum ve gayret ettikçe Allah veriyor. Yoksa bunların hiçbiri kul işi değildir. Kul işi olsaydı ben her gün türküler yazardım, her sene çok güzel filmler yapardım. Bunlar nasiptir. Biz gayret ediyoruz Allah’ta lütfediyor.
Son Mektup ikinci yönetmenlik deneyiminiz. Fakat ilk defa yalnız çekiyorsunuz. Dümene tek başına oturmanızın artıları ve eksileri neler oldu?
Zor oldu. Fakat dünyanın neresine giderseniz gidin ciddi bir şey yapmaya çalıştığınız zaman zorluklar da peşinden gelir. Bu doğaldır; nimet, külfet dengesi vardır. Biz büyük bir nimetin peşindeyiz. Özellikle genç nesillere duygu anlamında, motivasyon anlamında, yaşadıkları toprakları hissetmeleri anlamında, inşallah bir bütün olarak proje tasarladık. Seneler süren bir şey. Oturduğum yerden yapayım, yorulmayayım diyeceğimiz şeyler değil. Çok yoruldum, çok gayret ettim. Böyle olmasıda gerekiyor zaten. Ciddi yapılan her işin tecrübesi kalır geriye. Japonların bir sözü vardır: ‘Zaferlerden az, yenilgilerden çok ders çıkartırız’ diye. Yenile yenile, noksanlarımızı göre göre yol alıyoruz. Bizim kültürün inandığım bir sözüdür: ‘Hatadır her dem kârımız’ der. Biz hata yaptıkça tabii ki ders almak şartıyla her zaman daha iyiye daha iyiye gidilir. Dünyanın her yerinde böyledir, bizde de böyledir. Yaptım, piştim, oldum hiçbir zaman öyle bir şey olmaz. Önemli olan her seferinde hatalarımızı görerek daha iyiye gitmektir.
Son Mektup filminin çekimleri ne kadar sürdü?
120 filminin 2008’de vizyonu bitince başladım ve o tarihten beri devam etti. Çünkü çok önemsediğim bir yapım. Bir kere konusu itibariyle Çanakkale Deniz Zaferi’ne odaklı ve tarihi alt yapısı olan bir filmdir. Mesuliyeti var bu işin. Dünyanın en büyük fedakârlık destanlarından birini anlatmaya cüret ediyorsunuz. O zaman vaktiniz ve naktiniz sonuna kadar tüketilmesi gerekiyorsa bunları göze alacaksınız. Ondan sonra da gayret bizden takdir Allah’tan deyip bekleyeceksiniz.
Tarihe yakınlığınızı ve tarihi konuları mesele edindiğinizi sıklıkla görmekteyiz. Sinemayı seçmenizi daha geniş kitlelere sesinizi duyurmak olarak yorumlayabilir miyiz?
Kesinlikle öyle. Bir numaralı sanattır sinema. Ve sanatı öyle ortaya güzellik olsun gibi görmüyorum. Çok kadim tartışmadır; sanat sanat için midir, toplum için midir? Bizim gibi yeni gelişmekte olan ülkelerde bir duyguyu, bir görgüyü aktarmada en temel vasıtalardan bir tanesidir, hatta ilkidir benim için. Ama benim için sinema yapmak amaç değildir araçtır, vasıtadır. Ben sinemacı değilim, ben müzisyen değilim. Mesela türkü de benim için amaca odaklıdır. Gönülde yer ediyorsa türkü türküdür.
İki filminizin de ortak teması aşk üzerine. Fakat sadece karşı cinse duyulan muhabbet değil, bu ülke için mücadele edenlerin vatan aşkını da öncelendiğini görüyoruz.
Evet, filmlerimde aşk yönü birinci sıradadır. Aşk deyince karşı cinsle olan muhabbeti anlıyoruz. Hâlbuki aşk vatandır, çocuklardır; karşı cinsle olan çok aşk değildir. Son Mektup’ta da vatan aşkı var. Filmi genel olarak tanımlarsam fedakâr bir neslin hikâyesidir. O da film konusu değildir. O zaman ne diyeceğiz? Bir şeylerden bahsettiğimiz zaman herkes de kendi meşrebine göre bir tarafını çekiyor. Biz sevda diyoruz. Demek ki burada büyük bir aşk var. Aşktan kastımız vatan, vatan dediğimiz de taş toprak değil üzerinde yaşayan insanlar, onların değerleri, görgüleri birbirlerine ilgileri, samimiyetleri, sevgileri. O varsa vatan vatandır, o yoksa toprak parçasına vatan demenin bir alemi yok.
Şimdiye kadar çekilen Çanakkale filmleri ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Çok fazla Çanakkale ile ilgili film çekildiğini düşünmüyorum, sayılı filmler var. Tarihi olarak da kayda değer filmlerimiz yok. Bilen için Çanakkale’den yüz tane film çıkar. Bin tane hikâyesi var. Çanakkale tek başına anlatılamaz. Anlatılan, bir yönü olacaktır.
Film çekmeye bu istikamette mi devam edeceksiniz yoksa farklı projelerde görebilecek miyiz sizi?
Benim alanım yakın tarih ve çekersem yine bu alanda devam edeceğim.