“Baskı Gördüğümüz İçin Baskı Uyguluyoruz”

Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 95. haftasından herkese merhaba. Yazın sıcaklığını iyiden iyiye hissettiğimiz şu günlerde bu haftanın röportaj konuğu da hikayesi yaz mevsiminde geçen bir kısa filme imza atan Sis Gürdal. Pek çok duyguyu beraberinde getiren yaz mevsiminin deli dolu enerjisini hissettiğimiz yönetmenin kısası Yazın Sonu, ilk yaz aşkını tecrübe ederken ailesinin baskısını hisseden ve özgür ruhlu kuzeninin gelmesiyle hayatının iyice karıştığı 17 yaşındaki Ada’yı merkezine alıyor.

Filmin yönetmeni Sis Gürdal ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.

Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.

Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Sis Gürdal’ı bize nasıl anlatırsınız?

1994 doğumluyum. Küçüklüğümden beri filme ve görsel sanatlara büyük bir ilgim var. Üniversiteyi King’s College London’da okudum. Mezun olduktan sonra Londra’da reklamcılık sektöründe yapımcı olarak çalışmaya başladım. 2019’da New York’a taşındım ve orada yapımcı olarak çalışmaya devam ettim. Aynı zamanda deneysel kısa filmlerin yönetmenliğini yapmaya başladım. İlk deneysel kısa filmimi 2020’de New York’ta çektim. Sonrasında kurmaca filmler üzerinde çalışmaya başladım.

Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?

Bu film bir pandemi projesi aslında. 2021 yılının şubat ayında senaryoyu yazmaya başladım. Hazırlık sürecini Zoom üzerinden prova ve toplantı yaparak uzaktan ilerlettik. Haziran ayında dört günde çekimleri tamamladık. Post-prodüksiyon sürecine ağustos ayında Fransa’da başladık. Bu süreç 2022’nin mart ayında tamamlandı.

Ayrıntılara geçmeden hikayenin nasıl oluştuğundan bahsedelim dilerseniz. Kurgusal yönü mü daha ağır basıyor yoksa tanık olduğunuz bir olay/durum mu Yazın Sonu’nun temellerini attı?

Toplumumuzdaki kadın ilişkilerinin iç ve dış baskılardan nasıl etkilendiğini gösteren kurgusal bir hikaye yazmak istedim. Genç yaşlarımızda bu baskının psikolojimizde ve kişisel gelişimimizde etkisi büyük olduğu için ana karakteri 17 yaşında bir genç kız yaptım. Bu hikayeyi yazarken benim en çok odaklandığım nokta tanık olunan olaylardan çok, bu olayların ana karakteri ne yönde değiştirdiğiydi. Yani, karakterin içinde yaşanan çatışmayı hikayenin ön planında göstermekti.

Filminizin künyesine baktığımızda oyuncular dışında önemli bir bölümünün yabancı ekip üyelerinden oluştuğu göze çarpıyor. Keza filmin ortaklarından biri de Fransız Kültür Bakanlığı’na bağlı olan ve sinemayla görsel-işitsel sanatların üretiminde son derece önemli bir rol oynayan CNC. Yurt dışı kaynaklarla ortak bir proje üretmenin hangi aşamaları içerdiğini ve nasıl ilerlediğini merak eden genç yönetmenler için anlatabilir misiniz?

Yurt dışındaki fon başvuruları için Fransa’yı seçmemizin sebebi, Fransa’nın kısa film sektöründe Avrupa dışından gelen projeler için fon başvurularına açık olması. Ülkeye göre bu kurallar değişiyor. Başvurular için Fransız bir yapımcı şirketi ile çalışmamız gerekliydi. Fransız yapımcımız Laure Dahout bu süreçte bize çok destek oldu. Yurt dışından alınan fonlarda koşullara dikkat etmek önemli oluyor. Örneğin bizim aldığımız fonun koşullarından birisi, destek miktarının belirli bir kısmının Fransa’da harcanmasıydı. Bu sebeple post-prodüksiyon sürecini Fransa’da tamamladık. Yurt dışında fon başvurusu yapmak isteyenlerin fon koşullarını başvurmadan incelemesini ve yapım sürecini bu şekilde planlamasını öneririm.

Filmin merkezinde hayata ve onun gerçeklerine dair henüz çok fazla tecrübesi olmayan 17 yaşındaki Ada bulunuyor. Karakterin yaratım süreci ve hikaye içindeki konumlandırması sanırım senaryo yazımında üzerine en çok düşündüğünüz kısım oldu. Bu çatıyı kurarken o yaşlarda kendi yaşadıklarınızdan da etkilendiniz mi?

Evet, karakter üzerinde çok çalıştım. Kurgusal bir hikaye yazarken ana karakterin kim olduğu, ne istediği ve neye ihtiyacı olduğu gibi soruları belirleyerek yazım sürecine başlıyorum. Bu soruları cevapladıktan sonra hikayenin nereye gideceği ve karakterimin hikaye başlarken ve biterken nerede olacağını görebiliyorum. Yazım süreci sonrasında, oyuncumuz Leyla Huysal ile karakter üzerinde kapsamlı bir şekilde çalıştık. Birlikte Ada karakteri hakkında yeni şeyler ortaya çıkardık.

İlk yaz aşkını tecrübe eden Ada, bir yandan da ailesinin baskısını yakınen hissediyor. Annesinin kendisini sorumsuz olmayla itham etmesi ise ister istemez Ada üzerine suçluluk duygusu yaratıyor. İçinde bulunduğumuz aile ve çevrenin bizi genç yaşımızda belli konularda sınırlamasına dair düşünceleriniz neler?

