İçimizdeki Düşman, orta-üst sınıftan bir ailenin gece evlerine giren hırsızlar tarafından maruz kaldıkları hırsızlık ve tecavüz olayının ardından yaşadıklarını anlatan bir film.
İstanbul Film Festivali’nde gösterilen, Yorgos Tsemberopoulos’un yönettiği İçimizdeki Düşman (O Ehthros Mou, 2013), festivalde gösterilen diğer bir Yunan filmi Eylül’de (September, 2013) işlendiği gibi Yunanistan’ın ekonomik kriz sonrası değişen ve bozulmaya başlayan toplumsal yapısına sert ve eleştirel bir dille dikkat çekmeye çalışıyor. Film, ailede erkeğin konumlanışı ve toplum tarafından kendine yüklenilen görevler, eski-yeni dünya, adalet gibi konular üzerine tartışma yaratma potansiyeli taşıyan düşünceleri ana akım sinemaya yakın bir sinema diliyle perdede yansıtıyor.
Yönetmen, öncelikle filme konu olan ailenin günlük yaşamına ve ekonomik statüsüne ilişkin ayrıntılarla aile hakkında genel bir çerçeve çiziyor. Toplumsal olarak orta-üst sınıfı temsil ettiğini söyleyebileceğimiz ailenin mutlu ve özgürlüklerin öne çıkarıldığı bir yaşamı olduğunu görebiliyoruz. Dışarıdan bakıldığında uyumlu ve sorunu olmayan, esnaf ve hali vakti yerinde aile babası ve ebeveyn-çocuk ilişkisinin imrenilesi halleri mutlu bir aile tablosunu ortaya koyuyor.
Ailenin başına gelen hırsızlık ve tecavüz vakası mutlu tabloda büyük çaplı çatlaklara yol açıyor. Olay sonrasında ailenin hesaplaşma süreci Haneke’nin filmografisi boyunca uğraştığı orta-üst sınıfın konformizmine saldırı sertliğinde olmasa da bireylerin tercihlerindeki bencillik, erkeğin toplum içerisinde konumlandırılışı ve ailenin çözülüşü gibi hususlarda etkileyici sözler sarf edebiliyor.
Bu noktada hem ailenin olay karşısındaki tutumu ve babaya biçilen rol hem de babanın bu baskı sonucu vereceği tepki yönetmenin yaptığı tercihlerle ilginç hale gelebiliyor. Ayrıca askeriyeden kovulmuş, daha önceden başına benzer bir hırsızlık olayı gelmiş, toplumdan izole bir hayat süren ve ırkçılığa varan bir öfkeye sahip karşı komşu Sotiris ile Kostas’ın iletişimi de filme ayrı bir boyut kazandırıyor. Komşu karakterinin antitezi diyebileceğimiz Kostas’ın arkadaşı Achilleas’ın hikâyede sağduyuyu temsil eden pozisyonu da Kostas’ın karar verme mekanizmasında önemli bir yer teşkil ediyor. Filmde Sotiris’in Kostas’la kurduğu ilişkide hırsızlık vakası kadar olayı gerçekleştirdiği düşünülen azınlık gruplara yaptığı ırkçı ve tahammülsüz tavrın da etkisi önemli paya sahip. Yönetmenin altını kalın şekilde çizmediği fakat hikâyede önemli bir yan unsur olarak gözüken “azınlıkların ülkedeki varlığının sorgulanması, suçla ilişkilendirilmeleri, toplumsal yapının sağlına tehdit olarak imlenmeleri” hususları ülkenin güncel gündemine de yapılan bir vurgu olarak okunabilir. Bu noktada yönetmenin tarafını ırkçılıktan-azınlık düşmanlığından yana belirlemediği kesin bir dille söylenebilecekken, ülkenin içinde bulunduğu sosyoekonomik sürecin fotoğrafını çekmeye çalıştığı yorumları yapılabilir.
Kostas ve Achilleas’in olay öncesinde ve sonrasında yaptıkları sohbetlerin baş konusu olan ülkenin gidişatındaki olumsuza doğru kayan tablo, bir zamanlar ülkesinin geleceği için ‘devrimci’ olmuş Kostas’ın ülkenin geldiği noktadaki ekonomik ve sosyal bozulmuşluk karşısındaki üzüntüsünün kaynağını oluşturuyor. Filmin ilk bölümünde Kostas ve Achilleas’in nostaljiye dair konuşmaları ekonomik durumları iyi olan iki arkadaşın üst perdeden romantik dertlenmeleri olarak yorumlanmaya müsaitken, olay sonrasında Kostas ve Achilleas’ın aldıkları tavır farklılıkları sebebiyle fikirler de ayrışmaya başlıyor. Kızının uğradığı tecavüzün toplum tarafından öğrenilmemesi için polise olaydan bahsetmeyen Kostas’ın tutumu ilk başta kızının ruh sağlığını önemsediğine dair olumlu bir kararmış gibi gözükse de, madalyonun diğer tarafında ailenin toplum tarafından yaftalanma tehlikesinin bertaraf edilme hesaplılığının olduğu ihtimaller arasına dâhil edebilir. Bir anlamda Kostas ‘hukuk sistemi-psikolojik etkilenme-sosyal imaj’ üçgenin içerisinde sıkışıp, çözümü hayat felsefesinin en zıt yönüne kayarak aramaya başlıyor. Ve hayatının iplerinin gitgide elinden kaydığı gözlemlenebiliyor.
