İnsanlar, göz açıp kapayıncaya kadar hayatlarının değişmesini dilerler. Eğer kişi, bir sabah uyandığında kendini bambaşka bir âlemde buluyorsa, bir peri masalının içindedir demektir. Gerçek hayatta işler, belli bir süreç içinde gelişir. Her şey birden toz pembe olamayacağı gibi “birden her şey b*ka da saramaz”.
Deniz Gamze Ergüven’in yazıp yönettiği 2015 yapımlı Mustang filmi, din ile kültürünü oluşturmuş Karadeniz’in ya da bütünüyle Anadolu’nun, yaşları yaklaşık 10 ile 17 arasında değişen yetim ve öksüz beş kız kardeş üzerinde “birden” yarattığı baskıyı ve kızların bu durumdan kurtulma çabalarını konu ediniyor. Kızların, önceki rahat hayatlarını bir günde hapishaneye çeviren kişi, filmdeki deyimiyle bok rengi kıyafetleri olan, tesettürlü bir komşudur. Muhafazakâr Anadolu’nun temsili olan bu kadın, filmde ortaya çıktığı anda baskı, kızların üzerine çöküyor. Kızların ebeveynleri ölmüştür. Bu sebepler onlar bir nevi otorite boşluğu veya tam bir özgürlük yaşamaktadırlar. Onların bakımını üstlenen akrabaları -amca ve babaanne- ise bu işi, makul bir korumacı yapıdan çıkartıp sistemli bir baskı mekanizmasına dönüştürüyorlar. Babaannenin biraz arabulucu olmasıyla beraber amca tam bir otoriteyi temsil ediyor. Fakat daha önce bahsettiğim olayların “bir anda” gelişme sorunu da amcayı, tek boyutlu bir villian karakter haline büründürüyor. “Madem amca bu kadar kötü, neden komşunun ispiyonuna kadar kızlar, rahat bir yaşam sürer?” sorusunun cevabına, film içinde rastlamak mümkün olmuyor. Amcanın evdeki otoritesi ile toplumun eril otoritesi arasında bir bağ kurulmaya çalışılıyor. Fakat oluşturulmak istenen zorunlu birliktelik uyuşmazlığa düşüyor. Çünkü kızların görücüye çıktığı çeşme sahnesi kaynak olarak ele alırsak, ataerkil toplumun göstergesi fallus imgeli cami minaresidir. Buna karşı, evdeki eril otoritenin göstergesi spor ve siyasetten ibaret olan televizyon ve otomatikman televizyonunun güç kaynağı olan yine fallus imgeli elektrik direğidir. Minare, kimsenin ulaşamayacağı yüce bir nesne iken elektrik direği bir kadın tarafından taşlanıyor. Ev otoritesi manipüle edilip hatta ona isyan edilirken, toplumun otoritesine böyle bir eylemde bulunulmuyor. Bu ikilikten ötürü seyircinin, ev ile toplum arasında kurulmuş olan analojiden otomatik olarak şüphe etmesi makul görünüyor. Çünkü toplumun ve evin erk kaynakları birbirinden farklı olarak sunuluyor. İkisinin de sert, ikisinin de erkek olması demek ikisinin de denk olması anlamına gelmemektedir. Bu ikilik, yönetmenin Fransa’da büyümüş bir Türk oluşunun bilinç dışı tezahürüdür. Zaten “Türkiye’ye dışarıdan bakan biri değilim; kültürel olarak Fransız hissediyorum ama hikâyelerim hep Türkiye hikâyeleri.”[1] diyen birinin, bu durumu kabullenmesi gerekiyor. Yönetmenin kendisi gibi, bir yere bağını tam olarak sağlayamayan film, genel yapısıyla da bu arada kalmışlık halini seyirciye hissettiriyor.
Mustang, temasını “toplumsal bir olaya” dayasa da filmin akışı, mantık ilkelerine aykırı bir yolda ilerliyor. Anlatıcı olan Lale’nin -beş kardeşin en küçüğü- filmin başındaki, “birden her şey değişti” söylemi bunun en net göstergesidir. Filmin, gerçeği genel bir bakış açısıyla anlatma fikri ile Lale’nin çocukluğunun getirisi olan, gerçeği masal sanma durumu iç içe giriyor. Burada,“The Virgin Suicide” filmini kısaca akla getirmekte fayda var. Film, birçok yönden Mustang’i etkilemiştir ama ben şu repliği sizinle paylaşmak istiyorum:”…gençlerin drama ile gerçeği ayrımsayamadığını belirtiyor.” Bu söz, filmdeki beş kız kardeşin en küçüğü olan Cecilia’nın intiharı sonrası televizyonda söylenen bir cümledir. Mustang’a dönecek olursak, paylaştığım replik ile ortaya attığım sorun, tabi ki de çocukların gerçek hayatta yaşadığı bu bilinçsizlik problem ile ilgili değil. Sorun, Lale’nin dünyasının, seyirci için müphem bir vaziyetten ibaret olması. Kız, gerçeğin içinde mi, masalda mı yoksa hakikaten “drama ile gerçeği” ayıramıyor mu? Diyelim ki Lale masalda. Örnek olarak da şu öğeleri sırlayalım:” Lale’nin, evdeyken eline aldığı sineklik sopası ile girdiği peri kızı havası. Onun kaçmasına yardım eden beyaz atlı prensin ya da kırmızı kamyonlu yakışıklı uzun saçlı gencin filmdeki yeri. Yine kızın, bu “prensin” yanına giderken giydiği kırmızı Dorothy pabuçlar.” Sadece bunları göz önüne alan seyirci, Lale’nin masalda olduğuna ikna olur. Fakat film, öteki varsayımları destekleyecek argümanları da bunlarla beraber sunuyor. Bilinçsizce oluşturulan belirsizlikler bize, ne masalın içine kapılma ne de toplumsal bir eleştiri yapabilme imkânı tanıyor. Kavranabilen bir bütünlüğün olmayışı seyirciyi, rahatsız bir kararsızlık halinin içine sokuyor. Karşılaşılan bunca belirsizlikten sonra şu sorunun akla gelmesi çok doğal,”Acaba film, Lale’nin yaşadığı belirsizliği mi belli etmeye çalışıyor?”. Fakat film içinde, bu iddiayı doğrulayan bir bütünlüğü de görmek pek mümkün değil. O yüzden bu yaklaşımı haklı kılan tüm yorumlar, kaçış politikalarından fazlası değildir. Anlatıcısının çocuk olduğu ve yine toplumsal olayların sosyal hayatta yarattığı otorite sorunu ile ilgilenen bir film, 2005 yılında Çağan Irmak’ın elinden çıktı, “Babam ve Oğlum”. Kimse Çağan Irmak’ı, toplumsal bir olayın içine masal soktuğu için eleştirmedi çünkü seyirci uzayında gerçeğin ve masalın ayrımı yapılıyordu. Mustang’de de temel sorun bu ayrımda yatıyor. Seyirci, ekrana baktığında ne izlediğini bilemiyor.
