Festivaller salgın öncesi canlılığına dönmeye başladı. Onlardan biri de köklü festivallerimizden 28. Adana Altın Koza Film Festivali. Festival başlamasından kısa bir süre önce uzun yıllardır direktörlüğünü yapan kıymeti insan Kadir Beycioğlu vefetti. Onun vefatının gölgesinde hazırlıklar tamamlanarak festival 13 Eylül’de başladı ve hız kesmeden devam ediyor.
Sözün buradan sonrasını festival kapsamında izlediğim filmlere dair izlenimlerimin ilk kısmına bırakıyorum.
Kumarbaz / The Card Counter
Türkiye prömiyerini Altın Koza’da gerçekleştiren Kumarbaz’ın başrolünde Oscar Isaac yer alıyor. Bir kumarbaz ve eski asker William Tell’in hikayesini anlatıyor. Anlattığı hikayeyi müzikleri ve kullandığı farklı çekim teknikleriyle besliyor. Kumarbaz Tell’in hikayesi katman katman açılarak şekilleniyor. Bu şekillenmede kumarhanede karşılaştığı genç adam Cirk (Tye Sheridan) geçmişin sır perdesini kaldırarak yer alıyor. Kumar finansmanı La Linda (Tiffany Haddish ) ise Tell’i hayata ve geleceğe bağlayan bir noktada duruyor. Kumar oynamak, kart saymak Tell için askerken yaptığı korkunç şeylerin verdiği vicdan azabını unutmak için araç. Cirk’ün hayatına girmesiyle hem kendini affetme hem de geçmişin hesabını görmeye başlıyor. Yönetmen Paul Schrader’in yarattığı dünya kendi içinde dinamik ve tutarlı bir şekilde ilerliyor.
Cemil Şov
Ulusal yarışma filmlerinden Cemil Şov’da yönetmen Barış Sarhan oyuncu olmak isteyen avm görevlisi Cemil Uslu’nun (Ozan Çelik) hikayesini anlatıyor. Cemil’in oyuncu olma hayali gittikçe yeşilçam artisti Tanju Göral olmaya dair bir takıntıya dönüşüyor. O takıntı Cemil’i değiştiriyor ve dönüştürüyor. Sarhan o değişimi ve dönüşümü Yeşilçam’a, sinemaya, sektöre dair referanslarla besliyor ve yeniden oluşturuyor. Film içinde film inşa ediyor. Ozan Çelik Cemil rolüyle oyunculuğunu ilerletiyor. Bir yere kadar başarılı giden film bir yerden sonra tekrara düşüyor ve yolunu kaybetmeye yaklaşıyor. Şahsen film sonrası iki arada bir yerde kalarak ayrıldım salondan.
Kahraman / A Hero
Festivalin heyecanlandıran filmlerinden Kahraman ile Asghar Farhadi’nin İran topraklarına dönüşünü kutladık. Her seferinde film sonrası akıllarda bir soru bırakmayı başarmasına diyecek söz yok. Borçlarını ödeyemeyen bir suçlu tesadüfen bulduğu altınlarla ne yapar sorusundan hareket ederek borçlarını kapatmak ile bulduğunu sahibine iade ederek kahraman olmanın dayanılmaz cazibesi arasında kalan karakterlerinin ahlaki bir çıkmazda debelenmesini anlatıyor. O debelenmenin her bir katmanını hissettiriyor. İnsan doğasına dair ikilemleri ve soruları yeniliyor. Yeni olarak ise sistem eleştirisinin yanına hayatımızın merkezine yerleştiren sosyal medya gerçekliğine dair eleştirisini de ekliyor.
Lacivert Gece
Konusunu sağlam bir yerden alan Lacivert Gece gerisini getiremiyor. Futbolcu olan Semih, iş bulamayınca maden ocağında çalışmaya başlar. Babası bir oğlunu madende kaybettiği için onun çalışmasına karşıdır. Bir maden kazası sonucunda Semih kolunu kaybeder akabinde hasta olan babası vefat eder. Semih ocak sahipleriyle anlaşma düşüncesinden onlara karşı savaşma düşüncesine geçer. Aşağı yukarı söylenebilecek her şey filmle ilgili bu kadar. Buradan sonrası film yapmak için yapılan bir film olduğu gerçeği. Güzel olan tek tarafı uzatmadan, süründürmeden bitirilebilmiş olması.
Dermansız
İki gün boyunca izlediğim filmler arasında sürpriz olan Dermansız oldu. Uzun yıllardır birlikte çalışan Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş kendine has bir film ortaya çıkarıyorlar. Tür olarak belgesel olarak sınıflandırılsa da Dermansız bütün tanımlamaları bozan bir yapıda ilerliyor. Film köyünden ilk defa askere gitmek için ayrılan Abdullah Kozan’ın 47 sene kaldığı Memleket Hastanesi’ne odaklanıyor. Odaklandığı git gide Türkiye, dünya siyasi, sosyal tarihiyle bağlantılı olarak şekilleniyor. Her şekillenişte gerçeklik farklı bir yapı bozuma uğruyor. Yönetmenlerin hayata dair düşünceleri ve öfkesinden filmde nasipleniyor. Rahatsız olduğum noktalar olsa da özgün ve heyecanlı bir film olmasıyla Dermansız ulusal kısımda benim için şu ana kadar öne çıkan film oldu.