Kostas’ın hem aile içinde uğradığı hem kayınpederi tarafından maruz kaldığı baskı sonucu hem de komşusu Sotiris’in kışkırtmalarıyla adaleti kendi elleriyle sağlama yoluna gitmesi Achilleas ile hep taraf oldukları medeni tutumu da terk etmesine neden oluyor. Yönetmen, Kostas karakteri üzerinden kişisel veya ailesel çıkarlar söz konusu olduğunda bireyin ‘kendi yarattığı nedensellikler’ üzerinden medeniyetten ve kanundan uzak yolları meşru hale getirmeye çalıştığını örnekliyor. Bu süreci ele alırken Kostas’ın topluma yansıttığı karakterinin ‘dış, etiket’ tarafının zayıf noktalarını keşfi ve onların denetimi altına girme aşamalarını, karakterin yaşadığı tedirginlik ve korku duygularıyla ve vicdan çatışmalarıyla yoğun bir şekilde işlemesi, Kostas’ın gerçekçiliğini destekleyen unsurlar oluyor.
Ayrıca tehlikeden uzak, rahat hayatlarının olaydan sonra hep tehdit altında olacağı düşüncesi ve baba olarak ailesini koruma görevinin kendisine atfedilmesi, aile üyelerine nazaran Kostas’ın paniğinin ve korkusunun daha da çok artmasına neden oluyor. Korkusunun evin sınırlarını aşıp tüm hayatını ele geçirdiğine tanık olduğumuz Kostas’ın isteğiyle ihtiyat amaçlı evi terk edip yıllardır ayak basmadığı köyüne gitmeleri (sığınmaları) ise eve atfedilen değeri de, kentin tekinsizliğine yapılan vurguyu da, öze ve eskiye karşı özlem ve arayışı da göstermesi açısından manidar ve etkin bir tercih.
Kostas’ın yaşadığı psikolojik yıkım ve savunma mekanizmasındaki gelişmelere karşın olaydan çok fazla etkilenmesi muhtemel olan çocukların gayet rahat biçimde normal hayatlarına devam etmelerinin, filmin karakter yapılanmasındaki büyük bir zaaf olarak hikâyeyi zayıflattığı söylenebilir. Hele ki tecavüze uğrayan kızı için endişelenen babanın tutumuna karşın kızının duruma tepkisinin ilk cinsel deneyimini olaydan önce yaşadığını söyleyip meseleyi kapatmaya çalışması maalesef bakire olmayan kişilerin tecavüze uğramalarının normalleştirilmesi gibi talihsiz ve kadını değersizleştiren/nesneleştiren bir bakış açısını yansıtıyor. Yönetmen özellikle genç neslin etraflarında olup bitenlerle ilgili olarak takındıkları sorumsuz tavırlarına ve almaktan kaçındıkları sorumluluklara eleştirel bir açıdan yaklaşıyor olsa bile, sadece dramatik manada yüzeysel birkaç tepki dışında aksiyon gösteremeyen karakterler ve cinsiyetçi mesajlarla amacının çok uzağına düşüyor.
Tsemberopoulos, son kertede adalet konusunda yanlış noktalara gitme tehlikesi taşıyan hikâyesinin finalinde kanundan yana tavır alıyor. Aynı zamanda babanın erk(ek) olarak kendisinden beklenen ailesini her türlü tehlikeye karşı koruma ve her türlü çözüm üretebilme yetkinliği/baskısı karşısında yaptığı zoraki tercihten sonra yine ailesi tarafından yalnız bırakılması da aile açısından ikiyüzlü bir çıkmazı ortaya koyuyor. Aslında aile bireylerinin olay karşısında takındıkları savunma tercihlerinin ve çözüm önerilerinin belirsiz oluşu senaryonun da derinlik boyutunu sığlaştıran bir ayrıntı oluyor. Yönetmenin gelip dayandığı nokta baba figürünün aile içerisindeki yalnızlığı ve kendisine yüklenilen sorumluluklarının altında savrulması oluyor. Aynı zamanda hayatı boyunca inşa ettiği kültürel/ahlaki donanımına aykırı davranmanın verdiği suçluluk/yetersizlik duyguları karşısında çok derinden, kişiliğini parçalıyıcı bir varoluş sancısı yaşıyor.
Hele ki son sahnede vicdanının zulmü altında paramparça olan ruhunun ve çökmüş bedeninin toplum içerisindeki yalnızlığını güçlü bir şekilde vurgulayan; hayatın aktığı şehir içinde, canı çekilmiş, hayatı bir anlamda duran Kostas’ın kendinden uzaklaşan kameranın (ailesinin, arkadaşlarının, toplumun) etkisiyle gitgide küçülen görüntüsü, seyirci olarak bizleri de çok önemli ve ‘güncel insani’ sorularla baş başa bırakmayı başarabiliyor. Manolis Mavromatakis’in (Kostas) ölçülü, soğukkanlı ve mesafeli oyunculuğunun da bu tabloya anlam yaratma anlamında en önemli katkıyı yaptığı rahatlıkla söylenebilir.