Mustang belki de, Türkiye sinemasının son dönemlerinde çokça rastladığımız politik olamayan politik içerikli ya da Comolli ve Narboni’nin 1969’da yazdıkları “Sinema/İdeoloji/Politik” adlı makalenin bir yorumuyla, biçimsel konvansiyonlara karşı gelmeyen yüzeysel politik filmlerden[2] ayrı durmaya çalışıyor olabilir. Eğer bu tavırda ise yine çuvallıyor. Çünkü ne topluma dair bir durum tespitinde bulunabiliyor ne de var olana karşı bir önerme sunabiliyor. Hatta kadının, özgürlük yolunu erkeğe bağlayarak kendi topuğuna sıkmış oluyor. Gerçek hayatta, ailesi tarafından evlendirilmek istenen herhangi bir genç kızın önündeki tüm alternatifler, film boyunca karakterlerin başına geliyor: İstediği kişi ile evlenen kız, zorla evlendirilen kız, intihar eden kız, evlilikten kaçan kızlar. Hiçbirinin, ileriki hayatlarına dair bir malumata sahip olmasak da “özgürlüğe kaçan” kızların isteklerine kavuştukları açıktır. Fakat kaçan kızlara yardım eden kişi erkektir hatta bir “prens”tir. Varılması arzulanan modern yaşamdaki modern öğretmen kadın, yine erkeğin kontrolü altında yaşıyor. O zaman nerede kaldı kadının toplumdaki kendi kimliği? Film bu pencereden bakıldığından tamamıyla karamsar biz düzlemde de okunabiliyor. Alın size bir ikilik daha. Güneşin doğumuyla umudu sembolize eden bir İstanbul görüntüsüne mi inanalım yoksa o büyük şehre kaçışın sadece bir Amerikan rüyası olduğuna mı? Amerikan rüyası demişken, Mustang, Oscar’a aday ilk Türk filmi sıfatıyla sinema tarihimizin içine giriyor. Her ne kadar yabancı dil dalında yarışan film Fransa’nın adayı da olsa ki yönetmenin ilk tercihi Türkiye idi, filmin görünen yüzünde hep Türkler bulunuyor. Son of Saul gibi birçok kişinin beğenisini kazanan filmle baş etmesi zor görünse de sinema ödüllerinin zaman zaman politik okşayışlar yaptığı kabul edilen bir gerçektir. Bu sebeple “Karadenizli Mustanglere” gelmesi muhtemel bir ödülle şaşkınlığa kapılmamak gerekir. Neticede kafası karışık bir filmin, Oscar jürisinin de kafasını karıştırmayacağını kim iddia edebilir?
Filmler söylemlerini her zaman net beyanlar ile ifade etmek zorunda değillerdir. Seyircinin de etkin olmasını isterler. Birçoklarına göre “art house sinema” bunu gerektirir. Fakat seyirciyi etkin kılma ile filmi tamamlayamama arasında büyük fark vardır. Seyirci, kendisine verilen argümanlardan böyle iki zıt yorum çıkarabiliyorsa bu durumun, film için kusur arz ettiğini söylemekte bir beis görmüyorum. Bu ikiliğin, bir kültür kaynaşması olduğunu belirten yorumlar ise festivallere oynayan oryantalist tavrın şakşakçılarıdır. Buna karşın “Yönetmen buralı olmadığından Anadolu’yu yanlış okumuş.” yorumunda bulunmanın da âlemi yok. Çünkü yönetmen bize toplumsal bir olayı değil, bir masalı anlatıyor. Bırakın Anadolu’nun incelemesini yapmayı, daha herhangi bir olay silsilesinin doğru gelişimi görülemiyor filmde. Kafası karışık mustang atların özgür bayırlar diye Amerikan rüyasına koşturdukları bir masal, burada sona erdi. Onlar, muratlarına erdi sandılar. O halde bize de, kerevetine çıkmak düşer.
Yazar: Ahmet Toğaç
[1] http://www.radikal.com.tr/kultur/fransanin-yeni-turk-yildizi-deniz-gamze-erguven-1440357/
[2] Sinema Teorisine Giriş – Robert Stam. İng. Çev: Selda Salman & Aytekin Asatekin, Ayrıntı Yayınları, 2014