Dışarıdan gelen baskıları içselleştirmek ve fark etmediğimiz şekillerde kişiliğimizi etkilemesi hepimizin tecrübe ettiği bir döngü. Baskı gördüğümüz için baskı uyguluyoruz. İnsanların kendi tecrübelerini edinmelerine yer vermeden onları koruma çerçevesi içinde sıkıyoruz. Özellikle genç kızları bu şekilde sınırlamak kültürümüzün bir parçası olmuş durumda. Bu durumun farkındayız zaten ama bu konunun üzerinde durarak genç kızlara ve kadınlara olabildiğimiz kadar destek olmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Ada’nın özgür ruhlu kuzeninin gelmesiyle filmin yönü de başka bir yöne kayıyor. Kuzeni adeta onun için içinde bulunduğu tutsaklıktan çıkış yolu oluyor fakat aynı zamanda da bir başka hayal kırıklığının temelini atıyor. İkili arasındaki bu ilişkinin yaratımı ve hikayedeki gelişimi nasıl kurguladınız?

Ada dıştan gelen baskıları tamamen içsellerştirmiş bir karakter. Başkalarını korumak için kendini ezdirmeye yatkın birisi. Mira ise onun tam tersi. Özgürlüğünden ödün vermemek için kişisel ilişkilerini riske atabiliyor ve bencil davranabiliyor. Zıtlıklarla dolu bu ilişkininin hikayedeki değişimi, aileden ve toplumdan gelen baskılarla birlikte oluşan kadın düşmanlığının psikolojisini anlatıyor. Toplumsal kurallar olarak uygulanan baskıya boyun eğmeyen kadınları ötekileştirme eğilimi kadınlarda da oluşuyor. Her iki karakterin haklı ve haksız olması bu açıdan çok önemliydi. Siyah beyaz olmayan durumlar yaratmaya çalıştık. Filmi izleyen ve sadece Mira’yı suçlu bulan seyirci oluyor. Bu filmle kırmaya çalıştığımız yaklaşım da bu aslında.

Filmde dikkat çeken noktalardan biri de belli noktalarda gördüğümüz çeşme. İlk anlarda kendisinden akan bir damlayla başlayan, hikayenin coşkusunun artmasıyla adeta gürül gürül akan ve Ada’nın bir noktada kapatıp daha sonra yeniden açmasıyla o ritme çok anlamlı bir şekilde ayak uyduruyor. Hikayenin içine konumlanan bu çeşmeyi de konuşmadan geçmeyelim dilerseniz.

Çeşmeyi kurguda görsel bir motif olarak kullandık. Ada’nın içine kapandığı ve kendini ifade edemediği anlarda çeşmeyi kapalı görüyoruz. Özgür hissettiği anlarda ise bu çeşme açık olarak görünüyor. Filmin sonunda Ada çeşmede yüzünü yıkıyor. Bu sahne Ada’da olan bir değişimi gösteriyor. Kendisini yeni bir şekilde ifade etmeyi seçiyor.

Yazın Sonu; aşk, arkadaşlık, samimiyet, hayal kırıklığı ve ihanet gibi pek çok kavramı barındıran bir gençlik filmi ve şahsi kanatimce uzun metraj olmaya da gayet uygun bir yapısı mevcut. Benzer bir hikayeyi kariyerinizin ilerleyen yıllarında uzun metraj olarak da kurgulamak ister misiniz?

Evet, filmin konusu uzun metraj formatına müsait. Şansımız olursa isterim.

Filmin finaline Ada’nın yüzündeki mimikler yaşamış olduğu duygusal karmaşa ve içindeki kopan o fırtınanın da adeta dışa vurmuş hali. Başrolünüz Leyla Huysal ile çalışmanız ve oyuncu yönetiminde dikkat ettiğiniz noktalar ne oldu? Kendisine nasıl bir alan yarattınız?

Leyla (Ada) ve Lamia (Mira) ile birlikte uzun bir prova sürecimiz oldu. Karakter geliştirme üzerine çalışmalar yaptık. Bir yönetmen olarak doğru oyuncuyu bulmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Doğru oyuncuyu bulunca da ona güvenmeniz gerekiyor. Leyla filmin bu sahnesinde Ada karakterinin ne yaşadığını çok iyi biliyordu. Benim görevim, çekim öncesinde Leyla için güvenli bir alan yaratarak buraya ulaşmasına yardımcı olmaktı

Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?

Yaptığımız her proje ile gelişiyoruz. Bu sebeple her proje bir diğeri için bir sıçrama tahtası oluyor. Fakat kısa film başlı başına bir form. Her hikaye uzuna müsait olmuyor. Her sinemacının illa uzun çekmesi gerekmiyor.

Önemli olan kısa filmlerin destek alabilmesi. Maalesef ülkemizde kısalar çok zor koşullarda yapılıyor. Çok az destek sağlanıyor. Yeni yeteneklerin sektöre girebilmelerini kolaylaştırmak, kısa veya uzun olarak ayırmadan desteklemek gerektiğini düşünüyorum.

İlerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız başka projeler varsa ufak tüyolar alabilir miyiz?

Şu an bir uzun metraj projemin yazım aşamasındayım. Heyecanlıyım. Uzun bir sürecin başındayız.

PAYLAŞ

1996'da doğdu. Üniversite için geldiği İstanbul'da kültür sanat sarhoşu olduktan sonra hayatı tamamıyla değişti. Gerçek sinemayla tanışması 2015 yılında İstanbul Film Festivali ile gerçekleşti. Film festivalleri vazgeçilmezi. "Film sinemada izlenir" anlayışının yılmaz destekçisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir