Bir Kral Üç Hikâye

Jim Jarmusch’un o sinir bozucu kayıtsızlıkla ilerleyip kelimeler arasına itina ile serpiştirilen mizah öğeleri ile birlikte tekerleklerini daha da keyifle döndüren filmlerinden “Gizem Treni” (Mystery Train), 29 yıl aradan sonra ülkemiz sinemalarında yeniden vizyona girdi. Farklı ırklardan ve renklerden oluşan insanların suretlerden arındırılmış olarak aynı hikayenin etrafında dönmesi ile üç parça halinde ilerliyor film.

İlk bölümde Memphis’e gelen Japonlar var. Biri Elvis Presley, diğeri Carl Perkins hayranı olan turistlerin o “gizem” dolu trenden inmeleri ile başlayan çatışmaları, (her ne kadar sona doğru yaklaşılmış olunsa da) dönemin iki kutup halinde yaşayan dünyasının bir prototipi tadında. Jun, Japonya’ya asla laf söyletmeyen ve Amerikan rüyası karşısında istifini hiç bozmayan istikrarlı bir ciddiyete sahipken kız arkadaşı Mitzuko Amerika’da olmaktan gayet mutludur. Jun mutlu olduğunu söylese de Mitzuko yüzünün gülmesi adına Jun için elinden geleni yapar. Bu ayrılık, Elvis Presley ve Carl Perkins hayranlığı konusunda da kendini gösterir.

İkinci bölümde Roma’dan tatil için birlikte geldiği eşini kaybeden İtalyan Luisa var. Eşinin mezar işlemleri için bir müddet daha Memphis’te kalan Luisa o gece pek çok farklı hayatla karşılaşır. Gittiği bir gazete bayiinde ihtiyacından çok daha fazlasını satan dükkan sahibi, Elvis Presley’nin hayalet kılığında sokaklarda dolaştığı bir hikaye anlatan gizemli adam ve otelde aynı odayı paylaşıp tüm masrafları Luisa’ya ödeten kadın, hepsi kapitalizmin para emen birer unsuru olarak Luisa’yı bulmuştur. Neredeyse tüm varlığı Elvis olan bir kentin yine Elvis odaklı yaşamı Luisa’nın bilinçaltına öylesine yerleşir ki gece Elvis’in hayaletini görür.

Üçüncü bölümde ise ikinci bölümün kahramaı Luisa ile gece aynı otel odasını paylaşan Dee Dee ile ayrılan ve aynı gün işini de kaybeden Johnny var. Bu iki yıkım haberi ile birlikte iyiden iyiye çöküş yaşayan Johnny’yi sakinleştirmek için arkadaşı Will ve kayınbiraderi Charlie gelir. Beraber gittikleri içki dükkanının sahibi ırkçı sözler söyledikten sonra Johnny tarafından vurulur. Basit bir teselli için birlikte olan üç adam bir anda katil olur ve gece boyunca saklanacak yer arayıp dururlar. Filmin aksiyonu en bol olan bu bölümde İngiliz olan Johnny’nin kendini Elvis’e benzeten giyimi kuşamı, beyazlar ve siyahlar arasındaki ırkçı giydirmeler ve kendi halinde bir berber olan Charlie’nin tüm bu akış içerisindeki talihsiz mevcudiyeti, ağlanacak hale gülmek adına çatışması bol bir uyumla iç içe girer. Her üç bölümün ortak noktası olan silah sesi, Charlie’nin talihsizliğinin zirve noktası olarak da görülebilir.

Memphis’in terk edilmiş opera ve sinema salonları, bomboş sokakları ve zamanın belirli bir kesitinde dondurulmuş yaşamları tam bir boşvermişlik sembolü. Bununla birlikte tüm bu olayların merkezinde yer alan otelin resepsiyonistinin tüm bu kayıtsızlığa karşı o kıpkırmızı takım elbisesi ile direnmesi ve bakımsız oda görevlisine verdiği nasihatler bir umut ışığı olarak da görülebilir ya da saman alevi olarak da.

Bildiğimiz Jim Jarmusch, bildiğimiz bir filmi ile geldi. Finalde tüm kahramanları süpürüp giden o tren ne kadar “gizemli” bilinmez. Lakin kayıtsız mizahın önde gelen örneği olan film gizemini hala koruyor.

1986 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli film atölyeleri ve akademi çalışmalarına katıldı. Çeşitli kurumsal firmalarda sürdürdüğü profesyonel iş yaşantısı ile birlikte 2012 yılından bu yana Film Arası Dergisi’nde film kritikleri ve çeşitli sinemasal araştırmalar yazmaktadır. Aralık 2013 döneminden itibaren derginin Yayın Kurulu Üyesi’dir. İngilizce bilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir