Eyüp Belediyesi ve Film Arası Dergisi’nin düzenlediği İrfan Sineması programının konuğu belgeselci ve yazar Akif Emre’ydi.
Yazar Cihan Aktaş ve Film Arası Dergisi Yayın Yönetmeni Suat Köçer’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen İrfan Sineması programında Akif Emre ile belgesel sinema üzerine keyifli ve dolu dolu bir söyleşi gerçekleştirildi. Caferpaşa Medresesi Kültür Merkezi’nde düzenlenen programa yoğun bir ilgi vardı. Program Akif Emre’nin Osmanlı şehirleri belgesel serisini oluşturan Mostar, Filibe, Kudüs, Saraybosna, Üsküp ve Selanik şehirlerini ele alan belgesellerinden yapılan bir kolajın gösterimiyle başladı. Gösterimin ardından moderatörlerin ve katılımcıların yönelttiği sorular üzerinden Akif Emre hem belgesellerinin yapım süreçleri hem de belgesel sinema kuramı hakkında görüşlerini aktardı.
Emre, uzun süre önce çekmiş olduğu Osmanlı şehir belgesel serisinden görüntüleri izledikten sonra belgeselin toplumsal hafıza ile olan ilişkisinin önemini bir kez daha fark ettiğini ifade etti. Öncelikle belgeselin yapım sürecinden bahseden Emre, belgeselin de kurmaca bir gibi kendine göre bir iç macerası olduğunu, belgesel çekim sürecinde planlananın dışında keşfe açık bir alan olduğunu belirtti. Belgeselin çekim aşaması öncesinde belgesele konu olan şehir üzerine çok uzun süren, yoğun okumalar yaptığını söyleyen Emre, çekim süreci boyunca elinde mutlaka çok ayrıntılı bir harita bulunduğuna vurgu yaptı. Çocukluğundan bu yana haritalara, keşfetmeye çok açık bir yapısı olduğunu söylerken, bu ilgisinin bir anlamda ilerleyen yıllarda tutkuya dönüşerek belgesellerin ortaya çıkmasına temel oluşturduğunu düşündüğünü söyledi.
Toplam altı bölümden oluşan Osmanlı şehirleri serisinin kimi aksaklıklar yüzünden devam edemediğini, eğer fırsatı olsa planlamasında Trablus, Rodos gibi Osmanlı şehirlerinin de bulunduğunu belirtti. Osmanlı şehir serisiyle özellikle Anadolu insanının Balkanlarla ilişkisini güçlendirmeyi amaçladığını söylerken, kendisi için de tanımak istediği kültür ve coğrafyaları keşfetmek için önemli bir araç olduğunu vurguladı. Seri içerisinde en fazla Kudüs’teki çekimlerde zorlandıklarını ifade ederken, Ramazan ayında çekim yapmayı bilinçli bir şekilde tercih ettiklerini söyledi. Zaten belgeselden de gördüğümüz kadarıyla çok ihtişamlı ve etkileyici ibadet görüntülerinin olduğu Kudüs bölümü, İsrail güvenlik güçlerinin fazlasıyla zorluk çıkarmaları nedeniyle birçok aksaklığın yaşandığı bir çekim sürecine sahne olmuş.
Belgesel çekim sürecinde göstergebilim bilgisinin çok faydasını gördüğünü söyleyen Emre, yönetmenin set ekibiyle uyumunun çok önemli olduğunu özellikle vurguladı. Ortak bir dil oluşturabildiği ve hızlı bir şekilde anlaşabildiği set ekibinin özellikle belgesel gibi anlık gelişmelere, tekrarın ol(a)madığı durumlara çok açık bir alanda öneminin arttığını belirtti. Günümüz belgesel dünyasında içerikleri bazen tartışmalı olsa da teknik düzeyin çok yükseldiğini ve iyi bir belgesel için bunun artık bir şart olduğunu ifade ederken, çoğu zaman yeteri kadar üzerinde durulmayan müzik kullanımının ve tercihinin konu ve görüntü kadar önem arz ettiği tespitinde bulundu. Yönetmenin kesinlikle en temel görüntü gramerini bilmesi yanında kullanabilmesinin de gerektiğini belirtti.
Belgeselin her ne kadar yapısı nedeniyle daha gerçekçi olduğu düşünülse dahi, sonuçta bir kurgu sürecinden geçtiğini ve objektif olmadığını ifade etti. Belgeselin üç alanın kesiştiği bir yer olduğunu, bu alanların enformasyon, medya ve sinema olduğunu belirtirken bu alan içerisinde de en tehlikeli kısmın gerçeklik iddiası olduğunu söyledi. Yönetmenin kameraya aldığı görüntü tercihinin aynı zamanda kadraj dışı bıraktığı birçok gerçekliği dışlaması olarak yorumlanabileceğini ifade etti.Bunun beraberinde ahlaki bir sorumluluk da getirdiğini vurguladı. Mahremiyet, kişinin hakları gibi meseleler düşünüldüğünde görüntü ne kadar çarpıcı olursa olsun yayınlanmasının önemli bir seçim meselesi olduğunu söylerken, her görüntünün yayınlanma şartının olmaması gerektiğini vurguladı. Bazı durumlarda afişe etmenin durumu meşrulaştırabileceğine dikkat çekerken, gazeteci merakının, belgeselci iştahının dehşet bir şey yakalamış olmanın hazzıyla ahlaki olarak sorgulamaksızın görüntüleri seçtiğinde ortaya profesyonel açıdan başarılı ama ahlaki açıdan başarısız işler çıkabileceği tespitini yaptı. Belgeselde salt estetik kaygıyla düşünmenin önemli ahlaki sorunlar barındırabileceğini ifade etti. Ayrıca seyircinin kamera arkasındaki kişiye güvenmesi gerektiğini söyledi.
Özellikle Batı dünyası tarafından gerçekleştirilen Doğu üzerine belgesellerde yönetmenlerin görüntü tercihlerinin Oryantalist etkiler taşıdığını söylerken, Batılıların “kendi görmek istedikleri” Doğu’yu görselleştirdikleri tespitlerini yaptı.
Son olarak önümüzdeki yıllarda toplumda adı sanı çok duyulmamış, fakat çok değerli, kilometre taşı isimlerin hikâyelerini belgeselleştirmek istediğini söyledi. Bu proje üzerine yavaş yavaş veriler toplamaya başladığını belirtirken, projenin Türkiye için de önemli bir toplumsal hafıza işlevi göreceğini düşündüğünü ifade etti.