Uzun süren sel felaketlerinden sonra, suların alçalması ile birlikte oluşan adacıkların mısır ekimi için son derece elverişli oluşu, çiftçiler için elbette tarifsiz bir lütuf. Fakat ortada büyük bir sorun var.
Kimindir bu topraklar? Gürcistan? Abhazya? Yoksa sahipsiz mi? Gürcistan, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Kazakistan, Almanya ve Macaristan ortak yapımı olan, George Ovashvili imzalı “Mısır Adası” (Corn Island), torunu için iyi bir gelecek kurma derdindeki yaşlı bir çiftçinin savaş ve doğa arasındaki arada kalmışlığını anlatıyor. Başrolde İlyas Salman’ın yer aldığı filmin tertemiz bir görüntü yönetimi var. Şiir tadındaki görüntüler, minimalist bir kurguya selam çaksa da, eli yüzü düzgün bir hikaye var karşımızda.
Yaşlı çiftçinin, doğa harikası adacığa adım atmasıyla başlıyor film. Bereketli toprağa ilk kazıkları çaktığında, hayattaki belki de tek varlığı olan torunu için orada bulunduğunun farkında. Attığı her adım, alnından akan her ter damlası, kokusunu aldığı toprağa duyduğu güven. Torunu ile birlikte ufak bir kulübe yaptıktan sonra, mısır tohumlarını ekmeye başlıyor. Fakat zamanla, silah sesleri yükseliyor. Ufacık ada bir anda olayların merkezine oturuyor. Torununun, bez bebeğini bir kenara bırakıp, ilk aşk kıpırdamalarını hissetmesi ve askerlerin birbiriyle sürüp giden kovalamacası filmi hareketlendirdikçe, ada bir anda cazibe merkezi haline geliyor. Mısırlar boy vermeye başladıkça, torununu da yanına alıp ada da kalmaya başlıyor yaşlı çiftçi. Sarsıcı finale götüren en büyük adım böylece atılmış oluyor.
Mücadelenin ana eksenine doğanın mı yoksa askerlerin mi oturduğuna dair net bir durum yok. Olayları farklı mecralara çeken unsurlar çevresel faktörler gibi gözükse de, iki tarafın askerleri arasındaki gerginlik, yaşlı çiftçi ve torununun ruh haline doğrudan etki ediyor. Şüpheler üzerine oturan ilişkilerin kazananı yok elbet. Doğa ne veriyorsa, aynısını geri alıyor. Sığınılan limanın her zaman güvenli olması beklenmemeli. Yine de ortada muazzam bir denge söz konusu. Girift ve kaosa doğru giden olaylar kalabalığına inat, dışarıdaki tekinsiz ortama karşı kendi güven ortamını kurma peşindeki çiftçi için, Tamer Levent’in başarıyla oynadığı Gürcü askerin, yeni bir hayat için yanlış bir ortam vurgusu da havada kalmıyor ne yazık ki.
Filmin diyaloglarla arası iyi değil. Meramını sinema dili ile anlatma derdine düşüyor. İyi de yapıyor. Zira neredeye her bir bakış, onlarca kelimeye bedel. Dozajı iyi ayarlanmış başarılı müziklerini de arkasına almayı ihmal etmiyor tabi.
Akademi Ödülleri’nin “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında ilk dokuz filmlik listeye girmesine karşın, yarışacak filmler arasına girme fırsatı elde edemeyen Mısır Adası, salon ışıkları yanar yanmaz tatmin olunacak türden bir yapım değil. Etkisi bir zaman sonra görülmeye başlanan fakat insanoğlunun kendisi ve doğa ile savaşını ufacık bir ada zeminine indirgemeyi başaran sade ve evrensel bir film. Ateş hattına ekilen umutların mahsulünü toplamak kolay değil ne de olsa.