Anne ‘Sınıf’ Tanımaz

Yıllar sonra kavuştuğu kızının yaşam tarzına ayak uydurmakta zorlanan işçi bir annenin yaşadıklarını konu edinen Annemle Geçen Yaz, kuşak çatışması ve sınıfsal farklılıklara eleştirel bir bakış getiriyor.

Brezilya yapımı diziler bir dönem ülkemizi kasıp kavurmuş, TV ekranlarına kilitlenen kadın seyircilerden boşanmanın eşiğine gelenler, hatta eve giren hırsızları fark etmeyerek gündüz gözü soyulanlar bile olmuştu. Zengin-fakir çatışması, kadın-erkek ilişkileri ve kuşak ayrışmalarının yoğun biçimde ele alındığı dizilerdeki ihtiras, entrika ve intikam hikâyeleri benzer yapıdaki Türk toplumu tarafından çarçabuk sahiplenilmişti. Bu hafta vizyona giren Annemle Geçen Yaz, benzer çatışmalardan birini konu alan Brezilya yapımı bir anne kız dramı. TV kökenli yönetmen Anna Muylaert’in ilk uzun metrajlı çalışması olan film, Brezilya dizilerinden aşina olduğumuz klasik zengin-fakir çatışmasını yalın ve dokunaklı bir dille ele alıyor. Filmin başrollerini Regina Case, Camila Mardila, Karine Teles, Lourenço Mutarelli ile Michel Joelsas paylaşıyor.

Sao Paulo’da varlıklı bir ailenin yanında hizmetçilik yapan Val, işini ciddiye alan, disiplinli bir yapıya sahiptir. Kızı Jessica’yı yetiştirmeleri için Brezilya’nın kuzeyindeki akrabalarına bırakan Val, Jessica’nın 13 yıl sonra annesini ziyarete gelmesiyle mutlu olur ancak başına buyruk, asi bir kişiliğe sahip kızının ev sahibesiyle sorun yaşaması, Val’i zor tercihlerle karşı karşıya getirir.

AnnemleGecenYaz4

YALIN VE DOKUNAKLI BİR DRAM

Annemle Geçen Yaz, çıkış noktası olarak klasik TV/dizi refleksini tercih etse de gerek teknik özellikleri ve gerekse anlatım biçimi açısından derli toplu bir yapım. Meselesini ağdalı anlatımdan uzak, yalın bir tarzda ele alan film, derin ve dokunaklı diyaloglarıyla da vasatın üzerinde seyrediyor. Hikâyenin kahramanı Val’in karakter yapısı ustaca kurgulanmış. Yönetmen, Val karakteri üzerinden kapitalist düzenin sebep olduğu deformasyonları da incelikle işliyor. Örneğin yoksul ama yufka yürekli hizmetçi, çalıştığı evin kurallarını harfiyen yerine getirerek düzene bağlılığını gösterir. Özel eşyaların bile özenle taksim edildiği evde çizilen sınırlara riayet eder. Mütevazı şartlarda mutlu olmaya çalışan Val, yalnızca emeği ile değil şefkat ve alakasıyla da çifti gözetir, oğullarına annelik yapar. Hatta kariyeri uğruna oğlunu ihmal eden ev sahibesi Barbara, oğlunun Val’e daha derin duygularla bağlandığını sonradan far keder. Gerilim unsurunu başarıyla kullanan yönetmen, Val’in asi, söz dinlemez kızı ve ev sahibesi Barbara arasındaki elektriği azaltmak için verdiği mücadeleyi de aynı başarıyla yansıtıyor. Görüntü yönetimindeki başarı, sınıf çatışmasının yaşandığı sahnelerdeki vurguların yerinde ve dozunda kullanımı, ortaya nitelikli ve seyirlik bir toplumsal eleştiri çıkarıyor. Val’in dilinden yapılan çarpık kentleşmeye yönelik eleştiriler de kayda değer nitelik taşıyor.

4

KİM HAKLI?

Kamerayı sınıf çatışmasında ’emekçiden’ yana koyan yönetmen, zaman zaman ev sahibesi üzerinden karikatürize ettiği kapitalist düzeni dövmeye çalışıyor. Barbara kariyeri yüzünden kocası ve oğluna vakit ayırmayan, ilgi boşluğunu da para ve imkânlarla doldurmaya çalışan klasik bir ‘zengin’, Val ise kızına bakmak için ondan ayrılmayı göze alan müşfik, fedakâr bir ‘fakir’dir. Aslına bakılırsa yönetmenin özel bir çaba gösterip meseleyi ideolojik kalıplarla yorumlamasına hiç gerek yok. Zira inşa ettiği doğal atmosfer kapitalizmin şekillendirdiği iki ayrı dünyanın çatışmasını yansıtmaya yetiyor.

EMEK ‘SINIF’A SIĞMAZ

Gelgelelim sınıf kavramına bakışta bir sorun var. Bu noktada yönetmenin temel hatası, hayatın kendi doğal akışı içinde şekillenen meşru mülki hakları kötü zenginler-iyi kalpli fakirler klişesiyle yorumlayıp, üstüne bir de kazanılmış bir takım ekonomik hakları romantik bir sosyalist pencereden yorumlayarak politik kalıplara hapsetmek. Yıllardır çalıştığı evde kurulu düzene uymaya çaba gösteren Val’in emek sömürüsüne maruz kaldığı yorumu bu romantizmin tipik bir örneği. Başta evin çocuğu Fabinho’nun içtenlikli iletişimi olmak üzere ev sahibesi ve eşinin Val’e kadirşinas tutumlarını ‘kölelik’ olarak yorumlamak ve Val’in evdeki düzenini hiçe sayıp canının her istediğini (ev sahibesinin ilk günlerdeki tahammüllü tavrına rağmen) yapmaya kalkışan Jessica’nın ‘özgür ruh’ olarak yansıtılması, yönetmenin meseleye bakışındaki temel yanlışı açık biçimde ortaya koyuyor. Jessica’nın özel yaşamına dair sorumsuz tavrını da ayrıca bir kenara not etmekte yarar var.

Suat Köçer, 1980’de Erzurum’da doğdu. Ortaokul yıllarında hikâyeler yazarak başladığı yazma serüvenine, 2002’den itibaren İstanbul’da devam etti. Çeşitli ulusal dergilerde sürdürdüğü kültür sanat konulu yazılarının ardından, tamamen sinemaya yöneldi. Türk Sineması eksenli eleştiri, araştırma-inceleme ve röportajları ulusal gazete ve dergilerde yayımlandı. Ağustos 2010'da Film Arası sinema dergisini kurdu. Film Arası'nda yazı ve röportajları yayımlandı, TRT Türk'te haftalık olarak yayınlanan Film Arası isimli TV programını hazırlayıp sundu, ardından beş yıl süreyle Yeni Şafak Gazetesi'nde, sinema yazarlığı yaptı. Çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında sinema alanında danışmanlık yapan ve 2017'de devraldığı Malatya Uluslararası Film Festivali'nin direktörülüğünü iki yıl yürüten Suat Köçer, TVNET televizyonunda Sormasam Olmaz isimli sinema programını hazırlayıp sunuyor. Köçer, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında sinema alanında danışmanlık yapıyor. Yazarın ikisi hikâye, biri sinema ve biri de roman olmak üzere yayımlanmış 4 kitabı bulunuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir